!ktphane.gif (4763 bytes)

19. Sayı

Röntgencilik

Yaşar Çabuklu

       1960'lı yılların sonlarıydı. Yazları mahalledeki arkadaşlarla Ataköy Plajı'na giderdik. Güzel kızların etrafında timsah misali yüzükoyun kuma yatmış bir şekilde çember oluşturan röntgencileri geçer, gardrop olarak adlandırılan, soyunma kabinlerinin olduğu kısma giderdik. Kabinlerin arasında kalın bir mermer bulunurdu. Bu mermerlerden bazılarına matkapla delik açılmıştı. Bıçkın delikanlılar kabınlerin ön kısmında bulunan çayıra uzanır delikli kabinlere güzel bir kadın girdiğinde soyunma bahanesiyle yandaki kabinlere girerlerdi.
       1970'lerin ortalarına kadar süren dönem büyük şehirlerdeki orta sınıfın görece bir refah yaşadığı, hayat pahalılığının, enflasyonun henüz insanları bıktırmadığı bir dönemdi. Orta sınıf kapalı ev yaşamından dışarı çıkmak, nefes almak istiyordu. İşte bu gelişme daha önce komşu kızlarını gözetlemekle sınırlı kalan röntgenciliğin de gelişmesine yol açtı, onu kamusal alana taşıdı. Artık geceleri perdeler sımsıkı kapanmıyor, dolayısıyla dürbün satışları da artıyordu. Hafta sonları Belgrad Ormanları ve diğer mesire yerleri akına uğruyor, ormanda başbaşa kalacak kuytu bir köşe arayan çiftler röntgencilerin canlı ilgisine mazhar oluyordu. Üzerlerindeki ana baba baskısı azalan kızlar sevgilileriyle parklarda ya da sinemalarda (tercihan localarda) buluşuyor, böylece park bekçilerine, yer göstericilere ve "amatörlere" hoşça vakit geçirttiriyorlardı.
       Türkiye'nin modernleşmeyi yaşadığı bu yıllarda Batı, post-modern bir aşamaya geçmişti. Çıplaklık kamusal alanda çoktandır kabul görmekteydi. 1965'te pornografinin serbest bırakılmasından sonra sabıkalı röntgenciler Kopenhag sokaklarında görünmez olmuştu. Türkiye'de ise göz çıplaklığa alışık değildi. Erkekler plajlardaki mayolu kızları gözleriyle yiyor, mini etekli bayanlar ısrarlı bakışlara maruz kalıyordu. "Ront" ve "dikiz" dönemiydi. Bakışlar, terbiye edilmemiş bir şehvetle, kadında hattan çok ete önem veren bir arzuyla doluydu. O yıllardaki Türk porno filmleri de etli butlu kadınları sergileyerek bu talebe karşılık veriyordu. Yabancı porno filmler de vardı. Ama seyirciler bu filmleri çok fazla "soft" bulurdu. Özellikle eğitim amacıyla çekilmiş yabancı seks filmleri izleyicilerden tepki görür, birçok kişi film bitmeden salondan ayrılırdı. Seks komedileri de pek rağbet görmezdi. Öyle ya seks ciddi, gizli bir olaydı, şehvet sulandırılmamalıydı.
       Erkeğin bakışı ile kadının çıplaklığı birbirini dışlayan olgulardı. Soyunma kabinlerinin arasındaki kalın mermer gibi bir engelle iki ayrı kutba ayrılmışlardı. Ancak o kalın mermere kaba saba bir biçimde matkapla açılan bir delik gibi, bir adi ihlal sonucu ilişkiye geçebiliyorlardı. Bu nedenle o dönemde erkeklerin kadınlara bakışı, umumi bir mekanda olsalar bile bir suçlunun bakışı olmuştur.
       İki yıl önce mutena bir semtte bulunan bir üniversitenin yüzme havuzuna gitmiştim. Saat erken olduğundan soyunma kabinleri bomboştu. Kabine girdiğimde çocukluktan kalma bir merakla gözüm kabinleri ayıran ince saç levhaya gitti. Görünürde bir delik yoktu. Ancak daha dikkatli baktığımda, saç levhanın bir bölümünün aşınmış bir hali olduğunu farkettim. Üstelik tam da yandaki kabini görebilecek bir yeri aşınmıştı. Gözümü aşınmış bölgeye dayadım, iğne ucu büyüklüğündeki çok sayıda delik sayesinde yandaki kabinin içi sanki bir tülün arkasından bakarmışçasına görünüyordu. Saç levhanın o kısmının demir zımparasıyla o hale getirildiği sonucuna vardım.
       1990'lar sonrasında Türkiye post modern bir yaşam biçiminin istilasına uğradı. Medya sayesinde kadın bedeninin çıplaklığı tüm toplumun gözü önüne serildi. Artık erotik bakış da erkeklerin tekelinden çıkmaya başlamıştı. Bir çok kadın gözlerini kaçırmadan erkekleri tepeden tırnağa süzüyor, onları kesiyordu. Porno video kaset aşaması geride bırakılmıştı. Televizyonda, sinemalarda erotik filmlere sıkça rastlanıyordu. Eski usul porno filmler gösteren sinemaların çoğu kapanmış, sadece arka sokaklarda eski kuşak meraklılara hitap eden bir iki izbe salon kalmıştı. Erkeklerin bakışları kadın bedenine iyi kötü alışmıştı. Son gittiğim yüzme havuzundaki erkek gözleri eğitilmiş, şehveti doğrudan dışarıya vurmayan gözlerdi. Ancak Batıdaki erkeğin nötre yaklaşan bakışlarıyla karşılaştırıldığında bu "göz eğitimi" süreci -iyimser bir tahminle- on yılları alacak gibiydi. Öte yandan röntgencilik yakın çevreye yönelmekten uzaklaşıyor, kamusal mecraya yöneliyordu. Artık herkes sokaktaydı ve birbirine bakıyordu. Televizyon, çıplaklığı, hayatın bugüna kadar gizli kalmış mahrem yanlarını teşhir etmekteydi. Geniş kitleler ise yeni yetme röntgencinin şaşkıhnlığı ve hayranlığıyla bir yandan ekrandan olup biteni izliyor, diğer yandan oralarını buralarını örtüyordu. Ama dönem şeffaflık dönemiydi. Karakolların dahi şeffaf olacağı rivayet edilmekteydi. İşyerlerindeki ara duvarlar yıkılıyor yerine herkesin birbirini görmesini -ve denetlemesini- sağlayan cam bölmeler konuyordu. İç çamaşırı ve mayo defileleri, transparan giysiler mankenlerin "cesaretlerini" göstermelerine bir vesile olup aynı zamanda şeffaflaşma sürecine katkıda bulunuyordu. Taytla kalın çorabı, etekle şortu birbirinden ayırmak zorlaşmıştı. Erkeğin bakışıyla kadının bedeni arasındaki duvar incelmiş, soyunma kabininin zımparalanmış ince saç levhası gibi bir tür transparanlığa doğru evrilmekteydi. Röntgencilik ise bireysel, normları ihlal eden niteliğinden gitgide uzaklaşarak iktidarca da onaylanan sosyal röntgenciliğe dönüşüyordu.
       Röntgenciliğin kökeni psikoloji literatüründe İlk Sahne olarak adlandırılan olaya dayanır. Çocuk annesiyle babasının seviştiklerini görür. Ancak onların odasına girmesi derhal yasaklanarak çocuk bu ilişkiden dışlanır. Çocuk kendisine uygulanan bu yasağı gocunmadan, yaralanmadan benimsediği ölçüde ileride "normal" bir cinsel yaşantıya sahip olur. Ama çocuk yasağı bir türlü benimseyemiyorsa bu ilk sahne hayatı boyunca peşini bırakmaz. Röntgenci gözetlerken, çocukken kendisine yasaklanan çıplak bedenin gizini tekrar tekrar ele gecirmeye, vaktiyle tatmin bulamamış merakını gidermeye çalışır. Röntgencinin etkinliği çocukken onun bakışından kaçırılmış cinsel objeye karşı bir rövanştır aynı zamanda. Röntgenci sadece ilk gizin perdesini yırtmak için değil ama aynı zamanda kendi güç isteğini tatmin etmek, cinsel objeye hakim olmak, onu tahrip etmek içgüdüsüyle de gözetler. Bu nedenle röntgenci bir haset duygusunu taşır. Çocukken anne babası, daha sonra toplum onu dışlamıştır. Röntgencinin etkinliği bir yasağı öngörür. Yasak, röntgenci için gerekli olan risk ve giz faktörlerinin temel koşuludur.
       Giysi röntgencinin yöneliminde çok önemli bir rol oynar. Giysi bakan kişi için hem bir vaad hem de bir reddir. Örterken gösterir de. Bu nedenle başkasının bedeni şu veya bu biçimde örtülü olmalı, bir giz içermelidir. Dolayısıyla üstsüzlerin mekanı olan plajlar röntgencinin ilgisini çekmez.
       Çocuğun kendisine konan yasağı kabul etmesi veya edememesi nasıl mutlak, sınırları çizilmiş biçimler altında gerçekleşmiyorsa röntgencinin cinsel objesine yaklaşımı da bazen birbiriyle çelişen farklı boyutlar içerir. Kimi röntgenciler cinsel ilişkiye hiç girmeyip sadece gözetlemekle tatmin olurlar. Bazen gözetleme mastürbasyonla sonuçlanır. Bazen de röntgenci ortaya çıkarak cinsel ilişkiye girmek ister. Röntgenci objesine her zaman negatif duygularla yaklaşmaz çünkü insan bedeniyle arasındaki görsel ve tensel kopukluk aynı zamanda ona acı da verir. Bu nedenle röntgencinin eylemi, bu kopukluğun telafisi yönünde, vaktiyle onun bakışından esirgenmiş insan bedeniyle yeniden barışma arzusunu, ona yönelik bir minnet duygusunu da içinde barındırır. Röntgenci heteroseksist toplumun sapkın kategorisine soktuğu bir kurbandır aynı zamanda.
       Röntgencilik her zaman doğrudan seyreden-seyredilen bağlamında gerçekleşmez. Başka insanların görme tehlikesinin çok fazla olduğu mekanlarda sevişme arzusu bilinmez bir röntgencinin varlığına işaret eder. Öteyandan düzenli partnerinden artık zevk almayan kişinin bir başkasını kendi yerine geçirerek kendisinin röntgenci konumuna geçmesi az rastlanan bir durum değildir. Sevişen çiftin kendini aynada seyretmesi de dışarıdan bir bakışa olan ihtiyacı ortaya koyar. Bedenlerin birbirine alıştığı, çiftler arasındaki ilişkinin monotonlaştığı noktada zaman zaman röntgenciliğe bir kurtarıcı olarak başvurulur. Röntgenciliği çekici kılan, bedenler arasındaki mesafeye, başkasına, aşina olmayana yaptığı göndermelerdir. Başkasının bakışı bizzat röntgencinin kendisi için de geçerlidir. Çünkü daha ilk baştan, ilişkisi olmadığı bir bedeni, bakışının nesnesi olarak seçerek kendini üçüncü bir şahıs olarak görme eğilimine girmiştir. Başka bir deyişle, röntgenlerken röntgenlendiğini sezdiği için yani kendine dışarıdan üçüncü bir kişinin gözüyle bakabildiği için haz duyabilmektedir. Röntgencinin plajlardaki çıplak bedenlerle ilgilenmemesinin bir nedeni de ortamın anonimliği yüzünden kendini dışarıdan bir gözle göremeyişidir.
       Röntgencinin sevişen bir çifti seyrettiği durumlarda röntgencinin bakışı yine başkasına göndermede bulunur. Eğer röntgenci erkekse kendisini diğer erkeğin yerine koyarak, onunla özdeşleşerek haz duyması işin bir boyutudur. Öte yandan röntgenci kendini kadının yerine de koyabilir. Çünkü o esnada zevk alan, cinselliğin objesi olan kadındır da aynı zamanda. Ve bir çok durumda "zevk alan", "zevk verenden" daha tahrik edicidir. Röntgenci böyle durumlarda kendini kadının yerine koyarak dışarıdan bir gözün kendisini seyrettiğini düşünür. Röntgencinin röntgenlenme arzusu! İlişkinin "bencil" dönemi aşıldıktan sonra erkeğin tesellisi kadının arzusuna sarılmak olmamış mıdır?
       Gözetlenen gözetlendiğini farkettiğinde aldığı haz röntgencinin hazzına göre daha düşük yoğunluktadır. Çünkü gözetlenene göre röntgencinin varlığı sosyal bir kimliğe işaret eder. Oysa asıl haz bireyin yasaklanmış özel alanının gizini paylaşmakta yatar. Gözetlendiğini farkeden kişi ister istemez sosyal olarak belirlenmiş jest ve davranışları sergiler. Toplumun yasakladığı bir düzeyden toplumun yönlendirdiği başka bir yüzeye geçiş röntgencinin keyfini kaçırır. Bu durumun en uç örneği striptizdir. Striptizde cinselliğin sosyo-kültürel boyutu ön plana çıkar. Striptizci gerçek röntgenciler olmayan seyircisine bir dizi sembol iletir. Striptizciyle seyirci arasındaki ilişki doğrudan kurulan bir ilişki değildir. Striptizcinin kendi vücuduna yönelik olarak gerçekleştirdiği hareketler hep bir başkasının varlığına işaret eder. Öte yandan bu başkası sadece bir soyutlamadır ve striptizin narsistik bir gösteri olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Başkası, gösterinin anonimliği ile striptizcinin öznelliği arasındaki bağı oluşturan ortak paydadır. Striptiz bir törendir. Artık öznelliğini yitirmiş öznelerle seyirciler arasında kuralları kabul edilmiş bir oyuna dönüşen modern yaşamın bir parçasıdır. Öyle ki sosyal hayattaki özne kendisini izleyen bir seyirci imajını taşıyarak gündelik yaşamını sürdürür.
       Röntgenci, striptiz seyircisinden farklı olarak, nesnesinin özel hayatına ilişkin bir gizi onun doğal ortamı içinde paylaşır. Striptizin anonim niteliğinden farklı olarak röntgencilik "sapkın" bir etkinliktir. Deyim yerindeyse striptizde değişim değerine, röntgencilikte ise kullanım değerine tekabül eden imajlar ağırlıktadır. Röntgencilikte haz yasağın delinmesi ile birlikte var olur. Striptizde ise haz anonim olarak paylaşılan "meşru" bir hazdır.
       Röntgenciliğin hazzını tensel ilişkinin hazzından farklı ve daha cazip kılan şey bakışın getirdiği mesafedir. Tensel arzu doğrudandır ve sanıldığının aksine ilişki sırasında bireye fazlaca bir fantezi imkanı tanımaz. Röntgencilikte ise haz ve fantezi birbirlerinin valık koşuludur. Farklı bedenleri tanıyarak hazzı tüketmek, körleştirmek mümkündür; çok yaşayan çabuk bıkar. Gençliklerinde herşeyi yaşayıp, sonradan evliliği/"emekliliği" seçen kişilerin sayısı hiç de az değildir. Oysa röntgenciliğin "emekliliği" yoktur. İnsan bedeni sosyal yaşam içinde kendini nasıl ifade ediyorsa yatakta da öyle ifade eder. Çünkü iki kişi bir sosyallik oluştururlar. Bu cinsel davranışlara doğrudan yansır ve bir süre sonra monotonluğa yol açar. Röntgencilikte ise bir ayak eksik olduğu -yani bir taraf diğerinin farkında olmadığı- için bir sosyallik oluşmaz. İşte röntgencinin hazzı da tam bu alanda oluşur. Toplumun bakışından uzak bir köşede soyunan beden doğal davranışlar sergiler. İşte bu doğallığı içindeki bireysel alana tecavüz röntgencinin temel hedefidir. Asosyal bir ortam içindeki bedenin saflığı, hem erişilebilir hem de uzak olması. Bu durum bazı hırsızların soymaya girdikleri evde ereksiyon olmasını andırır. Röntgenci bir bakıma profesyonelleşmiş oyuncuların rollerini ifa ettikleri bir seyirliğe dönüşen sosyal hayatı bir röntgen cihazı gibi tarar, onun uygar kabuğunun arkasında saklı olan doğal özü görmeye çalışır. Bresson ve başka yönetmenlerin, profesyonel oyuncu yerine sıradan insanları doğallıkları içinde filmlerinde oynatma çabası, bir bakıma pasif gösteri izleyicisini, aynı zamanda bir tür röntgenciye dönüştürmeye yönelik bir çaba değil midir?
       Batının gelişimine baktığımız zaman cinsel özgürlüğün tarihinin çok eski olmadığını görürüz. Özgürlüğü şiar edinen Fransız devrimi, cinsellik konusunda oldukça katı davranmıştır. Daha sonraki püriten dönemde de cinsellik, aile yaşamının duvarları içine hapsolmuştu. Ancak Birinci Dünya Savaşından sonraki dönemde çıplak kadın bedeni kamusal alanda boy göstermeye başlayacaktır. 1950'lerin sonuna kadar sürecek olan bu dönemde çıplaklığın keşfi, şüphesiz röntgencilik için bir motivasyon sağlamıştır. Hafta sonu tatili ve yıllık ücretli izin hakkının elde edilmesiyle birlikte geniş kitlelerin ev dışında geçireceği boş zaman artmış bu durum röntgenciler için de uygun bir ortam yaratmıştır. Başta Roger Vadim olmak üzere bir çok yönetmenin kadın bedenini sergileyen filmleri sonuçta çıplaklığa olan ilgiyi kamçıladı. Türkiye'de ise benzer bir dönem, 1970'lerden sonra başlayacaktır. Bu dönemde röntgenci ile nesnesi arasında henüz bir mesafe vardı. Çıplak kadın bedeni daha önceki döneme göre daha az, ama hala erişilmezdi. Öte yandan bir kez ortaya serilmişti de bu beden. Romantizm tamamen ortadan kalkmamıştı. Tüm bu nedenlerle röntgenci, kadının çıplaklığına bir türlü aşina olamıyor, çıplaklık kendini şöyle bir gösterip tekrar kapanıyordu. ?üphesiz prekapitalist dönemin "banal" röntgenlerine kıyasla bu yeni dönemin röntgenleri binbir fanteziyle bezenmişti. Büyük şehir hayatının hızlanması, karmaşıklaşması eski biçimlerin yıkılarak yeni oluşumların devreye girmesi röntgencinin ufkunu genişletiyordu.
       1960'larda başlayan kapitalizmin post modern döneminde ise röntgencilik yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Anne ve baba artık eskisi gibi çocuktan çıplak bedenlerini gizlememekte ve onu bedenin bütün gizleri hakkında bilgilendirmektedirler. Çocuk ufak yaşlarda yaşıtlarının bedenini ve cinselliği tanımaya başlamaktadır. Sosyal yaşamda da çıplak kadın bedeni neredeyse kanıksanmıştır. ?effaf toplum kadın bedeninin tüm gizini ortadan kaldırmış, onu anonim, nötr, meşru, erişilebilir, kültürel kodlarla donanmış, sentetik bir nesne konumuna indirgemiştir. Amerikan filmlerindeki tipler, komşularının ya da tanıştıkları kadınların özel hayatlarını röntgenlemekte, orada bir giz bulmaya çalışmaktadırlar. Eski dönemin sade suya çıplaklık görüntülerine yeni sinema seyircisi rağbet etmediğinden, kadın bedeninin etrafı korku, şiddet, gerilim, vb. soslarla bezenmektedir. Aynı mantık kadın bedenini bir "yatırım alanı" olarak gören ve onu sağlık, diyet, zayıflama, form, hijyen vb. efsanelerle kuşatan reklam söylemi için de geçerlidir. Sonuçta "yeni" bedenlere atfedilen giz boş çıkmakta, seyirci ve röntgenci standartlaştırılmış bedenler ve cinsellik karşısında arzu duyamamaktadır.
       Aşkın, hazzın, tutkunun ve röntgenciliğin ortadan kalkması hepsi bu dönemde gerçekleşti. Bakışın içindeki pırıltı yok oldu. Gözetlemenin bireysel, a-sosyal ve norm dışı bir gizi içeren boyutu ortadan kalktıkça röntgenciliğin de sonu gelmiş oldu. Post modern dönemin röntgenciliği içi boşaltılmış bir sosyal röntgenciliktir. Metalar ve işaretler gibi bakışlar da hiper sosyal bir dolaşım sistemi içinde birbirleriyle karşılaşmakta ve her seferinde, büyük oyunu mikro düzeyde yeniden üretmektedirler. Ayartan ve ayartılan, röntgenleyen ve röntgenlenen sosyalleşmiş gözetlemenin sentetik büyüsüne kendilerini bırakmakta, yasağın bulunmadığı bu hafiflemiş dünyada bakışlarının donuk pırıltısı, jestlerinin yapaylığı altında sözde bir gizi ve hazzı paylaşmaktadırlar.
       Ancak seyirlik toplumun, sosyalleşmiş gözetleme ve teşhirciliğin, medyatize edilmiş çıplak beden alanının dışında kalmayı tercih eden röntgenciler de vardır. Çocukken, çıplak bedenler onların bakışlarından esirgenmiş ve bu durum yaşamları boyunca tensel ilişkilerinden aldıkları hazda bir eksikliğe, başka bedenlerle aralarında kapatılmaz bir mesafeye neden olmuştu. ?imdi ise toplum, nötr ve yapay bir çıplaklıkla herkesin birbirini kayıtsızca seyrettiği anonim bir vitrinle onların karşısına çıkmakta, onları bu yeni sosyallik içinde yerlerini almaya, yapay bir hazzı paylaşmaya davet etmektedir. Bu bağlamda röntgencinin içine düştüğü çaresizlikle, post modern toplumun medyatize ederek yok ettiği aşktan, arzudan ve tutkudan yoksun bırakılmış azınlığın içinde bulunduğu çaresizlik aynıdır.
       "Ben nasılsa röntgenci değilim" deyip geçme ey okuyucu! Burada anlatılan senin bakışının hikayesidir.

İçindekilere geri dön