19. Sayı
Giriş Kapitalist üretim tarzı, kesintisiz düz bir süreç değildir. Kar hadlerinin düşme eğilimi adı verilen yasa gereği dönemsel krizlere girer. Bu krizlerin niteliğinin enine boyuna tartışılması, bir başka yazının konusu olacak kadar önemlidir. Burada söz konusu okulun yaptığı açıklamalardan bahsedilecek. Bu krizlerin kuram için önemi aşağıda ayrıca ele alınacak. Fakat şu belirtilmelidir ki krizlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin düz bir büyüme mantığına sahip olmadığının en açık göstergesidir. İşte, krizlerden kurtulmak için sistemsel refleksler bu okulun başlıca ilgi alanıdır. Sadece bu reflekselern ile sınırlı olmayan karşı dinamikler siyasi, ideolojik, kültürel alanları da içerir. Üretim tarzının yaşam mücadelesi verdiği bu süreçte, sermaye birikiminin yeniden hız kazanabilmesi için bazı düzenlemelere ihtiyaç vardır. Yazının amacı diğer azgelişmişlik kuramları kadar popüler olmayan bir kuramı tanıtmak. Kuramın burada yazılanlarla yargılanmaması gerekir, çünkü sadece bir giriş niteliğinde yazılan bu yazıda kuramın tüm çerçevesi işlenmemiştir. Düzenlemenin Genel Çerçevesi Düzenleme kavramı kendi alanında oldukça yeni bir kavram. İlk olarak 1976-77 yıllarında Fransa'daki bir araştırma merkezinde kullanılmış/uygulanmış. "Kapitalist düzenleme kuramı esas olarak kapitalist üretim tarzının belirleyici yapısının kendini yeniden üretebilmesinin ve istikrarının, dönüşümlerinin tahlilini içerir" (Arın, 1985, 107). Düzenleme kuramı, yeniden üretim sürecini incelerken değişimin sebebinin sadece ekonomik olgular olduğu tezini reddeder. Altyapının son kertede belirleyiciliğini kabul etmekle birlikte üretim sürecini bir bütün olarak ele alır. Üstyapıyı edilgen kabul eden tezleri şiddetle eleştirir. "... düzenleme kuramının ayrırıcı bir özelliği vardır, bu da yeniden üretimde insanların ve emek gücünün yeniden üretimine merkezi bir ağırlık ve önem vermesidir"(Arın, 1985, 108). Düzenleme okulunun analizlerinde ulusal boyut oldukça önemli bir yer edinmiştir. "Kapitalist dünya ekonomisi birbiriyle içiçelik içinde olan ulusal toplumsal formasyonların meydana getirdiği hiyerarşik bir sistem olarak görülmelidir"(Arın, 1985, 110). Toplumsal formasyonlar eşitsiz gelişime tabidir. Bu eşitsiz gelişim sürecinin sonunda oluşan hiyerarşik yapıdaki bir toplumsal formasyon, diğerleri üzerinde bir hegemonya kurar. "Kapitalist toplumsal ilişkiler her toplumsal formasyonun kendi iç dinamiğine göre kurulur ve uluslararası kapitalist ilişkilere bağlı olarak eklemlenir. Fakat kapitalist dünya siteminin işleyişi, sistem içinde hegemonya merkezi doğurur (Arın, 1985, 107)." Burada söz konusu olan hegemonik güç birikim rejimi ve düzenleme biçiminin çevrelediği alanda belirlenir. Hakim ekonomideki birikim rejimi yapısı gereği diğer toplumsal formasyonlara yayılarak hayat bulur. Bu yayılma esnasında ulusal düzeydeki ilişkiler toplumsal formasyonun yeni şeklini almasında belirleyici olur. Az gelişmiş kapitalist formasyonlar da bu çerçevede ele alınır. Hem az gelişmişliğin sorunları ile muzdarip hem de hakim birikim rejiminin çelişkilerini taşıyan ekonomik yapılardır. Görüldüğü gibi oldukça dinamik bir süreç sözkonusudur. Her şeyden önce düzenleme kuramının, toplumsal formasyonun oluşumunda içsel şartları veya dışsal şartları ön plana çıkaranların düştükleri hataya düşmediğini görüyoruz. Dünya kapitalist sistemi ulusal formasyonların hiyerarşik birliğinden oluşur ve her ekonomi, bu süreci kendi gelişimi ile doğru orantılı olarak etkiler. Düzenlemede Kavramlar ve Dönemlendirme Birçok kavramın oldukça farklı anlamlarda kullanıldığı bu okulun ortak kavramlar oluşturmadığı söylenebilir. Oldukça soyut bir tartışma dili tutturan yazarlar sık sık kavramları birbirinin yerine kullanmışlardır. Fakat temel bazı kavramları en geniş anlamıyla ele alarak, kuramda dışarıdan bir birlik sağlanabilir. Kapitalist düzenleme kavramı kapitalist sistemin bir bütün olarak işleyiş biçimini, iktisadi yapıları, kurumları ifade eder. "Bir toplumun ekonomik yapılarını ve toplumsal ilişkilerini veri alarak, yürürlükteki birikim modelinin kararlılığını sağlayan ekonomik ayarlamalırn ve kurumsal biçimlerin bütünü, düzenleme olarak adlandırılabilir" (Gökalp, 1984, 6). "Birikim rejimi, görece uzunca bir dönemde, üretim koşullarındaki dönüşümler ile tüketim ve emek gücünün yeniden üretiminin koşullarındaki dönüşümler arasında uyuşma sağlayacak bir artık değer üretimi ve yeniden bölüşümü tarzını ifade eder"(Arın, 1985, 113). Birikim tarzı, birikim sistemi, birikim modeli de aynı anlamda kullanılmaktadır. Bir diğer kavram ise düzenleme biçimidir. "Farklı kapitalist gelişme aşamalarında var olan birikim rejiminin istikrarnını ve yeniden üretimin sağlayacak koşulların (üretim ilişkilerinin, toplumsal yapıların, toplumsal kurumların ve normların) bütününü oluşturur"(Arın, 1985, 114). Bu kavram sayesinde tarihsel süreçler somut bir biçimde incelenebilecektir. Sistem içinde hakim bir düzenleme biçiminin varlığı kabul edilir. Düzenlemeler arası geçiş elbette anlık bir olgu değildir. Düzenlemelerin bir süre yan yana, içiçe varolduğu, hakim düzenlemelerarası geçişin çok uzun süreler aldığı göz önüne alınırsa daha iyi anlaşılır. Tarihsel olarak yapılabilinecek bir dönemlendirme aşağıdaki gibidir. 1. Ondokuzuncu yüzyılın ortasına kadar süren dönem: kapitalist üretim tarzının yerleşmesi ve ilk birikim. 2. Ondokuzuncu yüzyılın ortasından Birinci Dünya Savaşı'na kadar süren dönem: yaygın birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme biçimi. 3. İki dünya savaşını kapsayan geçiş dönemi:yaygın birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme biçiminden bir sonrakine geçişin krizleri ve dönüşümleri. 4. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem (Fordizm dönemi): yoğun birikim rejimi ve tekelci düzenleme. a. Fordizmin yükselme dönemi b. 1960'ların ikinci yarısından günümüze: Fordizm krizi (Arın, 1985, 105). Bu bölümlendirmenin en önemli kısmı, mutlak artık değer üretiminden nisbi artık değer üretimine geçilmesi sürecidir. Artık değerin elde ediliş sürecindeki bu değişiklik tüm dolaşım ve bölüşüm ilişkilerini de etkilemiştir. ?imdi bu sınıflandırmaya kısaca değinelim. Yaygın Birikim Rejimi ve Rekabetçi Rüzenleme Biçimi: Sanayi devriminden hemen sonra başlayan bu aşamada belirleyici olan, mutlak artık değer üretimidir. ?üphesiz ki sınıflar arası mücadelenin başlıca konusu çalışma süresidir. Sermaye birikiminin üzerinde şekillendiği alan mutlak artık değerdir. Bu dönemde hegemonik güç İngiltere'dir. Devletin ekonomiye müdahalesi en az düzeydedir. Emek, piyasada özgür niteliğine bürünmüştür. Bireysel sözleşmeler yoluyla işçi-kapitalist ilişkisi kurulabilmektedir. Meta ilişkilerinin yaygınlaşması sebebiyle ücret ilişkisi tam olarak hakim değildir. İşgücünün bir türev talep olduğu düşünülürse bu olgu daha iyi anlaşılacaktır. Emek gücünün tüketim biçimi esas olarak tarımsal ürünlere dayanmaktadır. Dolayısıyla ücretin belirlenmesinde tarım ürünlerinin fiyatları belirleyici olmaktadır. İktisadi konjonktür ile ücretler arasında sıkı bir korelasyon vardır. Ekonomik büyüme dönemlerinde ücretler yükselmekte, daralma dönemlerinde düşmektedir (ceteris paribus). Sermayenin genişlemesi, bu süreçte, metaların hareketi sayesinde olmaktadır. Piyasada rekabet hakimdir. Bu dönemde koloni tipi bir dış ticaret mekanizması hakimdir. Finans kesimi henüz gelişmemiştir. Değerli maden karşılığına dayalı para sistemi geçerlidir. Bunun sonucu olarak bankaların mevduat-kredi işlemleri ile ortaya çıkardıkları kaydi para, sınırlı kalmaktadır. İktisadi dalgalanmalar bu dönemde aşırı birikim-aşırı üretim şeklinde kendisini gösterir. Çünkü mutlak artık değeri arttırmanın sınırına gelinmiştir. Ayrıca paranın maden karşılığına bağlanması sebebiyle bir süre sonra likidite sıkıntısı ortaya çıkar. Sermayenin değersizleşmesi ile birbirini izleyen şirket ve banka iflasları gündeme gelir. Tekelleşme eğilimini arttıran bu olgu sonucunda ayakta kalan sermayeler yeniden karlı hale gelir. Yoğun Birikim Rejimi ve Tekelci Düzenleme Biçimi: Bu dönemin hegemonik gücü diğer bir deyişle büyüme kutbu ABD'dir. Fordizm adı verilen üretim tekniğinin uygulanması ile birlikte artık değer üretiminde yeni bir aşamaya geçilmiştir. Nisbi artık değerin üretilmesi bant sistemi sayesinde mümkündür. Düzenleme kuramında Fordizm, sanayi ülkelerinde ortaya çıkan kapsamlı dönüşümün adıdır. Sermaye birikiminin önündeki engellerin kaldırılmasında Fordizm ve Taylorizm çok etkili olmuştur. Verimlilik artışının sağlanması iş sürecinde yoğunlaşma ile sağlanır. Çalışılan süre içinde elde edilen artık değer, maksimize edilmeye çalışılır. Verimlilik artışı için daha sermaye yoğun bir üretime geçilmiştir. Emek gücü mümkün olduğu kadarıyla homojen parçalara ayrılmıştır. Bu, bir yandan sermayenin emek gücünü denetlemesini kolaylaştırırken bir yandan da işçi sınıfı içinde hiyerarşi ortaya çıkarır. Fakat bu aşamada farklı olarak toplusözleşme-toplu pazarlık söz konusudur. Fiyat mekanizması arz-talep ile işleyen bir mekanizma değildir. Literatürde güdülü fiyat olarak adlandırılan bu fiyatlandırma rekabetçi fiyatlandırmadan farklıdır. Oligopol firmaların hakimiyeti altındaki piyasada fiyatlar, talebin artış veya azalışına göre belirlenir. Bu dönemin en önemli özelliklerinden bir diğeri meta ilişkilerinin yaygınlaşmasıdır. Kitlesel üretimin görülmemiş boyutlara çıkması ile piyasada meta ilişkilerinin girmediği alan hemen hemen yok gibidir. Fiyatların oluşumunda tekelci etkiler görülür. Para-kredi düzenlemelerinde ise sistemin ihtiyacı olan likidite açığı kapatılmaya çalışılır. Fordizmin Krizi: 1960 yılına kadar geçen süre içinde sermayenin kendini yeniden üretimi oldukça hızlı bir şekilde gelişti. Çünkü yoğun birikim rejimi , tüketim malları kesimindeki verimlilik artışı ile kitlesel satın almayı dengeliyordu. Ayrıca sermayenin organik bileşiminin kârlılığı düşürmesini engellemek için sürekli teknik yeniliğe ihtiyaç duyuluyordu. Verilen tarihe kadar ki düzenleme biçimleriyle tüm bu olgular altedilirken, artık, emek gücünün yeniden üretimindeki ucuzlamanın son bulması nedeniyle sorunlar baş gösterdi. Verimlilik artışlarında da son noktaya gelinmesi artık-değer üretimini yetersiz kıldı. Sermayenin aşırı değerlenmesi ile birlikte hareket eden bu eğilim sonucunda sistem krizden kaçamadı. 1970'li yılların ilk yarısında başlayan krizin sebebi görüldüğü gibi üretilen metaların satılamaması yani bir aşırı üretimin söz konusu olmasıdır. Kapitalizm bu krizden çıkabilmek için bazı tepkiler verdi. Pazarlarını genişletmeye çalışmak, bu tepkilerden birisiydi. Bir diğer tepki, üretimi işgücünün ucuz olduğu alanlara kaydırmaktı. Ve son olarak, bugün üretim sürecinin yeniden örgütlenmesin alanında en çok tartışılan post-fordist üretim tekniklerinin hayata geçirilmesi söz konusu oldu. Düzenleme ve Kriz Kapitalist krizlerin ortaya çıkması ve çözüme kavuşturul(a)ma(ma)sı bu kuramın temel uğraşılarından birisidir. Kriz kuramı oldukça kapsamlı bir alanı kucaklar. Kuramın temelinde kâr oranlarının düşme eğilimi varken, kolları aşırı üretimden yetersiz talep olgusuna oradan, kâr sıkışması açıklamasına kadar uzanır. Krizleri iki farlı kategori olarak inceler. Bunlardan birincisi iktisadi dalgalanmalar olarak ele alınan küçük krizlerdir. Bu krizler verili düzenleme biçiminin işbaşında olduğunu ortaya koyan krizlerdir. Çünkü en nihayetinde yeni uyarlamalar ile işleyiş devam eder. İkinci kategori ise yapısal krizler adı verilen büyük krizlerdir. Birikim rejimi ile düzenleme biçimi arasındaki uyumsuzluğun göstergesi olan bu krizler, ancak yeni bir düzenleme biçimine geçilmesi ile aşılabilir. Bir yandan sistem bu krizi aşma yönünde tepki verirken diğer yandan krize yol açan dinamikler faaliyetini sürdürür. Krizin aşılması durumunda gelinen aşama krizden önceki aşamadan farklıdır. Gerek kriz süresince gerekse yeni süreçte toplumsal ilişkilerin biçimi, toplumsal kurumlar, toplumsal işleyiş mekanizmaları değişir. Yukarıda anlatıldığı gibi toplumsal yeniden üretimin başarılamadığı durumlarda, kapitalist sistem krize girer. Bu noktada sistemin devamı için müdahale şarttır. Çünkü kurumlar artık iş göremez haldedir. Toplumsal bir karmaşa dönemi söz konusudur. Görüldüğü gibi neoklasik iktisadın 'otomatik genel denge teorisi' tümden reddedilmektedir. Bizatihi düzenleme kuramı da bu değişim sürecini yeni kurumları, ilişkileri ve evrimi inceler, toplumsal mücadeleleri ve bu bağlamda yaşanan sürecin çözümlenmesini amaç edinir. Düzenleme ve Azgelişmişlik: Kapitalizmin gelişmesi üretimin toplumsallaşması anlamında iki şekilde kendisini gösterir: meta ilişkisinin yaygınlaşması ve ücretli emeğin genelleşmesi. Elbette ki kapitalizm öncesi formasyonlarda da pazar için üretim söz konusu idi. Fakat kapitalizmi diğerlerinden ayıran özellik, toplam üretim içindeki pazar payının muazzam oranda artmasıdır. İşte bu iki farklı özellik her toplumsal formasyonda aynı anda yaşanmaz. Dolayısıyla düzenleme biçimlerindeki dönüşümler ve birikim rejimindeki farklılıklar, ancak toplumsal formasyon düzeyinde yaklaşılarak incelenebilir. ?üphesiz uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler veya diğer bir deyişle hakim birikim rejimi veya düzenleme biçimi etkisiz değildir. Toplumsal formasyon bir şekilde dünya sistemi ile bütünleşecektir. "Fakat uluslararası rekabet ve mücadelenin belli bir toplumsal formasyonda alacağı biçim esas olarak bu toplumsal formasyondaki iç-çatışmalar tarafından belirlenir" (Arın, 1986-88). Azgelişmişlik değerlendirmesinde, azgelişmiş ülkenin meta üretimi ve ücret ilişkileri esas alınır. Yukarıda da değinildiği gibi azgelişmiş toplumsal formasyon, toplumsallaşmasının oranına bağlı olarak hakim birikim rejiminin ve düzenleme biçiminin özelliklerini taşır. Azgelişmiş formasyonların tipik özellikleri olarak, meta ilişkilerinin ve ücret ilişkilerinin genelleşmemiş olması sayılabilir. Mutlak artık değer üretimi ile nisbi artık değer üretiminin biçimleri aynı anda varolabilmektedir. Ayrıca üretim araçları üreten kesim ile tüketim malları üreten kesim arasında bir uyumun olmaması da bir diğer özelliktir. Bu özellikleri sebebiyle birden çok düzenleme biçimi bir arada varolmak durumundadır. Devletin düzenleyici rolü, gelişmiş bir toplumsal formasyona oranla, daha fazla olmak durumundadır. Üretici güçlerin gelişmesi ile üretim ilişkileri arasındaki uyum sağlanamaz. Dolayısıyla gelişmiş toplumsal formasyonlardan daha fazla krize girerler. Azgelişmiş toplumsal formasyonları bu şekilde farklılıkları ile ele almak, kendi içlerindeki çelişkinin de açığa çıkarılmasını kolaylaştırır. Böylece her ülke kendi özgünlüğü içinde ele alınır. 'Azgelişmiş ülke' indirgemesi, bu anlamda kesinlikle reddedilir. Uluslararası işbölümünün belirlenmesinde sadece ticari ilişkiler rol oynamaz. Eğer her toplumsal formasyon bir diğerini etkileyebiliyorsa, işbölümünün belirlenmesinde, iç dinamikler ile dış dinamikler arasındaki üretim ve dolaşım ilişkileri de etkilidir. 'Azgelişmiş birikim rejimleri' bu özelliklere bağlı olarak şu başlıklar altında tanımlanmaktadır. 1- Geleneksel ihracata dayanan birikim rejimi (ilksel birikim rejimi) 2- Geleneksel (erken) ithal ikamesine dayanan birikim rejimi: Alt-fordizm. 3- İhraç ikamesine dayanan birikim rejimleri: a) Vahşi taylorizm b)Çevre fordizmi (Arın, 1986,93) ?imdi bu birikim rejimlerinden kabaca bahsetmek durumundayız. Uzun uzun ele almayacağımız için toplu bir açıklamaya girişeceğiz. Geleneksel birikim, uluslararası işbölümünde uzmanlaşmaya dayanır. Azgelişmiş ülkeler, ürettikleri tarımsal ürünleri ve hammaddeleri saatarak ihtiyaç duydukları sanayi ürünlerini temin ederler. Bu birikim rejiminde esas olan mutlak artık değer üretimidir. Bir çok durumda kapitalizm öncesi üretim biçimlerine bile rastlanır. Üretimin büyük bir kısmı, ihracata dayanan kesimlerden oluştuğu için, ücret düzeyinin mümkün olduğu kadar düşük tutulmasını sağlayacak düzenleme görülmektedir. Uuluslararası piyasanın oldukça büyük bir etkileyiciliğe sahip olduğu bu rejimde, genişleyerek yeniden üretim oldukça zordur. Çünkü üretimin fazla artması durumunda (tarımsal ürünlerin talep elastikiyetinin birden küçük olması sebebiyle) fiyatlar hızla düşebilmektedir. Günümüzde bu birikim rejimi çerçevesinde faaliyet yürüten ülkeler dünyanın en kalabalık ve en yoksul ülkeleridir. Erken ithal ikamesine dayanan birikim rejimi ise, 1960'dan sonra merkez ülkelerinin kendi içinde ticaretlerini arttırması sonucu çevre ülkelerde görülmüştür. Adından da anlaşılacağı gibi bu rejimin özünü, ihracat gelirlerinden elde edilen artığın, gelişmiş ülkelerin ürettikleri tüketim mallarının ülke içinde üretilmesi oluşturur. Düzenlemenin en yoğun yaşandığı alan dış ticarettir. Ülke içinde bir sanayinin oluşabilmesi için korumacılık had safhadadır. Bu korumacılık sayesinde, basit tüketim malından üretim malları üretimine kadar geçen bir süreç işler. Fakat bu gelişme süreci bütün sektörleri kapsamadığı için alt-fordizm adı ile anılır. Üretim ilişkileri söz konusu öncü sektörün kaderine bağlıdır ve kaçınılmaz olarak sektörler arası eklemlenme zayıftır (2). İthal ikamesi sektörlerde sürekli bir verimlilik artışı gerektiği için elde edilen gelirin en iyi şekilde kullanılması gerekir. Gelişmiş ülkelerden üretim araçları almak için ihtiyaç duyulan döviz, tarımsal ürünlerin satışı ile elde edilir. Bu gelirlerin istikrarsızlığına yukarıda değinilmişti. Uluslararası piyasalarda rekabet edebilmek için korumacılığa başvurulması ve ücretlerin sınırlı tutulması iç pazarın sınırlanmasına yol açar. Görüldüğü gibi ikameci birikim rejimi birçok açmaz ile karşı karşıyadır. İthal ikamesi birikim rejiminin krize girmesi ile birlikte, azgelişmiş ülkeler, yeni bir birikim rejimine ihtiyaç duydular. Geleneksel mallarla dış ticarette bir artık elde edilmeyeceğini gören azgelişmiş ülkeler, sanayi malları üretip bunları ihraç etmeyi hedef edindiler. Tam da bu noktada Taylorist üretim teknikleri sayesinde üretim sürecini bölümlendirme olanağına kavuşan gelişmiş ülkeler, niteliksiz emek ihtiyaçları için azgelişmiş ülkelere yöneldiler. Ücretlerin çok düşük, çalışma koşullarının son derece kötü, çalışma süresinin uzun olduğ bu ülkeler ya ithal ikamesi birikim rejimini durdurmak zorunda kalmış ülkeler ya da eski sömürgeler olmuştur. Üretilen sanayi mallarının büyük bir kesimi merkez ülkelere aktarılır. Bu birikim rejiminin en önemli özelliği çok yüksek bir sömürü oranına dayanmasıdır. Bunun için, bu alanda düzenleme biçimleri en acımasızca harekete geçirilmelidir. Vahşi Taylorizm adı verilen bu birikim rejiminin sınırlarına gelinmiştir. Bu rejimi uygulayan ülkeler, artık çevre fordizmi denilen aşamaya geçmeye çalışmıştır. "Fordizmin sanayileşme modelinin sadece emek sürecinin ve teknolojinin değil, fakat ücret düzenlemelerinin ve tüketim tarzının da çok kısmi olarak çevre ülkelere yayılmasına dayana birikim rejimine -çevre fordizmi- adı verimektedir" (Arın, 1986,102). Vahşi taylorizmden farklı olarak iç pazarın genişlemesi gerekir. Çevre fordizminde ithal ikamesi, ihraç ikamesi ve geleneksel ihracat içiçe geçmiştir. Bütün azgelişmiş ülkeler bu aşamaya geçemez; ancak belli bir sermaye birikimini sağlamış, orta sınıfın görece geniş olduğu, ücretli kesimin çalışanlar içindeki oranının yüksek olduğu ülkeler geçebilir. Çevre fordizmi de merkez ülkelerin içinde bulunduğu durumlardan çok fazla etkilenir. Bu sebeple kendi olanakları ile bir gelişmeyi sağlayamayan dışmerkezli bir ekonomik formasyon ortaya çıkmaktadır. 'Pasifik Kaplanları' olarak adlandırılan ülkelerin son dönemde yaşadıkları kriz, bu alanda oldukça açıklayıcıdır. Sonuç Olarak Kapitalist sistem her döneminde düzenleme mekanizmalarına ihtiyaç duymaktadır. "Bu gün karşı karşıya olduğumuz sorunlar, ulusların toplumsal uyumunu altüst eden bir büyümecilik ile dünya ölçeğinde bir düzenlemeyi yerleştirme zorunluluğu arasındaki bu gerilimden doğmaktadır'(Aglietta, 97,48) Düzenleme okulu pek tanınmayan bir eleştiri okuludur. Azgelişmişlik alanında halen kapsamlı bir teori oluşturmamalarına rağmen, genel yaklaşım itibariyle bir çok kuramdan daha açıklayıcıdır. Bağımlılık okulunun azgelişmişlik analizinde ileri sürdüğü gibi merkez ile ilişkilerinin her zaman azgelişmişlik yaratacağı tezini reddeder. Yine 'emperyalizm' teorisyenlerinin öne sürdüğü 'merkez ile ilişkiler kapitalizmin yayılmasını dolayısıyla üretici güçlerin gelişmesini sağlar' tezini de reddeder. İlişkinin karşılıklı olduğu, hiçbir zaman tek bir değişkene bağlı olmadığı tezi savunulur. Böyle bir yaklaşım oldukça zor bir analiz yöntemini ortaya atar. Diğer okulların kolaycı yaklaşımlarının yerine böylesi bir yaklaşım büyük bir titizlik gerektirir. Her ülkenin kendi içinde bulunduğu durum ayrı ayrı ele alınır. Böylece gerek azgelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki çelişkiler, gerekse gelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki çelişkiler gözardı edilmemiş olur. Düzenleme okulunun devlet tartışmalarında aldığı tavır da oldukça sağlıklıdır. Devletin niteliği ve işlevi kapitalizmin temel çelişkilerine bağlıdır. Devlet, sınıfsal bir araç olarak ele alınmaz, toplumsal ilişkilerin bir parçasıdır. Araççı devlet veya göreli ezerklik tezleri reddedilir. Devletin de diğer değişkenler gibi ele alınması gerektiğini ileri sürerler. Kapitalist aşamaları ayırt ederken düzenleme kuramının en önemli kıstası, üretimin toplumsallaşma derecesidir. Artık değerin ortaya çıkışı, yeniden dağılım mekanizması, artık değere el koyma biçimi kapitalist üretim biçimini bölümlendirmemizi ve sistemi daha iyi anlamamızı sağlar. Diğer okulların aksine üretim, dolaşım ve tüketim aşamalarını birlikte ele alır. Kuramın en önemli özelliği toptancı yaklaşımları reddetmesidir. Ekonomik sistemin bir bütün olarak ele alındığı bu kuramda işleyiş, özgül ekonomik ayarlamaların bileşkesi olarak görülür. Arz talep kanunlarının işleyişi ile sistemi açıklamaya çalışan neoklasik iktisattan farklı olarak, bu kuramda, her faktörün özgül yapısı içinde ele alınmasının gerekliliği vurgulanır. 3
Dipnotlar:
1- Bu konuda bkz. Arın,1986
2- Literatürde şiddetli bir tartışma için Perroux ve Myrdal'ın eserlerine bakılabilir.
Kaynakça
Arın, Tülay (1985), "Kapitalist Düzenleme, Birikim Rejimi ve Kriz (1): Gelişmiş Kapitalizm", 11. Tez Kitap Dizisi, Sayı: 1, İstanbul.
Arın, Tülay (1986), "Kapitalist Düzenleme, Birikim Rejimi ve Kriz (2): Azgelişmiş Kapitalizm ve Türkiye", 11. Tez Kitap Dizisi, Sayı: 3, İstanbul.
Gökalp, İskender (1984), "Ekonomide Düzenleme Kavramı", Yapıt, Sayı: 49'4, İstanbul
Tonak, E. Ahmet (1981), "Marksist Teorinin Yenilenmesi (mi?): Düzenleme Okulu Örneği",11. Tez Kitap Dizisi, Sayı: 11, İstanbul.
Aglietta, Michael (1997), "Yeni Düzenleme Biçimleri Ortaya Çıkmak Zorunda", Birikim, Sayı: 104, İstanbul.