19. Sayı
'Hayat hiçbirşeydir, ama
hiçbirşey bir hayat değildir'
Andre Malraux
Ortada bir iç savaş varken aşk mı cinayet mi yaşanır? Aşkı kenara koyup cinayet mi işlenir yoksa hangisini yaparsınız? Ya da cinayetler ve aşkların birbirine benzemesi birbirine karışması sanıldığı kadar kolay mı? Bu pek de öyle hayallere sığacak bir konuya benzemiyor. Bunları birbirine benzeten, o sihirli sözcük olan "zaman" değil. Onları birbirine benzeten, aynı şekilde karıştıran hatta birbirini kirleten şey, hem siz olabiliyorsunuz hem de buna izin veren diğerleri. Yoksa cinayetin ne kadar yüce bir şey olduğunu her gün birilerinin bizzat vergilerle ya da vergisiz olarak öldürüldüğü, öldürenlerin de yüceltildiğini izlemiyor muyuz? Bu dünyaya arkamızı döndüğümüz herhangi bir zamanda, bu cinayetlerden biri olmaya aday değil miyiz? Çocukluğumuza ait o tanımama özgürlüğünün sunduğu ve o bilmeme özgürlüğünün korkusuzluğu, yerini hangi zamanda bilerek korkmaya bırakıyor? Bu adeta herşeyin bir defa olması öğüdünü veren hatta ancak hayatla böyle bir uyum yakaladığımızda o kadar gerçek olduğumuzu söyleyen Herakletos'un sözü gibi, etik ve fiziksel bir problem gibi duruyor. " Aynı sözcüğü arka arkaya yüzlerce kez tekrarladığımda" diye yazıyor Ahmet Altan , "...o sözcüğün anlamını kaybetmesi gibi, bir fikri de yüzlerce kez kafamdan geçirdiğimde o fikir gerçekliğini ve korkutuculuğunu kaybediyordu... yüzlerce kez aklımdan geçirdiğim cinayet, ürkütücülüğünü kaybedip bir şakaya dönüşüyordu." ( Age. s.193) İnsanlığın bina edildiği üç eylemden biri olan ölüm ve onun eşliğinde yürüyen iki eylem sevişme ve yazma üzerine kurulu bir romana ait yukardaki satırlar. Tekrar Eden Ölüm Eşliğinde! Ahmet Altan yukardaki satırları ilk basımı 1995 yıllında yapılan 'Tehlikeli Masallar'da yazıyor.Bu bir roman ama daha çok bir konuyu bir kaç olay eşliğinde bir çözümleme girişimi. Yazar'ın değişmeyen konusu ise aşk! Bu aynı zamanda, Ahmet Altan'ın özellikle kimi kadınların gözünde işin bir uzmanı , onları en çok anlayan yazar olarak algılanmasının da sebebi. Aşk kendi başına gözlemlenebilecek bir olay değil! O bir ruh hali. Bir var olma durumu. Ne varlığın kendisi ne ölümün. Bu iki temel olayın ve bir dizi olayın birbirine karıştığı bir dışavurum, bir seyir ikili bir hal. ışte bunun için olsa gerek aşk üzerine bu romanı yazan Ahmet Altan'ın konuyu tek başına ele almasına imkan yok.Gölgesiyle bir akşam, aşka bir eş aramış ve bulmuş Ahmet Altan. 'Tehlikeli Masallar'da aşka eşlik eden şey ölüm. Bu çözümleme girişiminde, son zamanlarda yayınlanan 'Kılıç Yarası Gibi' adlı başka bir romanın tersine zaman neredeyse yok. Zaman derken , kahramanın ve diğer şahsiyetlerin hangi ortamın ürünleri olarak doğduğu toplumsal olaylara yer verilmeksizin çözümlenmiş, kurgulanmış. Roman'da toplumsal olaylar neredeyse bir fon.Yazar veya olayın kahramanın bir tür günlüğü gibi seyir eden, siz ancak gazete ya da haberler veya kahramının gözü kaydığı ölçüde olayları bir fona yerleştirebiliyorsunuz. Buna istisna olabilecek bir diğer konu ise yazarın roman içindeki roman kahramanı olan 'Zübeyde'nin hatıraları... Zaten yazar sevişir gibi yazmış. Bundan ötürü toplumsallık, unutulmak istenen bir aynılık, insanın yaşamına zarar hanesi dışında yazılmayacak bir değer olarak duruyor.Yazar bu fonu toplumsallaştırsa karşımıza Doğu, Kürt Sorunu çıkacak adeta!. Bunun ise hiç bir derde deva olmadığı biliniyor. Dolayısıyla , fonda yer alan en çok ölümün geçtiği mekan eserin bir parçası olmaktan çıkmış. Bunun dışında yazarın ya da kahramanın romanın sonlarına doğru onu bir telefonla bir partiye çağıran arkadaşı ile yaptığı konuşmadan, romanda yaşananların nerdeyse 5 Nisan1995 devalüasyonun aylar itibari ile hemen sonrası ve öncesine yerleştiğini çıkarmak mümkün. Yazar ya da 'Tehlikeli Masalların' kahramanı da zaten böyle düşünüyor. Sevişmek ve unutmak istiyor... "?imdi çıkıp birilerini bulsam, daha onlarla konuşmaya başladığım an yeniden yanlızlığımı özleyecektim. Bunu geçiren tek şey vardı: sevişmek. Bir eroinman gibi sevişmek tutkusu sarmıştı bedenimi, bana hem yalnızlığı, hem de insanlığın varlığını unutturan tek çare sevişmekti" (Age. 89) İşin Hikayesi... Roman, ismini bilmediğimiz kahraman, onun boşanmak üzere olan eşi Sevda ve ona kötü bir romancı olmasına karşın aşık olmayı beceren Berrin arasında geçiyor. İşin diğer aktörleri ise, Berrin'in Yazar dışında gerilim yaratan yaşına uygun olmayan bir ismiyle Burç (!) ve yazarın zaman zaman para karşılığı beraber olduğu kadınlar diye uzuyor. Kahramanın adının yokluğu öte yandan onu pasif kılmamış. Kahraman olayların neredeyse tek anlatıcısı durumunda. Bütün hoşnutsuzluğu ile kahramanda ne Dostoyevski'nin iç çözümlemeleri ne Wilhem Reich'ın küçük adamındaki derinlik ve çarpıcılığı bulabiliyorsunuz. Daha çok sevişirken unutmak isteyen ve bu arada o an yaşadıklarını paylaşan bir anlatıcı bu. Yine yaptığı işin oldukça farkında olan bu kahraman, başka hiç bir yerli romanda rastlayamadığımız cüretkarlıklarıyla bir tür cesaretiyle karşımızda. Aşk , kadın ve sevişmek üzerine kurulu bir roman bu. Romanın özeti de bu şahsiyetler arasında basit olaylarla kurulmuş. Hakikaten bir yalınlık değil bir basitlik içinde örülmüş bir çalışma. 'Gece Yarısı ?arkıları' Bu roman aslında cümlesi cümlesine mayasını Ahmet Altan'ın 'Gece Yarısı ?arkıları' başlığı altında 1995 yıllında toplanan denemelerinden alıyor . Bu başlık altındaki deneme, romandan hem fazlasına hemde daha yoğun duygu ve düşünce yüküne sahip. 'Tehlikeli Masallar' bundan dolayı 'Gece Yarısı ?arkıları'nın gereksiz yere hareketlendirilmiş bir tablosu . Kahramalardan Berrin'in aymazlıkları açıklık ve aşk gibi özel bir alanın açılması bile sizi toplumsal yaşamın ne içine itiyor ne de Ahmet Altan'ın iç dünyasına çekiyor. Bütün fazlalık ve olumsuzluklarına rağmen roman çözümlemeleriyle sizi rahatsız etmiyor sizi kışkırtmıyor ve okumanızın sonunda yoğun bir düşünce zincirinden çıkmış gibi hissetmiyorsunuz....Bunun yerine daha çok sevişmek ve unutmak isteyebilirsiniz... Kahraman bir gazeteci üstelik, cinayet olaylarını tasnif eden bir gazeteci olarak yaşadığı kadınlar ve ilgili olduğu cinayetlerin işlenme biçimleri üzerine duruyor. Ancak Yazarın bu konular üzerinde durması kahramanı çokta özel bir tipleme haline getirmiyor. Bu vatandaşın- yani 'Tehlikeli Masalların' kahramanının- 'cinayetlerle' ilgilenmesi için çokta özel bir mesleğin sahibi olmasına gerek yoktu. Herkes bir ya da diğer biçimi ile bu cinayet ve aşkların bir parçası. Bu konulara kahramandan önce Ahmet Altan'ın ilgi duyduğunu yine 'Gece Yarısı ?arkıları'ndan öğreniyoruz... Neden sevişmek ve unutmak? "...bankerler yarınki döviz kurlarının hesabını yapıyorlar karılarına sarılırken...Radyoda boğuk sesli bir kadın geceyarısı şarkılarını söylüyor... Eski tahta masanın üstüne kazınıyor Eluard'ın şiiri; 'Kapılar tutulmuş neylersin Neylersin içerde kalmışız Yollar kesilmiş ?ehir yenilmiş neylersin Açlıktır başlamış Elde silah kalmamış neylersin Neylersin karanlıkta bastırmış Sevişmezsin de neylersin..'...." (Gece Yarısı ?arkıları s.103) Boğuk sesli 'Gece Yarısı ?arkıları' söyleyen kadını dinleyip daha yukardaki kaygıları az düşünen bir kahramandır bay ' Tehlikeli Masallar'...Yine şaşmaz biçimde Ahmet Altan neredeyse, eski tahta masalara yazılmış Eluard'ın şiirinin masalını yazmış.Okuru bu romanda, ikili ilişkiler üzerinden hayatı değerlendiren bir kahramanlar topluluğu ile buluşuyor. Bu romanın baş kahramanı, yaşamdan sıkılmış ve ortaklık duygusu zarar görmüş bir kişidir. Ortaklığı sadece yabancıyken ve yanlızken arayan bir karekter çıkmıştır. Tutkulu bir aşık da değildir.Hatta aşık bile değildir. Bundan dolayı patronun verdiği uzak doğu seyhati teklifini eski karısını , sevgilisi ve hayranı 'Berrin'i görmeme pahasına kabul etmiştir. Bu tutku eksikliği onda, herşeyin ulaşılabileceği, cinsellik dahil insana ait beraberlik duygusu veren diğer ortaklık duygularının hepsinin birbirine karışmış olmasından hatta onların sıradan birer koku haline gelmesinden ötürü doğmuştur.... 'Orospuların aşık olmaması' diye yazıyor Ahmet Altan 'belkide o kadar çok sesi ve kokuyu bir arada duymalarından, hiç benimseyememelerinden'dir. Tıpkı 'Tehlikeli Masalların' kahramanı gibi... Yine de ortaklık duygusunun nasıl şekillendiğini şöyle anlatır bize bay 'Tehlikeli Masallar'; 'Yatılı okulu çok sevdim: Çünkü hayatımda ilk kez, aynı çatının altında yattığım insanlarla eşittim, onlarda yatılı öğrenciydi, ben de yatılı öğrenciydim, okul hiçbirimizin değildi, hepimiz orada yabancıydık; bu eşitlik hayatımda tadabildiğim en büyük ortaklık oldu insanlarla. Sonra hayatım hep böyle devam etti zaten. Hep yanlızlıkta ve yabancılıkta ortak oldum insanlarla.' ('Tehlikeli Masallar's.103-104) ... Yine de sevişmek aşk yanında zararsızdır.Bunun yanında aşk 'çetrefil, hırpalayıcı, karışık, acılarla dolu, vahşi, bencil ve düşmanca'dır. Aşkın saf halde bulunmamasından ötürü belkide 'aşka karışmamış her ilişkinin iyi gittiğini, aşkın ise bütün ilişkiyi karmaşık hale getirdiğini anlamıştım' (s.198) diye düşünüyor 'Tehlikeli Masalların' kahramanı. Aşk , Cinayet mi? Rehber mi? Tehlikeli masalların daha başında insanlığın ve tarihin üzerine bina edildiği üç 'muhteşem' eylemden söz edilir; 'Öldürmek, yazı yazmak ve sevişmek'. Yine üç 'muhteşem' eylemin aynı zaman da ne kadar birbirine benzediği vurgulanır. Bu eski şövalyelere ait bir bakışın takipçisi gibi ama maddi bir takipçisinin bir tür günlüğü gibidir 'Tehlikeli Masallar'. Aşkı cinayete kapı aralayan bir eylem, yazmanın da bir tür kendi kaderini yazmak olduğu anlatılmaktır. Sürekli kendi yarattığı roman kahramanın davranışına göre hareket eden ve bunu bir tür yazgı haline getiren bundan kaçamayan şahsiyetler vardır karşımızda . Aşk ve öldürme arasındaki bu antik ilişkinin illa bu kapıyı aralaması gerekmemektedir. Nasıl dürüstlüğün bir vahşet ve ihanet sakladığını biliyorsa kahraman bunuda bilmektedir (Age.s.42) Bu mutsuz sonu sorgulayan kahraman yerine Ahmet Altan '?arkı Söyle Gibi...' başlıklı denemesinde şöyle demektedir; 'Güçlü ve güçsüzün, kazanan ve kaybedenin bulunduğu yerde mutluluğun olmayacağını keşfettiklerinden olsa gerek, insanlar bir şairin ağzından 'mutlu aşk' olmayacağını olamayacağını ilan ettiler' (Gece Yarısı ?arkıları s.56) Bu mutsuzluk, Strauss'un karısına söylediği gibi '...müzik gibi, hiçbir sebebi' olmayan mutsuzluktur. Aşkın kendisini değil de onun soyutluğunu ve onsuz yaşayamaların hikayesidir Strauss'unki. Strauss'un aşkı bir rehberdi. Muhtemelen bütün diğer müzisyenler gibi o da aşkla yelkenlerini şişirdi. Onsuz yok oldu. Karısını kederiyle başbaşa bırakıp giden o saf olmayan şey; Aşk'tı. Yazgıya bu kadar bağlı olan başka bir duygu belkide yoktur. Bundan dolayı masum ve sorumsuzdur. İnsanlığın temsil edilebildiği hallerden biridir.Yazgıya bu kadar bağlı olması onun ölüm gibi kaderi en fazla temsil eden bir şeyle birleşmesi ve bunun da hep yazılıyor olması sıkılınacak bir durum değildir de. Bütün fazlalıklarına rağmen aşk masum, sorumsuz bir kaderdir. Cinayettir. Mutlak ve mükemmel cinayetin bir parçasıdır ('Tehlikeli Masallar' .s.168). Ondan ölüm ve devrim gibi kaçamazsınız! Kaçmamalısınız! Yoksa ; 'O rüzgarla dans eden çiçekler, bazen manasız kaprislerle, yanlış anlamalarla, hoyrat fırtınalarla örselenip yeniden insan ruhuna dökülür ve bu kez acının tohumları olur aşkın çiçekleri.Zakkum yeşili çiçekler halinde büyüyüp içinizi yakıp kavurur. Aşka lanet eder, unutmaya çalışır, acıyı öldürebilmek için aşkı'da öldürmeye uğraşırsınız. Ve 'unuttukça birşeyler eksilir' sizden. Acıdan kurtulabilmek için 'eksilmeye' bile razı gelirsiniz.'!(Gece Yarısı ?arkıları-'Ya Zakkumlar' s.69-70)
Eksilmek herşeydir!