!ktphane.gif (4763 bytes)

19. Sayı

Peyami Safa
Okuma Notları III

Bir Tereddütün Romanı
Işık Ergüden

       Bir Tereddütün Romanı (1933): Hayat-metin, metin-yazar, yazar-okur arasında gidip gelen bir Peyami Safa romanı. Bir yazarın -Peyami Safa'nın- kendisiyle -sınıfıyla ve çağıyla-, âşık-okurlarıyla, âşık olarak ve okur olarak ilişkisi; tereddütler; ve geceler -içki, uyuşturucu, sefahat... "Tuhaf" bir Peyami Safa metni daha: Modern edebiyat tematikleriyle (felâket, hastalık, hastahane, ölüm, yaşamın/sevginin soğukluğu...), tırnak içi anlatılarla başlayan metin, bu kez, modern edebiyatın kendisini de temalaştırıyor (çok katmanlı romanın iç göndermeleri -metin içinde metinler, yazar-okur ilişkileri- Peyami Safa'nın yaşamına ve başka metinlerine yönelik dış göndermelerle iç içe) ve yine tamamlanmadan sona erer. Zaten Peyami Safa yazısı da modern özellikler taşır. Akışkanlığı, doğaçlamaya yakın, hatta yer yer bozuk cümle ve ifadelerle dolu anlatımı ele aldığı sorunsalları -tüm ideolojik, yanlı, öznel yapısına rağmen- öznellikten taşırtıyor (yanlılık, bir görüşün yandaşı olmaktan çıkarak, genel olarak hayatla tartışan, bir düşüncesi olan kişinin tavrına dönüşüyor). Bir tür kabına sığmama haliyle akıyor anlatı, başının ve sonunun olmasından çok, varlığıyla, varlığındaki taşkınlıkla anlam bulan, yazarı da okuru da bir uçtan ötekine savuran bir yazı bu. Bir Tereddütün Romanı, esas olarak, bir yazarın iki kadın okuruyla ayrı ayrı ilişkisi etrafında şekillenir. Her iki okur da, doğal olarak, önce romanları dolayımıyla "tanışmışlardır" yazarla, ardından da "gerçek hayat" içinde tanışırlar. Yazarın metni (metinlerinden biri), "Bir Adamın Hayatı," muhtemelen, okurların gözünde, özyaşamöyküsel bir metin. Anlatılan, bir yazarın öyküsüdür. Muallâ -okurlardan biri- bu eseri başından sonuna değil, bölük pörçük okur. Tıpkı Peyami Safa yazısındaki hayatlar gibi Muallâ'nın okuması da "bir yerden" başlamıştır ve metnin içinde bitmeyecektir. Tırnak içi başlayan Bir Tereddütün Romanı'nda Muallâ'yla birlikte biz de -yazarın metnini okuyan okuru okuyan bizler- "Bir Adamın Hayatı"ndan bölümler okuruz: Bir zehirlenme vakası olduğu sonradan anlaşılan, can çekişme, şuur bulanması biçimlerindeki süreğen bir felaket halinin yanısıra, Beyoğlu, barlar, ressam atölyeleri, sululukla ciddiyetin iç içe geçtiği sözde-entelektüel ortamlar, tartışmalar, esrar âlemleri, sözümona sanat eserleri, rastgele yaratıcılıklar, sokaklara, marjinal hayatlara methiyeler... ve tüm bunların betimleniş ve eleştirilişindeki büyük ustalık Peyami Safa'yı Türkçe yazıdaki ender satırların yazarı kılıyor. * "Muallâ [okuduğu romandaki] bu hislerin tıpkısına muharririn diğer kitaplarında da [kastedilen romanlardan biri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'dur] rasgeldiğini hatırlıyordu: Aynı yalnızlık, hastalık, nöbet, ölüm titremeleri. Ve düşündü ki en afâki zannettiğimiz romanlar bile, muharririn ruhunu muhayyel kahramanlar vasıtasıyla aksettiren bir otobiyografiden başka bir şey değildir. Öyle ise, bu muharrir neden zahmet etmiş ve bütün kitaplarında parça parça bulunan bir hayatın hikâyesini tekrarlamış?" (s. 78-79) Bu soru muhtemelen Bir Tereddütün Romanı'nı yazarken Safa'nın kendine sorduğu sorulardan biridir. Ne var ki, Safa gibi "mesele"lerin peşindeki yazarların döngüsü de bu soruda yatmaktadır. Öteki okur-âşık Vildan da "Senin bir kitabında genç bir kız İzmit'ten kaçar, babası ölür. O ölüm beni çıldırtmıştır. Senin bütün kadınların bana benziyorlar." (s. 185) der. Buradaki doğrudan gönderme Peyami Safa'nın Bir Akşamdı romanınadır. Peyami Safa'nın başka metinleri arasında gidip gelen Bir Tereddütün Romanı için Safa'nın 'kendi' metnidir denebilir. Roman metinlerle hayatlar arasında gidip gelirken, aslında gidilen ve gelinen yer aynı olmalıdır: Kendi. "Muharrirle kari arasındaki meçhul ve karanlık münasebeti aydınlatacak olan böyle bir kitabı yazmayı evvelce çok düşünmüştüm." (s. 46) diyen Bir Tereddütün Romanı'ndaki "Bir Adamın Hayatı" yazarı aslında Peyami Safa'nın yazdığı ve içinde söz aldığı bu romanı kastetmektedir: Okur-metin-yazar-(öteki)okur-[(öteiki)metin-(öteki)yazar]-yazar şeklinde devam eden döngü noktalanmadan açılır. [okur = Muallâ; metin = Bir Adamın Hayatı; yazar = 'Bir Adamın Hayatı' yazarı; (öteki) okur = Vildan; (öteki) yazar = Pirandello; (öteki) metin = Çıplakları Giydirmek; yazar = 'Bir Adamın Hayatı' yazarı/ Bir Tereddütün Romanı yazarı/Peyami Safa] Muallâ, gelgeç hevesli biri -bir okur- değildir; okuduğu kitapların kahramanlarıyla beraber yaşar. "Senelerce aynı kitabı tekrar tekrar okuduğum vardır. Öyle bir kitap arıyorum ki bütün hayatımda bıkmadan hep onu okuyayım." (s. 23) Yazar da, birkaç eleştirmenin değil, tek tek okurlarının ruhlarına nüfuz etme, her bir kelimenin yarattığı etkiyi hissetme arzusundadır, kitap-okur ilişkisinin peşindedir. "Kari ile muharrir arasındaki seviye aynı derecede olmazsa anlaşmanın imkânı kalır mı?" (s. 24) Bu Soru, Safa'nın peşinde koştuğu ikinci soru olmalıdır: Metnin üretim süreciyle okunmasının nitelik ve nicelik olarak karşılaştırılmasının yanısıra bu sürecin bir üretimden çok tüketime yakınlığı aynı zamanda bir çağ eleştirisidir... Kitaplarından tanıdığı yazarın ruhsal taşkınlığından ürkerek kendisinin bunları tatmin edemeyeceğini düşünen Muallâ da yazarla okur arasındaki bağı sorgularken hayatla metin arasında benzeşim kurmaktadır. * Muallâ'nın yazarın evlenme teklifi karşısındaki bu tavrıyla başlayan tereddüt Muallâ'nın ağzından anlatılan birinci bölümünün noktalanmasıyla birlikte bu kez "'Bir Adamın Hayatı' muharriri..."nin (s. 31) Muallâ'yla tanışmalarını kendi ağzından anlatmaya başladığı yeni bölümde yazarın evlilik konusundaki fikirlerinde sürer: "Yalnızlık korkusu"yla "can sıkıcı beraberliklerde hissettiğimiz tek başına kalmak ihtiyacı" (s. 35) arasında tereddüt halindedir yazar. Ama hoşlandığı tiplerde de "... kanunlarını iyice bilmediğimiz bir değişme ile zaman zaman kapanıp açılan ve bize bir fırsat gibi yaklaşıp uzaklaşan ruhların meddü cezrini ararım." (s. 36-37) diyerek karşısında da bir tereddüt halini sevdiğini belirtir. Yazar, eski aile tarzıyla asri aile tarzının karışımını yaratacak bir tasavvur ürünü olarak düşündüğü Muallâ'yla evlenme hayaline yatkındır, Muallâ'nın karar vermesini bekleyecektir. * "Muallâ hanımın cevabını beklerken..." (s. 99) cümlesiyle başlayan ikinci bölümde yazar bu kez bir başka okur-âşık'ıyla, Vildan'la karşı karşıyadır: "Bende sizin bütün resimleriniz var, hiç biri ötekine benzemiyor... Ben iki muharrirden başka hiç birinin bütün kitaplarını okumadım. Zaten bir kitabı sonuna kadar okuduğum da nadirdir. Fakat Pirandello ile siz öyle değilsiniz... Onun da, sizin de kitaplarınızda ne kadar kadın varsa hepsini kendime benzetiyorum ve ikinizi de onun için seviyorum, yani kendimi seviyorum." (s. 112) Vildan'ın "kitap" karşısındaki tavrı da, "hayat" karşısındaki tavrı da Muallâ'nın tam karşıtı: Sonuna kadar okunmayan kitaplar bir kimlikten diğerine, bir hayattan diğerine geçen/değişen kişilik. Sürekli değişen adlar, soykütükleri, hayat hikâyeleri; bir duygudan diğerine hızla ve tutkuyla atlayan, inişli çıkışlı, "güvenilmez", kimi zaman derinlerinde, kimi zaman yüzeyde, kimliksiz, sırnaşık, nüfuz edici, aynı süratle kaçıcı, yaşama yakın olduğu gibi/için ölüme doğru da kendini hırsla atan Vildan. Vildan'ı hem kendi gibi, kendine yakın, hem de uzak, yabancı hisseden yazar ondan kaçmaktadır. Muallâ Hanım ise "Aradan iki üç ay geçmişti, hâlâ kat'î cevap vermiyordu. Ne ret, ne kabul: Tereddüt." (s. 154) * Yazara göre Vildan "hayatında her şey yapmış... Fakat hiç birine alışamamış..., hiç birinde ihtisas kazanamamış.." bir kadındır (s. 135). Evlenmiş, zevce olamamış, sevmiş, âşık olamamış, seyahat etmiş, seyyah olamamış, hafifmeşrep yaşamış koket olamamış, tercümeler yapmış tek satır yayımlamamış, çocuklara bayılan ama ana olamayan, her inancın büyüklüğünü ve güzelliğini anlayan ama hiçbir şeye iman etmeyen biridir. Yazar da halis burjuva dostlarının gözünde fazla derbeder, serseri, bohem sanılmaktan; halis muhlis derbeder, serseri arkadaşları tarafından ise burjuva telâkki edilmekten sıkılır. Muallâ'nın ve Vildan'ın yazarı nitelendirişlerindeki fark, aslında, her üçünün hayatlarının da arada, askıda, tereddütte kalmış olmasındandır. "Burjuva" ve "bohem" kelimeleri de tüketim nesnesidir artık. Ama yazar, "Bütün san'atkârlar ve Vildan'lar. Kendimi onların içinde buluyorum, onlardan nefret ediyorum, kaçmak istiyorum ve onları seviyorum." (s. 156) derken, itaatle isyan arasında gidip gelen, toplumsallaşmamakta inat eden, değişen bu insanları katederler. İktisadi sınıf olarak burjuva ya da proleter olsalar da toplumun kurumsallaşmış yapısına dahil olanlar, toplumsallaşmanın dayanakları, yazarın "manevi burjuva" olarak nitelediği kişilerdir: Ruhsal olarak burjuvalaşmış olan bu konformist kesim, tereddütün, diyalektik çalkantının dışında olduklarından geleceğin, umudun da dışındadır -Safa'nın kişileri değillerdir. * "Yıkılıyor, her şey yıkılıyor!" Yazar hayatı boyunca hep bunu hissetmiştir. "Hemen bütün kitaplarım yalnız bu cümleyi izah etmek içindir." (s. 179). Sürekli bir felaket, facia beklentisi içindeki Safa'nın poetikasının da özetidir bu. Yıkıntı duygusu çağa özgüdür, büyük bir destanın satırlarındadır, dolayısıyla bu koşullarda tereddüt bireyselliğini yitirir. Muallâ, Vildan, yazar, ait oldukları zümre, "san'atkâr ve münevver"ler hep tereddüt içindedir: İnanmakla inkâr arasında; bireysellikle toplumsallık arasında; kendi kendini tahrip arzusuyla yaratıcı hırslar ve sevdalar arasında; siyasal anlamda sağ ile sol arasında; ulusallıkla uluslararasılık arasında; ahlakla ahlakdışılık arasında tereddüt... Fakat tereddüt aynı zamanda, "zekânın en sivri noktası"dır, Rönesans'tır, Descartes'tır. Soyuttan somuta geçebilmek tereddütten karara geçebilmektir. Yazar, dünyayı ve kendini yeni bir kararlılık devrinin başlangıcında olarak düşünür; yeni, farklı olacaktır, tahmin edilemeyecektir, ama "gayet sade, beşerî ve klâsik. Her halde çok samimî. Yıkılıyor, her şey yıkılıyor, diyorum. Yıkılmıyor, sallanıyor. Her şey, başkalaşmak üzere, yerinde kalacak. Her şey: Aile, milliyet duygusu, beşerî alâkalar, her şey." (s. 179) Giden, yok olan ise tüm bu tereddütü üstlerinde bir süs gibi eğreti taşıyanlar, içlerine almayanlar, yapaylığı ve sahteliği gösterişle taşıyan, köksüz, "manevi burjuvalar"dır. * "Yaşamak, yaralamak ve yaralanmaktır."(s. 186) Nietzsche'yle sürekli alışveriş halinde olan bir metindir Bir Tereddütün Romanı. Cesetlerle dolu bir çağ: Allah, aristokrasi, burjuvazi, şahıs, mülkiyet, vatan, millet, amele sınıfı, komünizm, kapitalizm, kuramlar, kuramlara uydurulmaya çalışılan pratikler, "izm"ler... "Kafamızın zinciri bu "izm"dir: Sistemcilik ve nazariyeciliktir." (s. 204) Geriye kalan tek şey tereddüttür. Her şey, kişiler ve olaylar geçiş, değişme halindedir. Böyle bir ortamda, insanın her tavrı ve davranışı, en azından iki uç arasında bir tereddüt halidir. Asli olarak varolan tek şey tereddütün kendisidir, geri kalan her şey tereddütün parantezi altındadır. Kişiler, tereddütü içlerine alışlarıyla, dışarda bırakışlarıyla ya da dışlarındaki şeylerle ilişkilerinde tereddüte yer verişleriyle nitelenebilirler. Bu noktada, "... asrın geçici anarşisini devrin hakikî işaretlerinden biri..." (s. 195) sanarak tereddütte takılıp kalmak mümkündür, ancak "her kuvvetli his gibi, tereddüt de insanı öldürebilir, hareketsiz ve meflûç bırakabilir." (s. 55). Bu nedenle, yeni bir etik arayışını örtük olarak sürdüren bu roman yine Nietzsche'ye dönüktür. Roman, sabaha doğru, şafak vakti son bulur. Peyami Safa'nın diğer romanlarında olduğu gibi. Bir tür sonlanmamışlıkla noktalanır, daha doğrusu, iki virgül arasındaki tek bir uzun cümledir Bir Tereddütün Romanı. Bilinci pek yerinde olmayan, hasta, şuursuz kadının yatağının dibinde gelir sabah ve günün ilk ışıklarıyla birlikte dışarıya, aydınlığa, geleceğe çıkar yazar; geride hem Muallâ Hamın'ı, hem Vildan'ı, hem de -muhtemelen- tüm tereddütleri bırakır. "Bu apartmanda uyuyan bir kadın değil, kapanan bir devir bıraktığımı hissederek yürüdüm, her adım attıkça yeni bir sahada ilerlediğimi ve güzel bir meçhule doğru gittiğimi sanıyordum. Önüme çıkan ilk taksiye bindim. - Nereye? diye sordu şoför. Bu sual bana insanın hedefi için sorulmuş gibi geldi. - Açıklık bir yere, güneşli bir yere, buralardan uzaklara, git gidebildiğin kadar! dedim ve arkama yaslandım." (s. 209) * Peyami Safa'nın hemen hemen tüm yapıtlarında rastlanan uzak ve soğuk tiplerin romanı Bir Tereddütün Romanı. Ateşli, heyecanlı, coşkulu tipler belki de hayat karşısındaki mesafeleri nedeniyle, ölüme biraz daha yakın duruyor olduklarından "uzak ve soğuk"turlar. Kullanılan imgeler bile çoğu zaman soğuktur. Umut? Umut belki vardır, ama umudun olduğu, olacağı yerde bile en azından yazara yer yoktur. "Bir şey anlamak veya anlatmak için değil; sadece, beynimin herhangi bir şey çiğnemek için gıcırdayan dişlerinin arasına bir fikir sakızı atmak için." (s. 211) diyen yazar, sabaha, uyanışına, tereddütleri geride bırakışına, gidişine yüklenebilecek anlamları da boşa çıkarır. * Tereddüt geceye özgü olmalı, şahsi ve kamusal bir geceye, akli ve ruhi geceye. Gün'lük olanın dışına çıkışla başlar tereddüt: dururken, beklerken, düşünürken, yaşarken; gecesel hayat...

İçindekilere geri dön