!ktphane.gif (4763 bytes)

20. Sayı

Gülbahar'la Görüşme

Olcayto Art

       Gülbahar'la 1993 yılında İstanbul'da tanışmıştık. Aynı yıl konser vesilesi ile Erzincan'a gelmişti. Gelmişti ama konserde kendisine eşlik edecek tek bir saz bile yoktu beraberinde. Benim de o sıralar Erzincan'da Üniversite'de olduğumu bilmiyordu. Haberini alınca akşam geç bir saatte yanına gittim. Konser için müzisyen sorununu halledebileceğimi söyleyip ayrıldım. İkinci gün arkadaşları toplayıp prova yapmaya gittik. Herkes büyük bir heyecan ve keyifle dokunuyordu enstrumanına. İkinci provaya bir de ney katılmıştı; Erdoğan Ağbi,Munzur Dağı türküsüne öyle bir uzun hava açışı yaptı ki, hepimiz soluğumuzu tutmuş, hüzünlü bir seramoniye boğulmuştuk. Hep beraber duyduğumuz bu hüzün ve coşku yoğunluğu konser gününe kadar sürecekti...        Aradan altı yıl geçti, ben de artık İstanbul'lu olmuştum ve Gülbahar da benim İstanbul'da en yakınımda olan insanlardan biriydi. Hatta diyebilirim ki O'nun bu şehirde yaşaması benim de bu şehirde yaşayabilme cesaretime olumlu bir etkendi. Gülbahar benim için beğendiğim bir müzisyenden de öte, türü tükenmekte olan son yoldaşlardandı. İstanbul gibi bir şehirde insanların birbirlerine uzak düşmeleri benim de yaşadığım ve kabüllenmekte zorlandığım bir durumdu. Duyarlılıkların kaybolmadığını biliyordum ama yine de yaşam bir adım geride kalıyordu ve ben onu yetiştirmeye çalışıyordum duyarlılıklara. Gülbahar'a açtığım son telefonda dört yıldır hazırlamakta olduğu müzik albümünün önümüzdeki günlerde yayımlanacağını öğrendim. Nihayet demekte haklıydı. Nihayet görecek ve duyacaklardı Gülbahar diye birinin hala yaşadığını ve şarkı söylediğini. Bir hafta sonra albüm elimdeydi, oturdum, müzisyen kimliğimden uzakta dinlemeye başladım yeni şarkılarını. Daha ilk şarkıda şunu sezinledim, her ne kadar duygularımı konrol etmeye çalışsam da bu şarkılar beni kendimden geçirecek, beni de kendileri gibi hüzünle, acıyla, yalnızlıkla yoğuracak ve peşimi bırakmayacaklardı. İşte yine Gülbahar duyarlılığından hiçbir şey yitirmemiş o kardeş. O içli sesiyle muhacirlerin, yalnızların, hüzünbazların, ezilenlerin ve yaşamı gaspedilmişlerin şarkılarını söylemişti. Bu şarkıları dinlemek vicdanı acıyla sınamayı göze almak demekti. Gülbahar'la, dergimiz İskenderiye Yazıları'nda yayımlanmak önerisiyle bir görüşme yaptık. Yaklaşık dört saat hem son albümü "Muhacir" hem de müzik üzerine görüştük. "Dokunmalı Bize Yaşadıklarımız" Olcayto Art: Senin uzun zamandan beri hazırlamakta olduğun bir albüm sürecinden haberdarım ama yine de bu süreci bir özetlesen... Gülbahar: En son çalışmam "Dönülmeyen Gitmeler"93 yılında yayımlanmıştı; yani tam altı yıl oluyor. Bu kadar ara vermek isteyen ben değildim. Bu albüm aslında bir yıl önce tamamlanmıştı fakat yayımlayacak bir yapımcı bulamadım. O.A: Peki neden?Yapımcı bulamama sorunu nasıl açıklıyorsun? G: Albümü dinlettiğim yapımcıların çoğu, beğendiklerini fakat repertuar dolayısıyla ticari riski yüksek bir çalışma olduğunu söylediler. Eğer türkü repertuarıyla oluşmuş bir albüm yapmış olsaydım daha kolay yayınlayabileceklerini söylediler. Bu önerileri hiç dikkate almadım, 4 yıl boyunca büyük güçlüklerle yaptığım bu çalışma üzerine hiç bir değişiklik yapmaya niyetim yoktu. Mesela "Desmal"i yaptığımızda (Metin Kahraman'la birlikte çalışmıştık) bir kürtçe popülaritesi vardı, fakat biz yine kendi istediğimiz şarkıları koyduk albüme. O.A: Son bir kaç yılda türküler dolayısıyla halk müziğinin piyasadaki yerinin olağandışı büyümesi, diğer müzik türleriyle düşünüldüğünde, müzik coğrafyamızda önemli maniplasyon yaratıyor. Sen de bundan nasibini almış ve türkülere hiç de uzak olmayan bir müzisyen olarak sen neler söyleyebilirsin? G: Senin de söylediğin gibi ben de Halk Müziğinin içinden gelen, türkülerle büyüyen bir insanım. Fakat bir dönem türküler revaçta olduğu için bir müzisyenin bu eksende ürün vermesi sanatçının herşeyden önce oluşuna aykırı bir durum içeriyor. Yani sanatçı kendi üretim sürecini, hazır şeyleri işlemek veya yorumlamak gibi uydurma bir sürece yeğliyor. Bunun adını ister çağdaşlaştırma, yenileştirme ister yorumlama, rafine etme olarak koyun, türküler şimdi olup biteni açıklayabilecek bir müzik kültürüne ulaşmamıza yetmeyecektir. Bir müzisyenin de günümüzde türkülere bundan başka bir anlam yüklemeye çalışması kendi dışına çıkması, başkalaşması anlamına geliyor. ?ayet türkücülerin geleceğe-geleceği kültürüne türkülerle sahip çıkma düşüncelerini bu noktada kavramayanlarınız varsa bu durumu daha iyi ifşa eden şeyler var bugün, onlara baksınlar. Türkülerle nasıl paralar kazanıldığı, bar ve eğlence yerlerinde nasıl mezeye indirgendiği, bu toplumun tarihinden, değerlerinden habersiz, acılardan, sevinçlerinden uzak insanların nasıl halk müziği sanatçısı ilan edildiği... O.A: Hadi bunlar neyse de bir de farklı toplumsal iddalarla yola çıkmış, ürün vermiş birçok müzisyen türkü repertuarıyla albüm yapmaya başladı. Özellikle de sol yelpaze içerisinde olan bu insanların bazıları da bununla kalmayıp niteliksiz T.V. programlarına katılıp, boyalı basında pozlar vermeye başladılar; hatta aralarından bazıları müzik tekelleriyle yüksek meblalara varan antlaşmalar yaptılar. Bir çok satabilme, star olma yarışıdır gidiyor. Bu durumu biz belki belirli oranlarda açıklayabiliyoruz. Kapitalizm, kültür endüstrisi, meta fetişizmi, promosyon, imaj, pop-kült, rant, star vb. gibi kavramlar oldukça işe yarıyor. Pratikteyse böyle bir duruma eleştirel müdahaleler göremiyoruz. Alan memnun satan memnun gibi görünüyor. Öte yandan varolanı açıklama işine girişen bazı eleştirmen, aydınların da konu dağarına boğulduklarını izliyoruz. Sonuçta varolanı görüp, onu açıklamak da kimseyi aklamıyor aksine meseleyi sırf böyle bir eleştirel devamlılığa dönüştürenlerin de sistemin içine hızla çekildiği ortada. Ben çok iyi biliyorum ki Gülbahar tüm bu bahsettiklerimin dışında bir insan. Zaten yaptığı albüm de aslında tam da özetlemeye çalıştığımız bu olumsuzlar yumağına verilmiş bir eleştiri niteliğinde. Piyasa koşullarında kazanma şansı olmayan bir albüme de hayatını koman bana şunu bir daha ispatladı: demek ki bir sanatçı-müzisyen istediği ambümü hazırlayabilmesi için birincisi devrimci bir ruh haline; ikincisi de gerçekte kendi sesini ve düşüncelerini yansıttığına inandığı, içeriği konusunda yapımcı firmayla değil kendisiyle tartıştığı bir ürüne ihtiyacı var. Fakat günümüzde bu ilkeyle yaşamaya çalışan ve ürün veren insanların da ürünlerini değerlendirme yani topluma duyurma ve anlaşılma sorunu var. Bu durum genel bir olumsuzluğa da denk düşüyor... Sence günümüz kültür-sanat hatta siyaset dünyasına sanatçı/aydınların etki olanakları neden bu derece zayıfladı? Biliyorsun artık alternatife, farklıya hiç şans tanımayan bir piyasa var her anlamda, kültürde de siyasette de. G: Herkes, buna sanatçısı da dahil, standart bir bakış açısının içine çekiliyor belki buna biraz zorlanıyor. Bilinçli olarak yaratılan suni gündemleri yaşıyoruz hep beraber. Sanatçı bu durumu öncelikle farkeden biri olarak "gerçekte" toplumsal nesnelliğe denk düşen olayları, haraketleri incelemeli. Öncelikle bunun üzerinde durmalı. Daha da önemlisi sanatçıya yaşadığı şeyler biraz dokunmalı, Gazi Mahallesinde 96'da yaşananları biliyorsun, son derece önemli bir toplumsal muhalefetin göstergesi, acı bir göstergesiydi orada yaşananlar, bunlardan bir sanatçının etkilenmemesi, dersler çıkarmaması bize olanaksız gelirken böyle bir duyarlılığın malesef olmaması zaten çarpıtılan mevcut gerçekliğin kısa zamanda belleklerden silinmesine neden olacaktır. Tabii ben bunun faturasını şunlara ve şunlara çıkaralım demiyorum. Ama şunu söylüyorum, neredeydi bu sanatçılar. Demek ki sanatçıların yaşananlardan tek tek etkilenmiş olması, acı duyması da yetmiyor. Sanatçı bu durumun üstüne çıkmak zorunda. Kendini ilk anca bu noktada sorumlu hissetmeli. Çünkü bizim insanımız sanatçıyı kendi duygularının, kendi gerçeklerinin acılarının vs. sözcüsü olarak kavramış, belki böyle görmek istiyor ya da bu eğilimi sürdürüyor ve de biraz yanılıyor. Bu tarz yaklaşıma karşılık veremeyen sanatçı bence biraz kendi iç sorunlarına bir bakmak sanatçılık olgusunu bir gözden geçirmek durumunda. Bugün sanatçı adına, bir yabancılaşma, yalnızlaşmadan dem vurmak bence kolaycılık. Eğer sanatçı da susturulabilen, söz dinleyen, alıngan, ne bileyim işte topluma küsen, ya da ona hakaretler yağdıran biri olacaksa... buna, toplumun kendini sanatçı diye tanıtan tipe verdiği bir ceza olarak bakmak daha doğru olacaktır. Bu anlamda sanatçı, yalnız başına bir yere varamayacağını bilendir. Toplum bizi anlayamaz gibi küçük burjuva klişe bir edebiyat geliştirildi. ?u konuda anlaşalım, anlaşılma sorununu bir sanatçı yaşayabilir ama bu sanatçıya onlar beni anlamıyor deme hakkını vermez, bu güçsüzlüktür. Bugün mevcut durum ne kadar kötü olursa olsun ben inanıyorum ki kaygıyla ve ümitle yaşayan, ucuz şeyler peşinde koşmayan her sanatçı bunun karşılığını fazlasıyla alacaktır. Kaldı ki sanatçı herşeyden biraz da bana dememelidir. Kendi etkisini başka şeylerde, insanlarda görebilmesi zaten onun en büyük ödülü değil midir? O.A: Peki bi sanatçı örgütlülüğünden bahsedilebilir mi? G: Elbette, ama benim sözünü ettiğim bir kurum adı altında olmaya fikri bir örgütlenme... Gelenek meselesi yani. Bu gelenek belirli ölçülerde kurumsal çatılar etrafında da oluşmuştur. Ancak sanatçı için kurumsal örgütlenmeler tehlikelidir. Kurumlar, kendi bünyesinde doğaları gereği hiyerarşik ilişkiler üretirler. Bu sanatçının olmazsa olmaz bir pratiği olan eleştirellikle bağdaşmaz. Sanatçı, bir başka sanatçıyla da hayatın tüm alanlarında aynı şeyi düşünmeyebilir ama insanlığın/kendi mücadele dünyasının ihtiyaçları, beklentileri noktasında muhalif bir pratikte birleşmelidir. Sanatçının en büyük örgütü kesintisiz muhalefet-kesintisiz duyarlılıktır. O.A: Albüm hakkında fazla konuşamadık, senin albüme yönelik aldığın ilk tepkiler... G: Umduğumdan da olumlu tepkiler aldım hem de çok farklı insanlardan. Tabii, her zaman olduğu gibi, son derece yüzeysel ve kaba, yine tekniği indigenmiş ama yer yer de olumsuz olmasına rağmen yerinde eleştiriler aldım. Üniversiteli bir grup genç, bir arkadaş kanalıyla haber göndermişler: senin yanındayız diye. Bu beni çok sevindirdi. Tanıdığım yaşlı bir Ermeni teyze albümdeki Kürtçe türküden çok etkilendiğini söyledi, bir Kürtçe şarkıyla Ermeni bir insanı duygulandırabilmek, ortak bir duyarlılığı görebilmek büyük bir mutluluk, benim için. İyi bir şey yapmış olduğumun göstergesi, kaybolmayan insanımızın göstergesi. O.A: Bir de, albümdeki şarkıların formlarının farklı olması yönünde eleştiriler almıştın galiba. G: Evet, şunu söyleyeyim çok farklı formlarda, temalarda ürün verebilmenin kendi adıma bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Klasik Türk müziğinden etkilenmek de Kürt müziğinden ya da başka bir müzik türünden etkilenmek, daha doğrusu onunla aynı şeyi yaşayabilmek kötü ya da olumsuz birşey olmasa gerek. Ben bu konudaki yaklaşımı düşünce dünyamızdaki kimlik karmaşasına bağlıyorum. Sanatçıyı hep aynı yerde görmek isteyen insanlar bunu kimlik sahibi olmayla açıklıyorlar. Bu çok üzücü birşey. Eğer albüm daha iyi duygularla dinlenirse bu eleştirideki acemilik anlaşılacak sanırım. O.A: Bu tip yargıların kaynağı biraz da başkasını anlamaya çalışmakta ısrarsız ve içtenliksiz bir yadsıma psikolojisinde aranmalı. Her şeyi elde olan standart bilgilerle anlamaya çalışıyoruz. Bu da farklı ürünleri anlayabilmemizi biraz zorlaştırıyor. Piyasadaki müzik standardizasyonun da bu tarz tutumların oluşmasındak+i payı büyük. Sanatçı farklı birşeyler denemekten korkuyor, evrimci bir anlayış, pazarlıklı bir anlayış var. Haliyle üretilen şeyler de hep birbirine benziyor. G: Müzik bir anlamda her insanın (eğitimli, eğitimsiz, aydın veya değil) yapabileceği birşey. Ama kültürel-sanatsal ölçekte müziğin bu elverişliliği onun aleyhinde bir durum da oluşturuyor. Bizim toplumumuzun çoğunluğu senin de sözettiğin gibi ona verilenden başkasını istemekte ufuk açacak alternatif fikirlerden, bakışlardan uzaklaşmış/uzaklaştırılmış... hâlâ modern kapitalizmi, kentleşme olgusunu vs. bile kavrayabilmekten uzak; yeni alanı dışlayan, eskiye daha çok ahlaki anlamlar yükleyerek kendini kaybetme endişesiyle sarılan kısacası denemek istemeyen vb. olumsuz tutumlar hakim. Bunlar bizim önümüzdeki önemli engeller. Tabii sıradan, derinliksiz, tamamen piyasa referanslarıyla yapılmış bir ezginin, şarkının her neyse (üstelik bir de reklam fonksiyonu var) toplum tarafından beğeni bulması, sevilmesi anlaşılmayacak birşey değil benim için de. Ama insan yine de nasıl olur demekten kendini alamıyor. Gülbahar'a bu güzel sohbetinden dolayı teşekkürlerimi sunuyor, albümünde gerçekleştirdiği hüzünlü gezintiyi kendi kaleminden aktaran bir yazısından aldığım kısa bir bölümle bitirmek istiyorum: "şarkılarım biraz da beni anlatıyor ben de bir muhacirim. doğduğu topraklardan ayrılmadan da hep giden, yolculuğu hiç bitmeyen bir göçer sorsanız, çocuklarımın bile adlarını hatırlamadığım, adı sadece 'muhacirlerin evi' olan o basma perdeli evin bahçesinde oynayan küçük kızım hâlâ. şimdi içimi acıtarak dökülen sesler aslında o bahçede neşeyle söylediğim oyun şarkılarımdı... dokunmalı bize yaşadıklarımız, derinlerimizde bir yere değmeli o el..."
09. 02. 1999
Kadıköy

İçindekilere geri dön