!ktphane.gif (4763 bytes)

20. Sayı

Bir Saray'ın Öyküsü

Ali Onay

       Alibey (Moshonisia) asıllı bir Rum olan Çakırakis, devletin verdiği özel izinle, zeytin pirinesi almak için Ayvalık'a gelmiş ve bu sırada babamla dostluk kurmuştu. Bir kasım günü Çakırakis, babam ve ben Mithatpaşa mahallesinin kuzeydoğu yönünde bulunan, "deksemeni"nin (su havuzu) bulunduğu yere gittik. Havuzun ön cephesinde, musluğun üst kısmında güzel bir kornişle çevrilmiş üçgenin içinde Rumca bir yazı vardı. Çakırakis, yazıyı babama okudu ve anlatmaya başladı. "Bu su havuzu, bizler Ada'dan ayrılmadan bir yıl önce yapılmış bir yapıdır. Çünkü o yıllarda" -aşağıdaki eski yetiştirme yurdu olan binayı göstererek- "şu bina Episkopos'un (Grigorios Agathonikeos) sarayı idi. Episkoposun öldürülmesinden sonra uzun bir süre kapalı kaldı. Daha sonra ?ehir Meclisi bu sarayın öksüz yurdu olarak kullanılmasına karar verdi" dedi. Babam "Episkopos öldürüldü mü?" diye sordu. Çakırakis'in anlattığına göre Grıgorios Agathonikeos, Rusya'da misyonermiş. Yani, hristiyan dinini yaymak için, kilise tarafından görevlendirilmiş. Orada yıllarca kalan Episkopos, bulunduğu bu geniş bölgeyi iyice sömürerek büyük bir servet edinir. Moshonisia'ya (Alibey Adası) gelmeyi kafasına koyar. Fakat en büyük sorunu elde ettiği altınların adaya getirilmesidir. Zeki papaz çareyi de bulur. İçinde gizli bölmeleri olan tenekeler yaptırır. Altınlarını bu bölmelere yerleştirir ve tenekelerin büyük kısmını da alkollü içkiler ile doldurur. 1856 yılında adaya gelen papaz, tenekelerini kolaylıkla Türk gümrüğünden geçirir. Adanın denize hakim ve korunaklı en güzel yerini seçer. O zaman boş ve açıklık olan adanın bu kısmında yerleşim yoktur. Sarmısak'tan evin yapımında kullanılacak taşları getirtir ve taşları mahallinde yontturarak bu sarayı 1862 yılında inşa eder.* Sarayın civarıda yapılaşma, inşaat bitiminden 6 yıl sonra başlamıştır tüm ihtiyaçlar düşünülerek planlanmış, paratoneri, sarnıçları, yanma hamamı, taştan örme yağ ve şarap depoları, su ve erzak depoları, alafranga tuvaletleri ve toplantı salonu ile hiç bir eksiği olmadan inşa edilmiştir. Binanın önüne güzel bir iskelenin yapılması da ihmal edilmemiştir. Papaz, sarayını ve kendisini korumakla görevli Evzon kıyafetli korucular tutar. Ne yazık ki, insanlarda vefasızlık ve nankörlük vardır. Episkoposun hazinesini soymayı planlayan korucular, civardaki korsanlarla iş birliği yaparlar. Karanlık bir gecede iskeleden karaya çıkan korsanlara, sarayın kapısı, sözde korucular tarafından açılır. İçeriye giren korsanlar, Episkopos'u bir odada sıkıştırarak hazinesinin yerini göstermesini isterler. Tüm zorlamalara karşın Episkopos direnir ve hazinesinin yerini söylemez. Fakat bu sırada bir hata yapar; korsanlardan birine adıyla seslenir; "bre Yanni, sende mi bunlarla berabersin". Korsanları tanıdığını belli etmesi, ölüm ilânı olur. İhbar edilecekleri ihtimali korsanlarda paniğe yol açar ve Episkoposu öldürürler. Korsanlar hemen el altında bulabildikleri gümüş servis takımlarını ve altın kupaları alarak kaçarlar. Episkopos'un öldürülmesi bütün yöre ve civar adalarda şok etkisi yapar. Çakırakis anlatmaya devam eder; "Ben o dönem öğrenciydim. Yöre ve civar adalardan halk adya akın etmişti. Büyük bir cenaze töreni yapıldı. Öğrenciler olarak biz de törende yer almıştık. Episkoposun ölümünden sonra hazinesi çok arandığı halde bulunamamıştır. Israr ediyorum hazine hala o binanın içindedir." Daha önce belirttiğim gibi, bina o kadar mükemmel yapılmıştır ki belki inşa sırasından hazineyi gizlemek için duvarların içine özel bölmeler yapılmış olabilir. Çakırakis de bunu belirtmiş ve eklemişti; "Episkoposun öldürülmesinden çok sonra şehir meclisi, o zamana kadar kapalı tutulan sarayın öksüz yurdu olarak kullanılmasına karar verir. Sarayın karşısındaki mutfak ve yemek salonuna şehrin kuzeydoğusundaki dağda buldukları suları toplayarak künklerle bu deksameniye getirildi. Havuzdan da mutfağa ve saraya verildi. Bu bina adanın ve Ayvalık'ın en görkemli binasıdır. Adadan ayrıldığımız tarihe kadar bu bina öksüz yurdu olarak kullanılmıştır". Etrafı biraz daha seyrettikten sonra yağhanemize gittik. * Bu bina 1926 yılından sonra öksüz yurdu ve ilkokul olarak kullanılmaya başlandı. Çünkü mübadeleden sonraki ilk iki yıl ilk öğretim, erkek çocuklar için Taksiaris Kilisesinin avlusunda bulunan Rumlar zamanından kalma ilkokulda kız çocuklar için okulun yanındaki despotun evinde yapılmaktaydı. Daha sonra papazın sarayı tekrar ilkokul ve öksüz yurdu olarak kullanılmaya başlandı. 1927 yılında kurulan öksüz yurdu, 1935 yılında para sıkıntısı yüzünden kapatılmış ve 1952 yılına kadar yalnız ilkokul olarak kullanılmıştır. Ben de ilkokulu burada okudum. Çocukluğumda yaşımın küçük olmasına karşın çok becerikli bir çocuktum. Becerimi çeşitli zamanlarda ispat etmiş olduğumdan rahmetli hocam ve okul müdürü Naci Levent Bey bana çok güveniyordu. Bir gün çatıya çıkmamı ve çatının merkezinde bulunan paratoneri zımparalamamı istedi. Çatının tam ortasında büyükçe dört köşe bir taşın merkezinde yaklaşık iki metre boyunda kalınca bir demir dikilmişti. Bu demirin üzerinde doğu, kuzey, batı, güney yönlerini gösteren dört kalıcı çubuk tutturulmuş, çubukların ucunaysa E. N. W. O harfleri perçinlenmişti. Bu harflerin üst kısmında rüzgarların estiği yöne doğru dönebilen büyük bir ok konmuştu. Dikey demirin ucunda yaklaşık on santimetre boyunda ucu sivri içten yivli parlak madenden yapılmış paratöner vardı. Dikey demirin ucu erkek yivli olduğu için paratoner kolaylıkla demirin ucuna vidalanabiliyordu. Paratoner, ok ve harfleri taşıyan dik demir dört taraftan gergin tellerle çatıya bağlanmıştı. O dönemde paratonerin hangi madenden mamul olduğunu bilmiyordum. Yalnız Naci Levent Bey daha sonra platin olduğunu söylemişti. 5 ekim 1944 sabahı saat 00.30 da ada, Ayvalık ve yöresinde etkili olan depremde okul da hasar görmüştü. Milli Eğitim okulun tadilatı için bir müteahitle anlaşmıştı. İşte bu tamir sırasında paratoner çalınmıştı. Paratonerin niteliğini bilmeyen yöneticiler binanın tamiri sırasında onunla ilgilenmemişlerdir. Ancak yıllar sonra çalındığı anlaşılmıştı. Depremden sonra dağdan deksameniye (su havuzu) oradan da okul ve mutfağa gelen su engellenmiştir. O tarihte camii imamı olan Hüseyin Yapıcı havuzdan yaklaşık 200 metre yukarıdan geçen yolun üst tarafındaki hattan havuz ve kiliseye giden suların bir kısmını çelerek o yol üzerinde bir çeşme yaptırmıştır. Yıl 1945. Havuzdan yemekhaneye ve okula gelen kalan suları da yemekhanenin kuzey yönündeki yeraltı borusundan alarak camii şadırvanına akıtmış okul ve yemekhane susuz kalmıştır. Sarayın, 1952 yılında tekrar yetiştirme yurdu ve ilkokul olarak kullanılmasına karar verilmiştir. Oysa binada sarnıçtaki yağmur suyundan başka su yoktur. Yemekhane yönünde bulunan derin kuyu da günlük kullanma suyunu karşılamamaktadır. Bunun üzerine Ezer'lerin bahçesinin kuzeybatısında bulunan geniş hendekte Hasan Kıran'a (Kopuk Hasan) bir kuyu açtırılmıştır. Fakat istenilen nitelikte tatlı su çıkmamıştır. Bu su, ancak temizlik amaçlı kullanılabilmiştir. Yurdun içme suyu ihtiyacını da şehir şebekesi bağlanana kadar çeşitli vasıtalarla sağlamaya çalışmışlardır. Bina yetiştirme yurdu olduktan sonra çocuklar için çalışma ve eğlence salonu ihtiyacı doğdu. Yağ ve şarap depolarının yıkılmasına karar verildi. Depolar o kadar sağlam yapılmıştı ki balyoz, sivriçler ve maden kazmalarıyla günlerce uğraşarak yıkabilmişlerdir. Taban düzenlendikten sonra tasarlanmış çalışma ve sinema salonları yapılmıştır. Yetiştirme yurduna gelir sağlamak için sinemayı ilk yıllarda halka açık tutmuşlar ve halkın desteğini görmüşlerdir. Yeni yetiştirme yurdunun temeli 1978 yılında ihaleyi alan müteahhit tarafından atılmış son derece kaliteli bir yapı ortaya çıkmaya başlamış. Fakat yaptıkları yanlış bir hareketten dolayı parasal zorluklarla karşılaşmışlardır. Bu seferde inşaat mimar N. A'ya verilmiştir. Yeni mimar binayı tamamlayarak teslim etmiş ve bina 1985 yılında hizmete girmiştir. Eski bina boşaltılmıştır. O tarihten beri binanın tamiri için yapılan yazılı ve sözlü başvurularımız bugüne kadar cevapsız kalmıştır. Bina bugün 137 yıllıktr. Kapılar, pencereler, camlıklar hatta camların çoğunluğu dahi binanın inşa tarihinden kalmadır. Pencereler biraz bakım görmüş olsaydı daha 200 yıl dayanabilecek kalitede keresteden yapılmıştır. En ufak bir kurtlanma, çürüme yoktur. Fakat rüzgarın etkisyle duvarlara vura vura dökülmeye başlamıştır. Çatısı akmakta, duvarlar yağmur yağdığında oluklardan su almaktadır. Binanın üst katı depreme dayanıklı olsun diye keresteden yapılmış, iskeletin arası taş ve tuğlalarla örülmüş olduğundan yağmur sularıyla keresteler çürüyecek ve duvarların direnci kalmayacaktır. Tamir için yapılan başvurular üst düzey yöneticilerin olumlu yaklaşımları olmadığından binanın göz göre göre ölüme terk edilmiş olduğunu söylemek zorundayız. Adamızın incisi diyebileceğimiz eski yetiştirme yurdu ve yemekhanesi, 1924 yılının Mayıs ayında imzalanan Lozan Anlaşması gereğince Mübadele ile adaya gelen bütün Türklere karantina süresince konutluk etmiştir. İşte o tarihten beridir güzelim yapıyı tanıma fırsatım olmuştur. Okul çağına geldiğimde aynı yapıda ders gördüm. Bu yapı, bizler adaya gelmeden önce de okul olarak kullanıldığından sınıfların duvarlarında, altlı üstlü dizilmiş, çeşitli bitki ve hayvanlarını gösteren Avrupa baskısı yüzden fazla tablo bulunuyordu. Sıralar, kürsüler hatta yazı tahtaları pırıl pırıldı ve şimdikilerden çok farklıydı. Bu binada yüzlerce çocuk okumuş, mezun olmuştur. İlk mezunlarından hayatta kalanlar şimdi yetmişli yaşlarını yaşıyorlar. İlkokul yılları insanda okuluna karşı sevgi ve saygı uyandırır. İşte ben de çocukluk yıllarımda okuluma karşı duyduğum sevgiyi hala taşıyorum. Önünden geçtiğim zaman o kutsal binanın yavaş yavaş erimeye terk edilmiş olduğunu görmek bana büyük bir acı vermektedir. Yöremiz, Ayvalık ve Alibey adasında iki camiiden başka İslam ve Türk sanat eseri yoktur. Buradaki eserlerin Türk sanat eseri olmasa dahi korumamız gerektiğine inanıyorum. Ayrıca bu eserler şimdi bizim ve memleketimizin öz malıdır.
       1928 yılında Çakırakis ve babamla beraber deksameniye gidişimizi 68 yıl sonra hatırladığımda, çeşmenin üzerindeki yazıyı tekrar görmeye gittiğimde yazıların badanayla kapatılmış olmasına çok üzüldüm. İki günlük çalışmadan sonra yazıyı tekrar ortaya çıkardım. Badanayı o kadar kalın vurmuşlardı ki başlangıçta yazının sıva üzerine kazınarak yazıldığını sanmıştım ancak incelemem sonunda yazının mermer plaka üzerine kazılmış olduğunu farkettim. Yazıyı güzelce temizledikten sonra yazının üzerinden ince bir fıçayla siyah boya geçtim.

Yazının Türkçesi; Su Havuzu, Milli öksüz besleyen (doyuran) 1 Eylül 1921.

İçindekilere geri dön