!ktphane.gif (4763 bytes)

20. Sayı

Beyaz Eşeğin Çiftesi

Helim Yusuf

       Siz hiç devenin çıldırdığını gördünüz mü? Eşeğim, belki de görmüş olduğunuz o deveden daha beter çıldırmıştı. O piç doktor bana inanmamıştı ama, siz inanacaksınız, biliyorum. Hala o piçin birkaç sözü de aklımda: -Köpeğin bunu yaptığını gördüm... Kurd'un da... Ama eşek? Bu mümkün değil! Bu birşey değil, karakol da inanmadı. İmdadıma erken yetişmedikleri için akan onca kanımı unutacağımı mı sandınız! Ama Allah rızası için; eğer böyle çıldırmış bir deve görmüşseniz, söyleyin. İki yıl önce o beyaz eşşeği aldığımda, bir deri bir kemikti; onu önceleri saman ve arpa ile besliyordum. Bu son zamanlarda ise onu tümden arpa ile beslemeye başladım. Sonra sizi nasıl inandırayım, neyin üzerine yemin edeyim ki, artık o benim için aileden biri gibiydi. Öyle ki bir gün Selamo -elerinizden öper- bana komşuların şu dedikodusunu ulaştırdı: -Dehoların Yusuf'u eşeğine çocuklarından daha iyi bakıyor... Her gün onunla konuşuyordum. Bütün dertlerimi, sıkıntılarımı onunla paylaşıyordum, kulaklarını dikip beni dinliyordu. Onunla derteştiğim zamanlar hariç, kulaklarını öyle diktiğine bir tek dişi eşekler anırdıklarında şahit olduğum için onu dost sanmıştım ama başıma getirdiklerini görüyorsunuz. Keşke bir devenin çıldırma anını, çıldırınca neler yaptığını görmüş olsaydınız. Fesüphanellah! Onu aldığım kış -biliyorsunuz kış mevsiminde eşekler ucuz olur ama yaz geldi mi, bostan zamanı oldu mu kıymete binerler, fiyatları artar- tek bir damla yağmur yağmadı. Ya rabbim!.. Saçlarımda tek bir siyah tel kalmadı ve bu yaşıma geldim de böyle kurak bir kış görmedim. Belki de Kur'an yapraklarının arasında şeyhin göğsünden düşmüş bir kıl bulunduğu haberini aldığımızı ve bunun kıyamet günü işaretlerinden biri olduğunu siz de hatırlıyorsunuzdur? Bildiğiniz gibi şehrin çıkışında, mezarlığın hemen yanında elbiselerimizi ters giydiğimizde, Allah bize acıdı da rahmet yağdırdı. Namaz kıldık, ellerimizi göğe kaldırdık ve dileğimiz kabul edilene kadar hiç hareket etmeden öylece bekledik ama doğrusu bu ya şu sözü duyduğumda çok öfkelendim: -Bu kuraklığı senin eşeğin getirdi başımıza... İnanır mısınız, karşısında oturan adam da onu destekledi! -Palo burada olsaydı, bu eşeğin hakkından kolay gelirdi... Babasının traş takımlarının arasına gizlenmiş cevizleri bile çalan Palo'dan söz ettiğini, bazılarınız biliyor olmalı. Bu velet, kedi ve eşeklerin ayaklarını bağlıyor sonra da kuyruklarını, kulaklarını ve erkeklik aletlerini kesmeye başlıyordu. Üstelik bize komşuydu. Bir keresinde annesi bahçenin bir köşesinde eşek ve kedilerin kulak ve kuyruklarıyla dolu büyük bir sandık bulmuştu. Okulu terk eden Palo'nun bütün dünyası sanki eşek ve kedilerin kesik organlarıyla sınırlanmıştı. Bu nedenle, askere gittiğinde rahat bir nefes almış, çok sevinmiştim. Eşeğini Palo'nun gazabından askerlik kurtardı. ?u son zamanlarda bazı hareketleriyle beni korkutmaya başlayana kadar, eşeğime özen ve dikkatle bakıyordu. Durup dururken çifte atmaya başladı. Bunu nedeni hemen anladım. Ancak karnı tok olanlar çifte atardı. Başımdan geçen bazı olaylar, beni bu gerçeğe götürdü. Artık eşeğim eskisi gibi kulaklarını dikip beni dinlemiyordu. Bu son olayın gerçekleştiği gün bostanda kavun ve karpuz topluyordum. Birden bana çok tuhaf baktığını fark ettim. Ama artık çok geçti, elimi kaptı. Önce oynamak istediğini sandım, ama başkaydı, canımı yakmaya başladı. Bağırmak istiyordum, fakat etrafta yardıma gelebilecek hiç kimse yoktu. Arazi bomboştu. Görünürde bir tek kuzeyde sınırda nöbet tutan askerler vardı. Dişleri kenetlendi, daha fazla sıkmaya başladı, allah vekilim olsun acıdan, bıçakla yarılmış bir kavun gibi ortadan ikiye ayrılmak üzereydim! Kızdım, onu azarladım, diğer elimle suratına bir kaç yumruk vurdum! İşe yaramadı. Sağ elimin büyük parmağını çiğnedikçe feryat ediyordum. Bana mısın demiyor, parmağımı çiğnemeye devam ediyordu! Ağzından salya köpük içinde kanımın yere damladığımı görünce ayaklarının dibine yığılıp kaldım. Çıldırmış deveye dönmüştü! Ön ayaklarıyla göğsüme bastı. Acaba siz hiç çıldırmış bir deve gördünüz mü? Görmüş olsaydınız keşke. Daha fazla dayanamadım, bayıldım. Gözlerimi açtığım da eşeğin uzaklaştığını, sağ tarafa doğru gittiğini gördüm. Biraz sonra Hazre Köyü tarafından biri gelmeye başladı. Halsizdim, ayakta duramıyordum. Adam beni traktörüne bindirdi ve askerlere beddua okumaya başladı. Bana: -Sınırdaki o itler sana kurşun sıktılar... değil mi?diye sorduğunda verdiğim cevabı hatırlamıyorum ama yiğit adamdı doğrusu. Sonra kendimi beyaz elbiseli "doktor" un ellerin arasında buldum. Beni tedavi etmiyordu: -Kaçakçısın sen... değil mi? Polis te başını sallıyor. Beni yalancı çıkarmaya çalışıyordu: -Eşek!... Ve bütün bunları yapacak?! Yaramdan kan akmaya devam ediyordu. Ve onlar beni sıkıştırmaya devam ediyor, tedavi etmek için yalan söylemeye zorluyorlardı. Ama bunu red ettim. Yalan söylemedim. Evet, bunu eşek yaptı. Eşek!.. Eşek!.. Ey eşeklerin zamanı! Ve tam o anda kapıdan kim girse iyi? Belki inanmayacaksınız ama ağzının etrafında, ayaklarında kurumuş kanıyla içeri giren beyaz eşeğimin ta kendisiydi... Biri korkuyla fısıldadı: -Kıyamet günü yaklaştı, bu onun işareti... Eşek, usulca bana yaklaştı. Ve su dolu melül gözleri öyle açık kaldı. Sanki konuşacak, bana -benim bilmediğim- bir şey söyleyecekti ama konuşmadı. Öfkeyle anırdı ve dört nala karakola doğru koşmaya başladı...

Çeviren: Rahmi Batur

İçindekilere geri dön