!ktphane.gif (4763 bytes)

21. Sayı

Küçük Cep Aynaları Ve Resim Üstüne

Gülseren Dikilitaş

Serdar Şencan; gerekliliğine inandığı bir işi, günümüz sanat ortamında çok özel ve farklı bir yerde, tüm güçlüklerine seve seve katlanarak, olması gerektiğine inandığı biçimde yapıyor. Şencan'ın resimleri üzerimize tutulmuş küçük cep aynaları gibi; çocuğun biri olmadık bir tarafımıza tutar da utandırır ya bizi hani !
Sayısız imge ve renk, bir o kadar da anlam yüklü tuvaller, Şencan sanki yıllarca Fellini ustayla çalışmış da sonradan ustasına azıcık ihanet edip film yerine resim yapmış gibi. Onun filmlerindeki gibi renkli (s)imgelerle, neredeyse fantastik denebilecek bir dille gerçeği anlatıyor. Belki de her ikisinin geçmişinde de yer alan karikatür serüveni onları birbirine yaklaştırıyor. Fellini film yapmadan önce küçük karalamalarla düşünüyor ve bunlar için 'tıpkı bir labirentten çıkışı sağlayan ipuçları gibi...' yine bir başka yerde 'ilgili oldukları filmin amacını, biçimini gizemli bir biçimde taşıyan küçük simgelerdi bunlar' diyor. Fellini'nin ikinci cümlesindeki 'film' sözcüğü yerine 'yaşamın' sözcüğünü koyduğumuzda Şencan'ın resimlerini çok iyi açıklayan bir ifade oluşuyor. Simgeleri kullanım biçimini şöyle açıklıyor Fellini; simge, ifade edilmesine izin verilmeyenleri gizlemenin bir yolu değil, bir sezgiyi ifade etmeye elverişli bir araçtır, üstelik birkaç anlama çekilebilen bir biçimde. Bu tanım Şencan'ın simgeleri kullanımını açıklarken de değişmiyor. Yaşama bakış açıları çok farklı noktalardan olsa da, gördükleri ve gösterdikleri şaşırtıcı biçimde birbirine benziyor. Her ikisine göre de yaşam neredeyse 'saçma' denebilecek bir akış içinde, bütün bu saçmalıkların bizi bu kadar kavramaları, dizginlenemez oluşları ise etkileyici oluşlarını ve inanılmazlıklarını arttırıyor. Fellini daha çok hisleri ve sezgileri yoluyla kavradığı gerçekliği anlatırken bu durum Şencan'da duyguların ya da gerçeğin bir yansıması değil gerçekliğin ve düşüncenin kendisinin resim yoluyla yakalanmaya çalışılmasıdır. Bu anlamda Şencan'ın anlatımı dışavurumculukla ya da başka bir anlatımcı sanat anlayışı ile tam olarak örtüşmüyor. Bireyselliğin her alanda olduğu gibi yoğun yaşandığı sanat ortamında, günümüz sanatçısını var olan herhangi bir akım veya anlayışla açıklamaya çalışmak çok doğru görünmüyor olsa da belki 'simgesel anlatımcı' bir anlayıştan söz edilebilir.
Şencan'ın sıkça kullandığı simgelerden biri olan ve her yerde, her zaman, gerekli gereksiz takılan "kara gözlükler" para babasından mafya babasına, sokak satıcısından politikacıya herkesin bir parçası olmuşsa da artık bir gizleme aracından çok deşifre edici bir "şey" gibi. Şencan'ın sürekli yinelediği bir başka simge olan köpek, sistemin artıklarıyla beslenen ve bu nedenle de ona sonuna dek sadık kalanı, kırmızı renk yakıp yıkan, yok eden ortamı simgeliyorlar. Balığın ise yeri ayrı. O, elimizden alınan, yok edilen ütopyaların nesnelleşmiş görünümü. Bir başka resmin konusu olan gemidekiler "Gemisini kurtaran kaptan" anlayışı ile yaşayıp da içinde bulundukları geminin batmak üzere olduğunu fark edemeyenlere bir gönderme.
Resimlerinde sıklıkla kullandığı yeşil ve kırmızı ortaya çıkarıcı zıtlıklarıyla çelişkileri görünür kılıyor. Kapitalist sistemi ve onun dişlilerini oluşturan toplumu eleştiriyor, sorguluyor Şencan; bir aydın olarak üstüne düşeni yapıyor. Geçmişte yapmış olduğu karikatür çalışmasının kendisine kazandırmış olduğu görme ve düşünme biçiminin etkisiyle kendine özgü bir anlatım dili var Şencan'ın.
Tüm karmaşıklığı ve çelişkileriyle yaşamı, daha çok da bizim bulunduğumuz coğrafyada olup biteni, birbirine geçmiş ilişkileri, bütün değerlerin tüketilmesini yansıtıyor. Her şeyin metalaştığı fetişist (nesne sever) bir toplum neredeyse bir şölen havasında, inanılmaz oburluk ve doymak bilmez bir açgözlülükle silip süpürüyor önüne geleni. Her biri kendi havasında bu "etobur" insanımsı "şey"ler, özleri gereği dinamik olmayan, neredeyse durağan bir görünüş içindeler. Aynı öz'ün farklı görünüşlerinden oluşan bu topluluk şuursuz bir halde yerine getiriyor kanlı tapınmalarını. Farklı toplum kesimlerine gönderme yapan acayip-komik figür(an)ler yığınsal dizilimlerle önümüzden geçiyorlar. Ortam geri dönüşümsüz bir biçimde bozulmuş gibi görünse de hiç de karamsar bir biçim yaratmıyor.
Bunu çarpıcı renkler mi, ince mizah mı sağlıyor?
Bütün bu karmaşanın bir şenlik havasında görünmesi mi?
Yoksa Şencan'ın deyimiyle ütopyalarının resimlerinin bir köşesine küçük de olsa yansımış olması mı?
Ne insan ne hayvan olan bu "şey"ler nasıl oluyor da zihnimizde gönderildikleri yeri hemen buluveriyorlar?
"Siz farkında mısınız bilmem ama" diyor, "işte bütün bunlar oluyor sıcak evlerimizin dışında, haberiniz var mı?"
Yani resim yapıyor olmak için yapılmış değil bu resimler, söylemek istediklerini doğrudan onlarla aktartıyor bize.
Bir de Şencan'ın çalışma yöntemiyle ilgili olarak usanmadan, yorulmadan zihnindekine ulaşıncaya kadar birbiri üstüne çizip boyadığı, silip tekrar boyadığı sayısız imge var resimlerinin boya katmanları arsında. "Yitik" görüntülerin görünenin hemen ardında olduğunu bilmek, aynadaki görüntüye hiçbir zaman sahip olunamayacağı gibi, yaşam karşısında da hissedilen o bütünüyle kavranamaz, ele geçmez, hatta tanımlanamaz bir taraf olduğunu anımsatıyor. Üstümüze tutulmuş bu aynaların önünden geçerken her ne kadar içlerinde kendi yansımamızı bulmak istemiyor olsak da, içinde yaşadığımız toplumun bir parçası olarak hepimizden bir şey'ler var. Üstelik biz ne kadar görmezden gelmek istesek de bu aynalar ısrarla yineliyor bazı imgeleri: birinden kaçabilen bir sonrakine yakalanıveriyor.
Kısacası aynanın yansıttığı, ışığın gösterdiği tam olarak içinde yaşadığımız sistemin ruhu. Şencan, bu ruhun gerçek yüzünü yakalamış, görünür kılmış; ona kaçacak delik, değiştirecek kılık bırakmamış. Serdar Şencan görünenin ardındakini, bulunduğumuz noktadan başka bir açıyla görmemizi sağlıyor.

İçindekilere geri dön