21. Sayı
Serdar Şencan; gerekliliğine inandığı bir işi, günümüz sanat ortamında çok
özel ve farklı bir yerde, tüm güçlüklerine seve seve katlanarak, olması
gerektiğine inandığı biçimde yapıyor. Şencan'ın resimleri üzerimize tutulmuş
küçük cep aynaları gibi; çocuğun biri olmadık bir tarafımıza tutar da utandırır
ya bizi hani !
Sayısız imge ve renk, bir o kadar da anlam yüklü tuvaller, Şencan sanki yıllarca
Fellini ustayla çalışmış da sonradan ustasına azıcık ihanet edip film yerine resim
yapmış gibi. Onun filmlerindeki gibi renkli (s)imgelerle, neredeyse fantastik
denebilecek bir dille gerçeği anlatıyor. Belki de her ikisinin geçmişinde de yer alan
karikatür serüveni onları birbirine yaklaştırıyor. Fellini film yapmadan önce
küçük karalamalarla düşünüyor ve bunlar için 'tıpkı bir labirentten çıkışı
sağlayan ipuçları gibi...' yine bir başka yerde 'ilgili oldukları filmin amacını,
biçimini gizemli bir biçimde taşıyan küçük simgelerdi bunlar' diyor. Fellini'nin
ikinci cümlesindeki 'film' sözcüğü yerine 'yaşamın' sözcüğünü koyduğumuzda
Şencan'ın resimlerini çok iyi açıklayan bir ifade oluşuyor. Simgeleri kullanım
biçimini şöyle açıklıyor Fellini; simge, ifade edilmesine izin verilmeyenleri
gizlemenin bir yolu değil, bir sezgiyi ifade etmeye elverişli bir araçtır, üstelik
birkaç anlama çekilebilen bir biçimde. Bu tanım Şencan'ın simgeleri kullanımını
açıklarken de değişmiyor. Yaşama bakış açıları çok farklı noktalardan olsa da,
gördükleri ve gösterdikleri şaşırtıcı biçimde birbirine benziyor. Her ikisine
göre de yaşam neredeyse 'saçma' denebilecek bir akış içinde, bütün bu
saçmalıkların bizi bu kadar kavramaları, dizginlenemez oluşları ise etkileyici
oluşlarını ve inanılmazlıklarını arttırıyor. Fellini daha çok hisleri ve
sezgileri yoluyla kavradığı gerçekliği anlatırken bu durum Şencan'da duyguların ya
da gerçeğin bir yansıması değil gerçekliğin ve düşüncenin kendisinin resim
yoluyla yakalanmaya çalışılmasıdır. Bu anlamda Şencan'ın anlatımı
dışavurumculukla ya da başka bir anlatımcı sanat anlayışı ile tam olarak
örtüşmüyor. Bireyselliğin her alanda olduğu gibi yoğun yaşandığı sanat
ortamında, günümüz sanatçısını var olan herhangi bir akım veya anlayışla
açıklamaya çalışmak çok doğru görünmüyor olsa da belki 'simgesel anlatımcı'
bir anlayıştan söz edilebilir.
Şencan'ın sıkça kullandığı simgelerden biri olan ve her yerde, her zaman, gerekli
gereksiz takılan "kara gözlükler" para babasından mafya babasına, sokak
satıcısından politikacıya herkesin bir parçası olmuşsa da artık bir gizleme
aracından çok deşifre edici bir "şey" gibi. Şencan'ın sürekli yinelediği
bir başka simge olan köpek, sistemin artıklarıyla beslenen ve bu nedenle de ona sonuna
dek sadık kalanı, kırmızı renk yakıp yıkan, yok eden ortamı simgeliyorlar.
Balığın ise yeri ayrı. O, elimizden alınan, yok edilen ütopyaların nesnelleşmiş
görünümü. Bir başka resmin konusu olan gemidekiler "Gemisini kurtaran
kaptan" anlayışı ile yaşayıp da içinde bulundukları geminin batmak üzere
olduğunu fark edemeyenlere bir gönderme.
Resimlerinde sıklıkla kullandığı yeşil ve kırmızı ortaya çıkarıcı
zıtlıklarıyla çelişkileri görünür kılıyor. Kapitalist sistemi ve onun
dişlilerini oluşturan toplumu eleştiriyor, sorguluyor Şencan; bir aydın olarak
üstüne düşeni yapıyor. Geçmişte yapmış olduğu karikatür çalışmasının
kendisine kazandırmış olduğu görme ve düşünme biçiminin etkisiyle kendine özgü
bir anlatım dili var Şencan'ın.
Tüm karmaşıklığı ve çelişkileriyle yaşamı, daha çok da bizim bulunduğumuz
coğrafyada olup biteni, birbirine geçmiş ilişkileri, bütün değerlerin
tüketilmesini yansıtıyor. Her şeyin metalaştığı fetişist (nesne sever) bir toplum
neredeyse bir şölen havasında, inanılmaz oburluk ve doymak bilmez bir açgözlülükle
silip süpürüyor önüne geleni. Her biri kendi havasında bu "etobur"
insanımsı "şey"ler, özleri gereği dinamik olmayan, neredeyse durağan bir
görünüş içindeler. Aynı öz'ün farklı görünüşlerinden oluşan bu topluluk
şuursuz bir halde yerine getiriyor kanlı tapınmalarını. Farklı toplum kesimlerine
gönderme yapan acayip-komik figür(an)ler yığınsal dizilimlerle önümüzden
geçiyorlar. Ortam geri dönüşümsüz bir biçimde bozulmuş gibi görünse de hiç de
karamsar bir biçim yaratmıyor.
Bunu çarpıcı renkler mi, ince mizah mı sağlıyor?
Bütün bu karmaşanın bir şenlik havasında görünmesi mi?
Yoksa Şencan'ın deyimiyle ütopyalarının resimlerinin bir köşesine küçük de olsa
yansımış olması mı?
Ne insan ne hayvan olan bu "şey"ler nasıl oluyor da zihnimizde
gönderildikleri yeri hemen buluveriyorlar?
"Siz farkında mısınız bilmem ama" diyor, "işte bütün bunlar oluyor
sıcak evlerimizin dışında, haberiniz var mı?"
Yani resim yapıyor olmak için yapılmış değil bu resimler, söylemek istediklerini
doğrudan onlarla aktartıyor bize.
Bir de Şencan'ın çalışma yöntemiyle ilgili olarak usanmadan, yorulmadan zihnindekine
ulaşıncaya kadar birbiri üstüne çizip boyadığı, silip tekrar boyadığı sayısız
imge var resimlerinin boya katmanları arsında. "Yitik" görüntülerin
görünenin hemen ardında olduğunu bilmek, aynadaki görüntüye hiçbir zaman sahip
olunamayacağı gibi, yaşam karşısında da hissedilen o bütünüyle kavranamaz, ele
geçmez, hatta tanımlanamaz bir taraf olduğunu anımsatıyor. Üstümüze tutulmuş bu
aynaların önünden geçerken her ne kadar içlerinde kendi yansımamızı bulmak
istemiyor olsak da, içinde yaşadığımız toplumun bir parçası olarak hepimizden bir
şey'ler var. Üstelik biz ne kadar görmezden gelmek istesek de bu aynalar ısrarla
yineliyor bazı imgeleri: birinden kaçabilen bir sonrakine yakalanıveriyor.
Kısacası aynanın yansıttığı, ışığın gösterdiği tam olarak içinde
yaşadığımız sistemin ruhu. Şencan, bu ruhun gerçek yüzünü yakalamış,
görünür kılmış; ona kaçacak delik, değiştirecek kılık bırakmamış. Serdar
Şencan görünenin ardındakini, bulunduğumuz noktadan başka bir açıyla görmemizi
sağlıyor.