21. Sayı
İnsan toplumlarının düşünsel tarihine yönelik bir araştırmada bulunduğumuzda
karşımıza çıkan en önemli ve anlamca en zengin kavramlardan biri de Akıl
(Vernunft)dır. Diğer toplumları gözardı etmeksizin düşünce tarihinin sistematik
bir serimlenişinde- ortaya konuşunda 'Antik Yunan Düşüncesi' ile başlamak genel
kabul gören bir anlayış olduğu için; ben de 'Akıl' kavramının bu düşünme
dünyasındaki anlamını-anlamlarını felsefece irdelemekle işe başlamak istiyorum.
'Antik Yunan Düşüncesi'nde 'Akıl' karşılığında kullanılan 'logos' kavramı [ki
'Akıl' kavramına karşılık gelen başka kavramlar da bulunmaktadır: 'Nous', 'Noesis',
'Dionoia', 'Logistikon'...Ancak biz konumuzla ilgisi ve kapsayıcılığı-anlamca
zenginliğinden ötürü bu kavramları değil de 'logos'u tercih ediyoruz] birden çok
anlamı kendi içinde barındıran, anlamca oldukça yüklü bir yapı özelliği
göstermekte ve özellikle 'pre-Sokratik' Düşünürlerde (Herakleitos, Parmenides) ve
onların düşünme-söyleme tutumlarında önemli bir yer tutmaktadır.
'Logos'un anlamlarından en belirgin olanlarını şöyle sıralamak olanaklıdır: "
'İlişki', 'Ölçü', 'Varlık Nedeni', 'Neden', 'Açıklama', 'Tümce', 'Bildiri',
'Tanım', 'Gerekçe', 'Akıl', 'Yasa', 'Dil' "(1)
Ayrıca bu kavramlardan türeyen diğer anlamlar içinde öne çıkan bir diğeri de
'Toplamak'tır (Lat. Legein; Alm. Versammeln). 'Toplamak' anlamına özellikle
değiniyorum, çünkü: "Logos sözcüğü varolan herşeyi varlığında toplayan ve
orada önümüze seren şeyin adıdır. Logos, varolanın varlığının kendisinde olup
bittiği şeyi adlandırır."(2)
Buradan da açıkça anlaşılıyor ki 'Antik Yunan Düşünmesi'nde Dil - Düşünme -
Varlık arasındaki ayırımlar belirgin değil; [hatırlatmak isterim ki Parmenides de
'Düşünme ve Varlık bir ve aynıdır' diyordu.] tersine iç içe geçmiş -deyim
yerindeyse dertop olmuş- bir özellik gösterir, 'logos'tan ötürü... Ve 'logos' bu
durumu-konumuyla düşünmeyi, sonra da felsefeyi olanaklı kılar...
Bu düşünsel ortamda 'Logos' kavramının henüz en geniş anlamıyla varlıktan, dilden
ve düşünmeden ayrılmadığını söylemek olanaklıyken; kavramın daha sonraki
gelişim ve kullanım sürecine baktığımızda [özellikle Latinceye transkripsiyonunun
yapılmasıyla] yukarıda belirlemeye çalıştığımız durumun tam tersi bir durumla
karşılaşırız.
Latincede 'Akıl' karşılığı kullanılan 'Ratio'nun şu anlamlara sahip olduğunu
belirtebiliriz: " 'Neden', 'Akıl', 'Hesaplama', 'Sayma', 'Yöntem', 'Düşünce',
'Döküm yapma',vs." Felsefe içindeyse bu kavram şöyle tanımlanabilir:
"Ratio kelimesinin Latince kökü 'reor'dur; bu kelimenin felsefedeki asıl manası
birşeyi hesap etmek, bir şey hakkında hesap vermek, bazı esas prensiplerden hareket
ederek ve bunlara dayanarak sonuçlar çıkarmaktır."(3)
Bu anlayışın tipik temsilcisi olarak Descartes'ı gösterebiliriz. Onunla birlikte
'akıl' artık bir töz (res cogitans) düzeyine yükseltilmiş ve 'akıl' doğayı
düzenlemeye, ona hükmetmeye yönelen önemli bir alet konumuna gelmiştir. Bu noktadan
itibaren açıkça söyleyebiliriz ki: 'Akıl'ın, 'Varlık' ve 'Dil' ile olan içsel
ilişkisi artık yitmiş; 'Akıl' (Ratio), 'Varlık' ve 'Dil' üzerinde belirgin bir
egemenlik kurmuş ve 'Akıl' aracılığıyla Varlık artık 'Varlık olarak varlık'
değil, hesaplanabilir, belirlenebilir ve tabii ki özsel olarak bilinebilir bir yapıya
-şu ya da bu biçimde- indirgenmiştir.
'Akıl' ve Akılcılığın gelişimi, beraberinde, 'Deney' ve Deneyciliği de
getirmiştir düşünce tarihine. İlkçağda kısıtlı ve kısmen gelişen Deneycilik,
doruğuna 16.yüzyıldan itibaren çıkmaya başlar. [Hume, Locke, Berkeley] Burada tek
tek bu filozofları ele almak yerine genel olarak 'Akılcılık' ve 'Deneycilik'
arasındaki ayrımları vermek daha yol açıcı olacaktır. Bu ayrımlar şöyle ortaya
konabilir: "Sınırlı ve teknik anlamı içinde Akılcılık, değişmez bir
biçimde Deneyciliğin karşısındadır ve her ne kadar aşırı derecede basite
indirgemeden kaçınmak için bu ayırımın özenle yapılması gerekiyorsa da, bu
ayırım Akılcılık felsefesiyle ilgili herhangi bir tartışmanın, yararlı ve
kaçınılmaz başlangıç noktası olmaktadır. Yunanca 'empeiria' (deneyim)
sözcüğünden gelen Deneycilik (empiricism), insan bilgisinin doğası ve kökeni
hakkındaki bir savdır; birçok çeşitlemesi ve farklı formülasyonları olmakla
birlikte, esas itibariyle tüm insan bilgisinin sonul olarak duyusal deneyimden
çıktığı savıdır. Buna karşın Akılcılar, bilginin edinilmesinde duyular yerine
aklın oynadığı rol üzerinde durmaktadırlar. Bazı Akılcılar, duyuları, bilginin
temeli konusunda içsel olarak kuşkulu ve güvenilmez bularak mahkum etmekte; bazıları
ise duyusal deneylerin insan bilgisinin gelişmesinde bir anlamda zorunlu olduğunu
söylerken, yine de duyusal deneylerin kendi başlarına hiçbir zaman yeterli
olamayacağını savunmaktadırlar. Tüm akılcı filozoflar, özellikli bir yaklaşımla
a priori bilginin olanağını göz önüne alırlar. A priori bilgi, çoğu zaman
deneyden önce edinilen bilgi olarak tanımlanır; ancak 'bir önermenin doğruluğu
herhangi bir duyusal gözlemden bağımsız olarak ortaya konuyorsa, o önerme a priori
olarak bilinmektedir' demek daha uygundur. Deneyciler, a priori bilinebilecek önermelerin
yalnızca bilgi verici olmayan türden önermeler olduğunu, yani 'bekarlar evli
değildir' gibi dünya hakkında bilgi vermeyen ve yalnızca söz konusu terimlerin
tanımlarına bağlı kalan totolojiler olduğunu öne sürme eğilimindedirler.
Akılcıların görüşü ise, a priori bilginin hiçbir şekilde totolojilerle
sınırlandırılamayacağı yönündedir. Tam aksine, Akılcılar, gerçeklik hakkında,
insan zihninin doğası hakkında ve evrenin doğası ve içerdikleri hakkında, deneyden
bağımsız olarak, aklın ışığıyla içerikli ve sağlam doğruluklara
ulaşacağımızı öne sürmektedir."(4)
Yukarıda ana çizgileriyle belirlemeye çalıştığımız 'Akılcılık' - 'Deneycilik'
karşıtlığını kendine has bir biçimde Kant çözer. Onun bu çözümüne geçmeden
önce 'Akıl' kavramını salt akıl ve pratik akıl bağlamında [ve onun anlam
içeriğini de göz önünde bulundurarak] ortaya koyalım: "Almanca'da akıl
kelimesinin karşılığı olan Vernunft'un kökü vernehmen'dir. Bunun manası,
kökünü, temelini bütün varlığımızda bulan manevi bir duygu vasıtasıyla bir
şeyin farkında olmak, kendisini yahut başkasını sorguya çekmek, bir sesi işitmek ve
dinlemektir. Mahkemede yargıç, tanıkların ifadesini dinler; bunun formel ifadesine
göre bir karar verir. Fakat ahlak alanındaki mana değişiktir; burada kendi kendimizi
sorguya çekiyoruz ve dış motivlerden bağımsızız; kendimizi dinliyoruz ve ona göre
bir karar veriyoruz; kendimizi aldatmaya çalışabiliriz; fakat kendimizi
aldattığımızı da hemen tespit eder ve cezamızı gene kendimiz veririz. Burada
alınan ifadede tanık, suçlanacak kimse ve yargıç aynı kişide, tek bir insanda
toplanmaktadır. Fakat eğer bu insanın manevi kulakları varsa, şaşmadan kararını
verir. Gerçekten burada bir kişi, başka bir kişiden şikayet ediyor; bu başka kişi,
ideal yahut gerçek olsun, aklın yarattığı bir kişidir."(5)
Bu belirlemelerden sonra tekrar Kant'ta 'Akıl' ve 'Deney' arasındaki ilişkiye bakacak
olursak; Kant için: "...tüm bilgimizin deneyim ile başlamasına karşın, bundan
tümünün de deneyimden doğduğu çıkmaz."(6) Ve "...İnsan bilgisinin belki
de ortak ama bizim için bilinmeyen tek bir kaynaktan doğan iki kökü vardır -
duyarlık ve anlak. Bunlardan ilki yoluyla bize nesneler verilir, ikincisi yoluyla ise
düşünülürler."(7) Burada duyarlık- deneyime, algıya, duyuma; anlak ise
düşünmeye ve dar anlamıyla Akıl'a karşılık gelir. Ancak dikkat edilmelidir ki
Kant'ta 'Akıl' geniş anlamıyla ele alındığında geleneksel metafiziğin temel
konularını [ding an Sich, Ruh, Evren, Tanrı, Özgürlük] işleyen ve bununla da
yetinmeyip anlama yetisinin (Verstand) kategorilerini de düzenleyen regülativ bir
özelliğe de sahiptir. Kant'ta 'akıl' hem metafizik yapıları hem de bilimsel
yapıları derleyip toparlayan, kendi üzerine katlanarak yine kendisinin sınırlarını
çizen bir yapıya sahiptir.
Söylediklerimizi toparlayacak olursak; Akıl aracılığıyla gerçekliği, varlığı,
olup biten her süreci ve yapıyı belli ölçülerde bilebilir-anlayabiliriz: "Bir
tür 'mutlak' doğruluğa ulaşabileceğimiz anlayışı elbette yanlıştır; bizler
sonulu varlıklarız ve gerçeklik, eğer sonsuz değilse, bizim sonlu zihnimizle
(aklımızla) kavrayabileceğimizden kesin olarak daha geniştir. Ancak gerçekliğin
geniş ve karmaşık yapısını yansıtacak kusursuz bir ayna inşa edemesek bile, en
azından onun yapısının bir kısmının farkına varabiliriz, her ne kadar zorunlu
olarak karanlık ve görüntüyü bozan bir camdan bakarak olsa da."(8)
(1) Erdal Yıldız, 'Felsefe Tarihi Bağlamında Aklın Serüveni', Cumhuriyet Kitap
Eki, Sayı:321, 11Nisan 1996, İstanbul s:11 Ayrıca bkz. Önay Sözer, 'Felsefenin
ABC'si' Kabalcı Yay. 2.Baskı, İstanbul, 1995 s:25
(2) M.Heidegger, 'Logos (Heraklit, Fragment 50)', Vortrage und Aufsatze, Neske Verlag,
Stuttgart 1985 s:219
(3) Takiyettin Mengüşoğlu, 'Kant ve Scheler'de İnsan Problemi', İ.Ü.E.F.Yay.,
2.Baskı, İstanbul 1969, s:23
(4) John Cottingam, 'Akılcılık', çev: Bülent Gözkan, Sarmal Yay., 1.Baskı,
İstanbul 1995, s:14-15
(5) Takiyettin Mengüşoğlu, 'Kant ve Scheler'de İnsan Problemi' s:25
(6) I.Kant, 'Arı Usun Eleştirisi', çev:Aziz Yardımlı, İdea Yay. 1.Baskı, İstanbul
1993, [B2] s: 38
7) A.g.e. [ B30-A16] s: 48
(8) John Cottingham, 'Akılcılık', s: 156