!ktphane.gif (4763 bytes)

21. Sayı

Akıl Üzerine Kısa Bir İnceleme
"Akıl, akıl; gel peşime takıl !"

Erdal Yıldız

İnsan toplumlarının düşünsel tarihine yönelik bir araştırmada bulunduğumuzda karşımıza çıkan en önemli ve anlamca en zengin kavramlardan biri de Akıl (Vernunft)dır. Diğer toplumları gözardı etmeksizin düşünce tarihinin sistematik bir serimlenişinde- ortaya konuşunda 'Antik Yunan Düşüncesi' ile başlamak genel kabul gören bir anlayış olduğu için; ben de 'Akıl' kavramının bu düşünme dünyasındaki anlamını-anlamlarını felsefece irdelemekle işe başlamak istiyorum.
'Antik Yunan Düşüncesi'nde 'Akıl' karşılığında kullanılan 'logos' kavramı [ki 'Akıl' kavramına karşılık gelen başka kavramlar da bulunmaktadır: 'Nous', 'Noesis', 'Dionoia', 'Logistikon'...Ancak biz konumuzla ilgisi ve kapsayıcılığı-anlamca zenginliğinden ötürü bu kavramları değil de 'logos'u tercih ediyoruz] birden çok anlamı kendi içinde barındıran, anlamca oldukça yüklü bir yapı özelliği göstermekte ve özellikle 'pre-Sokratik' Düşünürlerde (Herakleitos, Parmenides) ve onların düşünme-söyleme tutumlarında önemli bir yer tutmaktadır.
'Logos'un anlamlarından en belirgin olanlarını şöyle sıralamak olanaklıdır: " 'İlişki', 'Ölçü', 'Varlık Nedeni', 'Neden', 'Açıklama', 'Tümce', 'Bildiri', 'Tanım', 'Gerekçe', 'Akıl', 'Yasa', 'Dil' "(1)
Ayrıca bu kavramlardan türeyen diğer anlamlar içinde öne çıkan bir diğeri de 'Toplamak'tır (Lat. Legein; Alm. Versammeln). 'Toplamak' anlamına özellikle değiniyorum, çünkü: "Logos sözcüğü varolan herşeyi varlığında toplayan ve orada önümüze seren şeyin adıdır. Logos, varolanın varlığının kendisinde olup bittiği şeyi adlandırır."(2)
Buradan da açıkça anlaşılıyor ki 'Antik Yunan Düşünmesi'nde Dil - Düşünme - Varlık arasındaki ayırımlar belirgin değil; [hatırlatmak isterim ki Parmenides de 'Düşünme ve Varlık bir ve aynıdır' diyordu.] tersine iç içe geçmiş -deyim yerindeyse dertop olmuş- bir özellik gösterir, 'logos'tan ötürü... Ve 'logos' bu durumu-konumuyla düşünmeyi, sonra da felsefeyi olanaklı kılar...
Bu düşünsel ortamda 'Logos' kavramının henüz en geniş anlamıyla varlıktan, dilden ve düşünmeden ayrılmadığını söylemek olanaklıyken; kavramın daha sonraki gelişim ve kullanım sürecine baktığımızda [özellikle Latinceye transkripsiyonunun yapılmasıyla] yukarıda belirlemeye çalıştığımız durumun tam tersi bir durumla karşılaşırız.
Latincede 'Akıl' karşılığı kullanılan 'Ratio'nun şu anlamlara sahip olduğunu belirtebiliriz: " 'Neden', 'Akıl', 'Hesaplama', 'Sayma', 'Yöntem', 'Düşünce', 'Döküm yapma',vs." Felsefe içindeyse bu kavram şöyle tanımlanabilir: "Ratio kelimesinin Latince kökü 'reor'dur; bu kelimenin felsefedeki asıl manası birşeyi hesap etmek, bir şey hakkında hesap vermek, bazı esas prensiplerden hareket ederek ve bunlara dayanarak sonuçlar çıkarmaktır."(3)
Bu anlayışın tipik temsilcisi olarak Descartes'ı gösterebiliriz. Onunla birlikte 'akıl' artık bir töz (res cogitans) düzeyine yükseltilmiş ve 'akıl' doğayı düzenlemeye, ona hükmetmeye yönelen önemli bir alet konumuna gelmiştir. Bu noktadan itibaren açıkça söyleyebiliriz ki: 'Akıl'ın, 'Varlık' ve 'Dil' ile olan içsel ilişkisi artık yitmiş; 'Akıl' (Ratio), 'Varlık' ve 'Dil' üzerinde belirgin bir egemenlik kurmuş ve 'Akıl' aracılığıyla Varlık artık 'Varlık olarak varlık' değil, hesaplanabilir, belirlenebilir ve tabii ki özsel olarak bilinebilir bir yapıya -şu ya da bu biçimde- indirgenmiştir.
'Akıl' ve Akılcılığın gelişimi, beraberinde, 'Deney' ve Deneyciliği de getirmiştir düşünce tarihine. İlkçağda kısıtlı ve kısmen gelişen Deneycilik, doruğuna 16.yüzyıldan itibaren çıkmaya başlar. [Hume, Locke, Berkeley] Burada tek tek bu filozofları ele almak yerine genel olarak 'Akılcılık' ve 'Deneycilik' arasındaki ayrımları vermek daha yol açıcı olacaktır. Bu ayrımlar şöyle ortaya konabilir: "Sınırlı ve teknik anlamı içinde Akılcılık, değişmez bir biçimde Deneyciliğin karşısındadır ve her ne kadar aşırı derecede basite indirgemeden kaçınmak için bu ayırımın özenle yapılması gerekiyorsa da, bu ayırım Akılcılık felsefesiyle ilgili herhangi bir tartışmanın, yararlı ve kaçınılmaz başlangıç noktası olmaktadır. Yunanca 'empeiria' (deneyim) sözcüğünden gelen Deneycilik (empiricism), insan bilgisinin doğası ve kökeni hakkındaki bir savdır; birçok çeşitlemesi ve farklı formülasyonları olmakla birlikte, esas itibariyle tüm insan bilgisinin sonul olarak duyusal deneyimden çıktığı savıdır. Buna karşın Akılcılar, bilginin edinilmesinde duyular yerine aklın oynadığı rol üzerinde durmaktadırlar. Bazı Akılcılar, duyuları, bilginin temeli konusunda içsel olarak kuşkulu ve güvenilmez bularak mahkum etmekte; bazıları ise duyusal deneylerin insan bilgisinin gelişmesinde bir anlamda zorunlu olduğunu söylerken, yine de duyusal deneylerin kendi başlarına hiçbir zaman yeterli olamayacağını savunmaktadırlar. Tüm akılcı filozoflar, özellikli bir yaklaşımla a priori bilginin olanağını göz önüne alırlar. A priori bilgi, çoğu zaman deneyden önce edinilen bilgi olarak tanımlanır; ancak 'bir önermenin doğruluğu herhangi bir duyusal gözlemden bağımsız olarak ortaya konuyorsa, o önerme a priori olarak bilinmektedir' demek daha uygundur. Deneyciler, a priori bilinebilecek önermelerin yalnızca bilgi verici olmayan türden önermeler olduğunu, yani 'bekarlar evli değildir' gibi dünya hakkında bilgi vermeyen ve yalnızca söz konusu terimlerin tanımlarına bağlı kalan totolojiler olduğunu öne sürme eğilimindedirler. Akılcıların görüşü ise, a priori bilginin hiçbir şekilde totolojilerle sınırlandırılamayacağı yönündedir. Tam aksine, Akılcılar, gerçeklik hakkında, insan zihninin doğası hakkında ve evrenin doğası ve içerdikleri hakkında, deneyden bağımsız olarak, aklın ışığıyla içerikli ve sağlam doğruluklara ulaşacağımızı öne sürmektedir."(4)
Yukarıda ana çizgileriyle belirlemeye çalıştığımız 'Akılcılık' - 'Deneycilik' karşıtlığını kendine has bir biçimde Kant çözer. Onun bu çözümüne geçmeden önce 'Akıl' kavramını salt akıl ve pratik akıl bağlamında [ve onun anlam içeriğini de göz önünde bulundurarak] ortaya koyalım: "Almanca'da akıl kelimesinin karşılığı olan Vernunft'un kökü vernehmen'dir. Bunun manası, kökünü, temelini bütün varlığımızda bulan manevi bir duygu vasıtasıyla bir şeyin farkında olmak, kendisini yahut başkasını sorguya çekmek, bir sesi işitmek ve dinlemektir. Mahkemede yargıç, tanıkların ifadesini dinler; bunun formel ifadesine göre bir karar verir. Fakat ahlak alanındaki mana değişiktir; burada kendi kendimizi sorguya çekiyoruz ve dış motivlerden bağımsızız; kendimizi dinliyoruz ve ona göre bir karar veriyoruz; kendimizi aldatmaya çalışabiliriz; fakat kendimizi aldattığımızı da hemen tespit eder ve cezamızı gene kendimiz veririz. Burada alınan ifadede tanık, suçlanacak kimse ve yargıç aynı kişide, tek bir insanda toplanmaktadır. Fakat eğer bu insanın manevi kulakları varsa, şaşmadan kararını verir. Gerçekten burada bir kişi, başka bir kişiden şikayet ediyor; bu başka kişi, ideal yahut gerçek olsun, aklın yarattığı bir kişidir."(5)
Bu belirlemelerden sonra tekrar Kant'ta 'Akıl' ve 'Deney' arasındaki ilişkiye bakacak olursak; Kant için: "...tüm bilgimizin deneyim ile başlamasına karşın, bundan tümünün de deneyimden doğduğu çıkmaz."(6) Ve "...İnsan bilgisinin belki de ortak ama bizim için bilinmeyen tek bir kaynaktan doğan iki kökü vardır - duyarlık ve anlak. Bunlardan ilki yoluyla bize nesneler verilir, ikincisi yoluyla ise düşünülürler."(7) Burada duyarlık- deneyime, algıya, duyuma; anlak ise düşünmeye ve dar anlamıyla Akıl'a karşılık gelir. Ancak dikkat edilmelidir ki Kant'ta 'Akıl' geniş anlamıyla ele alındığında geleneksel metafiziğin temel konularını [ding an Sich, Ruh, Evren, Tanrı, Özgürlük] işleyen ve bununla da yetinmeyip anlama yetisinin (Verstand) kategorilerini de düzenleyen regülativ bir özelliğe de sahiptir. Kant'ta 'akıl' hem metafizik yapıları hem de bilimsel yapıları derleyip toparlayan, kendi üzerine katlanarak yine kendisinin sınırlarını çizen bir yapıya sahiptir.
Söylediklerimizi toparlayacak olursak; Akıl aracılığıyla gerçekliği, varlığı, olup biten her süreci ve yapıyı belli ölçülerde bilebilir-anlayabiliriz: "Bir tür 'mutlak' doğruluğa ulaşabileceğimiz anlayışı elbette yanlıştır; bizler sonulu varlıklarız ve gerçeklik, eğer sonsuz değilse, bizim sonlu zihnimizle (aklımızla) kavrayabileceğimizden kesin olarak daha geniştir. Ancak gerçekliğin geniş ve karmaşık yapısını yansıtacak kusursuz bir ayna inşa edemesek bile, en azından onun yapısının bir kısmının farkına varabiliriz, her ne kadar zorunlu olarak karanlık ve görüntüyü bozan bir camdan bakarak olsa da."(8)

(1) Erdal Yıldız, 'Felsefe Tarihi Bağlamında Aklın Serüveni', Cumhuriyet Kitap Eki, Sayı:321, 11Nisan 1996, İstanbul s:11 Ayrıca bkz. Önay Sözer, 'Felsefenin ABC'si' Kabalcı Yay. 2.Baskı, İstanbul, 1995 s:25
(2) M.Heidegger, 'Logos (Heraklit, Fragment 50)', Vortrage und Aufsatze, Neske Verlag, Stuttgart 1985 s:219
(3) Takiyettin Mengüşoğlu, 'Kant ve Scheler'de İnsan Problemi', İ.Ü.E.F.Yay., 2.Baskı, İstanbul 1969, s:23
(4) John Cottingam, 'Akılcılık', çev: Bülent Gözkan, Sarmal Yay., 1.Baskı, İstanbul 1995, s:14-15
(5) Takiyettin Mengüşoğlu, 'Kant ve Scheler'de İnsan Problemi' s:25
(6) I.Kant, 'Arı Usun Eleştirisi', çev:Aziz Yardımlı, İdea Yay. 1.Baskı, İstanbul 1993, [B2] s: 38
7) A.g.e. [ B30-A16] s: 48
(8) John Cottingham, 'Akılcılık', s: 156

İçindekilere geri dön