!ktphane.gif (4763 bytes)

21. Sayı

Akıl'ı Sarsan Kadınlar
"Kadın Filozoflar" Üzerine

Fatma Öz

"Ananda : Efendim, kadınlara karşı nasıl
davranmalıyız? dedi
Usta : Onları görmeyin
Ananda : Ya görmek zorunda kalırsak ?
Usta : Konuşmayın'
Ananda : Ya konuşmak zorunda kalırsak ?
Usta : Düşüncelerinize çok sıkı sahip çıkın"(1)

Kadınların felsefe ile uğraşmaları çoğu zaman arzunun kaynağı oluşlarına bağlanarak sınırlandırılmıştır. İndus Vadisi'nin, bitki dünyasının Nilüfer Tanrıçası salt bedeni simgeler; yani arzu ile doludur. Bir Budist'in Nirvana'ya ulaşımı ancak somut zamandan çıkma ve varoluşların belirlenimlerini silme ile gerçekleşebilir. Kadınlar Nirvana'ya ulaşamazlar. Rahimlerinde, göğüslerinde, göbeklerinde ve bellerinde bulunan yaşam kırıntılarından kendilerini sıyıramazlar. Ancak Nilüfer Tanrıçası 'kutsal'ı rahatsız etmekten geri durmaz. Erotizmin temsilcisi Tanrıça, yaşam verici tomurcukları yeşertmesi ve Dünya'ya dağıtması bağlamında önemli bir ilkedir.
Aklın, felsefe ile doğadan kopuşu gerilimli bir ilişkinin varlığını ortaya çıkarmaktadır. Akıl, doğa'nın simgelediği kadın varoluşunun istek, hırs ve arzusu ile tehdit edilmektedir. Antik dünyanın insan biçimli güvenilmez doğası kadın, felsefi düşünce aracılığıyla eril öğelerle belirlenir. Böylece akıl alanının dışına itilir. Artık felsefe, aklı, yaşamın keyfiliğinden- kurgusallığından kurtarmaya girişir. Oysa Tanrıçanın dizginlenemeyen gücü, felsefe kavramının Antik Yunan'daki kullanımında kendini duyumsatmaktadır. [Philosophia kavramı Phlein (istemek, sevmek, peşinden koşmak, aramak) ve Sophia (bilgelik) sözcüklerinin bileşiminden oluşur.] Burada dikkat çeken nokta 'Sophia' (die weisheit) 'nın dişil karakteridir. Yine bilindiği üzere Antik Yunan'da Athena, akıl-bilgelik tanrıçasıdır.
Felsefe-kadın ilişkisine kadının felsefi düşünceden dışlanmışlığını görmekle başlamalı. Kadının akıl yetisinden yoksun olduğunu ataerkil ideoloji ile savunan anlayış, kadının akademik öğretim kurumlarından dışlanmasına neden olmuştur. Bu dışlanmışlığa rağmen felsefe etkinliğinde bulunan kadınların varlığını da saptamak gerekiyor. [Bu konuda Marit Rullman'ın Kadın Filozoflar (Kabalcı Yay.) adlı kitabına başvurabiliriz.]
Felsefe disiplininde erkek filozofların evrene ilişkin mutlak hakikat temellendirmelerine kuşku ile bakmak gerekiyor: "Bir ifadenin değeri, içerdiği hakikatten gelmez; çünkü hakikat, 'güçlülük' sorusu ile ilgili bir şeydir. Yapısı gereği bir savaşın, politik bir savaşın nesnesidir...aynı zamanda 'başka bir şey' i (aklı) postulat olarak ileri sürmeyi, batının kültür sistemini güvenceye almak için gerekli sayar. Belli gelenekler yeğlenerek, ötekiler görmezlikten gelinecektir."(2) AntikYunan'da ölçüt olarak Platon ve Aristoteles alındığında Theana, Phintys, Milet'li Aspasia, Piotina, Hypatia felsefe tarihinde görünmez kılınarak, hakikatin temsil biçimlerine eklemlenemezler. Gerçi filozof kadınların evrene ilişkin bütünsel hakikat arayışları olamamıştır. Kadınlar, yaşamın deviniminden kendilerini geri çekme lüksüne sahip olmadıklarından ve Akademi dışında varolduklarından daha çok etik sorunlarla ilgilenmişlerdir. Belirtelim ki metafizik-varlık-dil sorunları ile uğraşan kadın filozoflar olmuştur. Örneğin, Katharna von Siea, Anna Mado von Schurmann, Hannah Arendy, Simone de Beauvoir, Luce Irigena, Julia Kristeva vb..
Erkek filozoflar tarafından Akıl'ın ürettiği idelerin eril simgeselliği Antik Yunan'a dek gider. Pisagorcular, değerli olanı, erkek normu ile ilişkilendirerek; beslemek, büyütmek, saldırganlık vb. duygusal eğilimleri kadın ile bütünleştirirler. Akıl, kadının simgelediği bedensellikten sıyrılarak kendini kurmaya çalışmıştır. Kadının, gerekli eğitimi alarak devlet yönetiminde bulunmasından yana olan Platon, Akıl-Beden dualizmini (ikiliğini) ılımlı yaklaşımına rağmen derinleştirir. Kadında akıl yetisinin olmadığının sözünü etmez, ancak bu yetinin bütünüyle bulunduğu konusuna da açıklık getirmez. Platon Şölen adlı diyaloğunda, erkeklerin doğalarından (bedenlerinden) kaynaklanan eğilim ile erkeklere yöneldiklerini, erkeklerin benzerlerini aradıklarını ileri sürer : "Bir erkekten kesilme erkeklere gelince, onlar da erkek yarılarını ararlar ve erkekleri severler." (Platon, Şölen, 192-a) Bedensel yakınlığın-benzerliğin önemli olduğu, ancak bilgi'nin gelişiminde yeterli olmadığı da belirtilir. (Şölen, 175-e) Kharmides'de, Khairephon, Kharmides'in güzelliği konusunda Sokrates'in görüşünü sorduğunda, Sokrates, bedensel güzelliğini beğenir ancak yeterli görmez. Şöyle ki; "...öyleyse bedenin güzelliğini seyretmeden önce niye ruhunu soymayalım?" (Platon, Kharmides, 154-e) Entelektüel erkeklerin cinselliği, akıl yetisi ile de ilişkilendirilmelidir. "Sokrates bedensel yakınlıktan çekinmez, çünkü bu yakınlığın yararsızlığının deneyimi kendisini yakınlığın üzerine yükseltmiştir. Bedensel yakınlık Sokrates ile felsefileşmiştir."(3)
Platon'a göre, kadınların doğurma etkinliği hiçbir düşünsel anlam içermediğinden, erkeğin düşünsel ürünleri kültürün anlam öbeklerini oluşturur : "Nedir canın ürünleri? Düşünce ve daha ne varsa." (Platon, Şölen, 209-a) Sevgi üzerine kurulan Şölen'de Sokrates'in kılavuzu da kadındır, Mantinea'lı Diotima'dır. Sokrates, Diotima'ya referans yaparak Eros'a yönelik düşünsel dalışını gerçekleştirir. Şölen'de bedensel çoğalma-düşünsel çoğalma dualizmi, belirtmiş olduğumuz gibi Akıl İdesi'ni erkeğin temsil ettiği yönünde belirlenir. Dolayısıyla kadının felsefe ile bağı Diotima aracılığıyla koparılmaya çalışılır: "Diotima'nın Sympsion'daki konuşması bir çelişki olarak 'erkeklerin felsefelerinin' doğuşunu anlatır. Felsefe erkek ruhunun doğuşu olarak betimlenir ve 'erkekler arasındaki aşka bağlı' olduğu için kadınlara yasaklanır."(4)
Thomas von Aquinas, Aristoteles'in kadının salt beden olduğu -akıldan yoksun kaldığı tezini Orta çağ'da da yineler ve farklı olarak ilk günahın sorumluluğunu Havva'ya yükler. Bu durum doğal olarak gündelik yaşamdaki kadının kötüyü- şeytanı temsil etmesine yol açmıştır. Kadınlar artık 'şeytanın aynası' ve 'şehvetli gözlerinden' sakınılması gereken varlıklardır. Ataerkil yapılanmaların öteden beri içselleştirdiği bu tür ön yargılar felsefe tarafından da benimsenmiştir. 14. Yüzyıl'da Christine de Pizan "En sonunda ben de şu sonuca vardım ki, tanrı kadınları aşağılık varlıklar olarak yarattı....ancak Tanrı'nın sınırsız bilgeliği, yetkin iyiliği yüzünden yetkin olmayan bir şey yaratması...."(5) olası değildir diyerek Aristoteles felsefesini eleştirir. "...senin için bir filozofun yaptığı açıklama, inanca temel olacak bir yargı niteliğinde....ve sen onun da yanılabileceğini olanaksız görüyorsun."(6) Christine de Pizan 14.yüzyılda kadınların bilim derslerine girmeleri yasaklanmasına rağmen, toplumsal konumundan dolayı özel dersler alarak kendini yetiştirir.
Dante, Tanrısal Komedi'de "güzellik ruhtur" diyerek Beatrice'i tanımlar. Dante'nin bu tanımı Rönesans ile birlikte kültürlü kadın idealini sunar. Ancak bu kadın da pek kadın gibi tanımlanmaz. Yani: "14. ve 15. yüzyıllarda yeni kadın tipi 'virago', kültürlü 'erkek kadın' tipi ortaya çıktı. Bu kadınlarda sadece aristokrat ya da soylu ve varlıklılar sınıfından olan kadınların söz konusu olması, o zamanki toplumsal ilişkilerden kaynaklanır."(7)
Kadın düşünürlerin felsefe ile ilgilenmeleri, erkek söylemine yakınlaşmaları ve erkek gibi düşünmeye başlamaları ile olası duruma gelir. Bu durum, kadın düşünürlerde hem varolan felsefe disiplinlerini eleştirmek hem de kendilerini kabul ettirme bağlamında ikilemler yaratmıştır. Mary Wollstanecraft 18.yüzyılda Fransız devriminin özgürlükçü söyleminden ve J.J. Rousseau'nun doğal eşitlik kavramından oldukça etkilenir ancak Rousseau'nun 'Emile ya da Eğitim' adlı kitabının eleştirisini yapmaktan da geri durmaz. Rousseau kadınlar için: "...onlar (kadınlar), o belli işte erkeğe yanaşmak istediklerinde, bir bahane bulmalıdırlar; ve bunun doyurulmasında kadının şu romantik namusluluk tarzı, erkeğin gururunu ve cinsel haz duygusunu okşuyorsa, bunda hakarete uğramış sayılacak bir şey yoktur."(8) demektedir. Rousseau, zayıf cins olan kadının erkeğe teslim olması gerektiğini ve kadının erkeğe hizmet edecek tarzda yetiştirilmesi gerekliliğini ileri sürerek; bu durumun kadının doğasından, bedeninden kaynaklandığını düşünür. Wollstanecraft, Rousseau'nun, doğal hak kavramını önemli bulur ancak bu kavramın kadınlar açısından varolan statükoyu korumak anlamına geldiğini de fark eder. İnsan Haklarına eleştiri olarak 'Kadın Hakları Savunusu'nu kaleme alan Wollstanecraft, kadınların ruhlarının, erkekler gibi eğitilmesi gerektiğini vurgular: "Eğitime daha övgüye değer bir amaç yüklenirse, kadınların doğaya ve mantığa yaklaşmaları sağlanabilecek ve böylece onlar, daha erdemli ve işe yarar hale gelerek saygınlık kazanacaklardır."(9) Kadınların eğlence aracı olarak sunulmasını eleştiren Wollstanecraft, erkek aklına yönelmeyi, Tanrı'ya olan bağımlılık duygusunu çözüm olarak görür. Kendisinden önceki beden-ruh dualizmini içselleştiren Wollstanecraft aşkın, arzunun akıl tarafından denetlenmesi gerektiğini ileri sürer. Kadının akıldan yoksunluğu konusuna ise tam açıklık getirmemiştir. Wollstanecraft, yaşamı boyunca duygu dünyası ile akıl yetisi arasında bölünmüşlükler yaşar. "Neden hep duygularımla boğuşmak zorunda kalıyorum?...Yüreğimi canlandırmak ve verimliliğimi arttırmak için verilmiş gibi görünen şeyler neden bu denli büyük ıstırap kaynağı oluyor?"(10)
Akıl-beden dualizmini mutlak çerçeve olarak almak, görüldüğü gibi, kadının felsefe ile girdiği ilişkiyi gerilimli ve çoğu zaman çelişkili duruma sokmaktadır. Ancak kadın düşünürlerin bu ikilemi, beden ve duygu dünyasının da ciddiye alınması gerekliliğini vurgular. Arzu ateşi içinde yanan kadının temel sorunu Simone de Beauvoir'e göre 'kendisi-için varlık' olamamaktır: "Kadın, büyük çoğunlukla, kendisini ancak başka bir varlık olarak tanımaktadır; sonradan kendini öznel varlığı içinde yeniden bulamadığından, sevgi onun için kendi benliğini tanımasına yardım eden bir aracı değildir; erkeğin ortaya çıkarmakla kalmayıp aynı zamanda yarattığı sevdalı kadın kişiliğine gömülüp kalmaktadır."(11) S. Beauvoir, öncelikle, kadın olma sürecinin toplumsal-kültürel bir belirlenme olduğunu kabul eder. Beauvoir'a göre özsel olarak aklı simgeleyen erkek, karşısındaki kadını nesne olarak görmek ister; çünkü Akıl (erkek) ötekinin (kadının) nesneleşmesi sayesinde özgür eylemde bulunacaktır. Bütün tarihsel ve kültürel süreç kadının yersiz boyun eğişini 'öteki olma' durumunu içerir. Beauvoir'ın önerisi öteki olanın kültüre katılması, Akıl'ın içine girmesi, erkeğin temsil ede geldiği ben bilincini içselleştirmesidir. Ancak Ben-özne'nin ideal insan olma durumunu yansıttığını ileri sürmek, hakikatin temsil biçimi olarak erkek aklına yönelmek, eleştirel bakışın aslında eleştirdiği eril kimlik içinde erimesine yol açar.
Felsefe tarihinde erkek filozofların benlik kurgusu üzerine herhangi bir sorunları olmamıştır; çünkü temsil ettikleri Akıl kavramını cinsiyetsiz olarak algılama eğilimi içine girmişlerdir. Ancak Rasyonalizmi İrrasyonalizme karşı korurken, bedenin ve duyusal olanın yadsınması alttan alta kadına gönderme yapılarak gerçekleştirilmiş, Aklın bedeni ve devamında doğayı dizginlemesi gerekliliği vurgulanmıştır.
Luce Irigaray, kadının erkek tarafından temsil edilen akıl ile benzer kılınma çabasını sorgular. Cinslerin farklılığının erkek benliği üzerinden aşılmasını kabul etmez. 'Kadın farklılığı'na vurgu yaparak, karanlığı simgelediği iddia edilen kadının benlik kurgusu üzerine 'kadın düşünüşü ve dili' anlayışını geliştirir. Bu konudaki tavrı şöyledir: "Bizim için güneş ne kolayca doğar ne de batar. Gün ve gece bakışlarımızda birbirine karışır. Tam söylenirse, bizim gölgemiz yoktur. Aramızda karanlık bir ikizimizin dolaşması riski de yoktur. Ben gecede kalmak istiyorum."(12) Irigaray 'farklılık' vurgusunu tarihsel, bedensel, dilsel temelden geliştirir. Psikanalizin fallusunu eleştirerek erkek özne karşısındaki irrasyonel kadına olumlu anlamlar yüklemeye çalışır. Kadın deneyimlerinin kendi içinde anlam ve betimleme sistemleri oluşturabileceğini ileri sürer. Bu anlam ve betimleme sistemi kadın dili aracılığıyla sunulmalıdır: "Kadın hakkında bir konuşma değildir söz konusu olan. Kadın dilinin cümle kuruluşu, farklı bir dilde, başka bağlantılar içinde anlam kazanmalı, bakış ve mesafe koymaya değil, dokunma ve yakınlığa dayanmalı."(13) Irigaray'ın ayrı bir kadın-dili felsefesi oluşturma çabası, Rasyonalite'nin kadınlığın aşılması çabası ile aynı düzlemde kalma durumunu da içermektedir. Yani, farklılık söylemi, umulmadık bir biçimde, kurulu olan ideal-akıl gerçekliği ile aynı zeminde birleşecektir de. "Cinsel farklılık anlayışımızı, gelişmiş olduğu entelektüel yapılardan kurtarmak göründüğünden daha zordur. Kadınların kendilerine özgü bir entelektüel veya ahlaki karaktere sahip olduğu yolundaki iddianın kendisi...kendisinin ona karşı tepki sayılabileceği felsefi gelenek içerisinde şekillenmiştir. 'Kadınsı olma' nın önemi ve değerinin onaylanmasının, tek başına, temeldeki normatif yapıları sarsacağı beklenmemeli; çünkü bu olay ironik bir biçimde entelektüel gelenek tarafından onun için hazırlanmış mekanda ortaya çıkar."(14)
Kadınların felsefe yapma biçimlerinde geleneksel felsefenin mutlak-Akıl söylemlerini sarsıcı etkisi yadsınamaz. Ancak, kadınlar Akıl'ın görmezden geldiği bedensel dışavurumlara dikkat çekerek, duyusal olanın insan davranışları üzerindeki ikilemlerini tartışmaya açmışlardır. Burada duyusal olandan öncelikle Ruh ile Bedenin barışması gerekliliğini anlamak gerekiyor. Böylelikle, felsefenin kadınları da içermesi olası olacaktır. "çok şükür ki, felsefe, kendisinin geçmişte gururla iddia ettiği gibi bir şey -gerçek olanın tarihsel koşullandırıcı etkilerinden uzak, zamandan bağımsız, rasyonel temsili- olmak zorunda değildir." (15)
(1) Joseph Campbell, Doğu Mitolojisi, çev: Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 1993, 1. Basım, s:312
(2) Marit Rullmann, Kadın Filozoflar, çev: Tomris Mengüşoğlu, Kabalcı Yay. İstanbul 199,1.Basım, s:14
(3) Christoph Türcke, Cinsiyet ve Akıl, çev: Mustafa Tüzel, Kabalcı Yay.,İstanbul 1995, 1.Basım, S:75
(4) Marit Rullmann vd, Kadın Filozoflar, s:53
(5) A.g.e, s: 121
(6) A.g.e, s: 122
(7) A.g.e, s: 127(
8) A.g.e, s: 271
(9) Mary Wellstanecraft, Feminizm, 19.Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev: G.Öztunalı, Kayır, Afa Yay, İstanbul 1982, 1.Basım, s:25
(10) J.Mitchell-A.Oakley, Kadın ve Eşitlik, çev: Fatmagül Berktay, Pencere Yay. 2. Baskı 1992 s:188
(11) Simon de Beauvoir, Kadın 'İkinci Cins", çev: Bertan Onaran, Payel Yay. İstanbul 1993, 8.Basım 1993 s:97
(12) Marit Rullmann vd, Kadın Filozoflar, s:272
(13) A.g.e s:275,
(14) Genevieve Lyold, Erkek Akıl, çev: Muttalip Özcan, Ayrıtı Yay. İstanbul 1993, 1. Baskı, s:133
(15) A.g.e, s: 138

İçindekilere geri dön