!ktphane.gif (4763 bytes)

21. Sayı

Sürme Çekili Gözler

Mehmet Yurdal

Bahçesinde palmiyeler, iri gövdeli, kozalaklı çam ağaçlarının bulunduğu o eski eve girmeye hiçbir zaman cesaret edememiştik. Artık bakımsızlıktan neredeyse yıkılmak üzere olan bu evin, kime ait olduğunu, neden kimsenin kullanmadığını her zaman merak ederdik.
Şimdi perdelerinin hiçbirini açmadan, koltuklarda bile oturmadan, gözlerimize o eski gümüş sürmeliklerden çıkardığımız sürmeleri çekiyoruz. Eski, tozlanmış aynada yüzümüz kadar açtığımız silinmiş, ışıltılı bölümde gözlerimize bakıyoruz. Eskimeye çalışıyoruz, bu eve her girişimizde. Kimin olduğunu biliyoruz, neden kullanılmadığını da. Ama eve girdiğimizi kimseye söylemiyoruz. Yalnızca o ve ben biliyoruz o eski geçidi. Bir gün birilerine yakalanmaktan da ölesiye korkuyoruz. Yine de haftada en az üç kez bu korkuyu göze alıp giriyoruz. Ben en çok kütüphaneli odada yerde oturmayı seviyorum. Perdeleri hiç açmadığımızdan gündüzleri dahi mum yakıyoruz. Gece girdiğimizdeyse -bu yalnızca bir defa oldu- mum yakmayı göze alamadık, dışardan birileri ışığı farkedebilirdi çünkü. Bir süre sonra ona alıştık. Öyle ki artık tek tek gittiğimiz bile oluyordu. Kütüphaneli odada otururken o eski ciltli kitaplardan alıyor, şiirler okuyorduk. Tabii dilimizde yazılmış şiir bulabilirsek. Gözlerimize mutlaka sürme çekiyorduk, artık gümüş şamdanlardan mumlar sarkıtlar biçiminde akıyor, aktıkları yerde dikitler oluşturuyorlardı. Onları hiç bozmuyorduk.
Her defasında bizi büyüleyen bu ev, yaşamımızın bir parçası haline gelmişti. Bahçesindeki palmiyelerin altında oturmayı o kadar çok istiyorduk ki... Fakat hiçbir zaman bunu yapma cesaretini kendimizde bulamadık.
İki sevgiliyiz biz, şimdi o oldukça uzaklarda. Bahçede palmiyelerin altında oturmamız gibi artık birlikte olmamız da imkânsız. Yine de her gün eve giriyorum, yeniden kütüphanenin tozlu raflarından bir kitap alıyorum. Hep aynı kitap ve aynı şiir.
"Işıktan harelerdi gözlerin
parafin kokulu odaların
aymaz karanlığında
ve kuşların kanatları kirpiklerinden
sürmelerin akıyordu, ışıktan
harelerin hüzünlü gülüşleriyle
sürmeler çekiliyordu gözlerimize
hüzün, sevinç, aşk coştukça
coşuyordu
parafin kokulu okumalarda
sürme çekili gözlerin ışıltılı
harelerinde."
Uzanıp uyumak gelmiyor şimdi içimden hiç kirlenmemiş çarşafların üstüne. Ben yine kütüphaneli odada uyuya kalıyorum. Okuduğum şiirlerin bir de Rumca'sı var yanıbaşımda. El yazısıyla birileri Rumca'ya çevirmiş. Okuyamıyorum. Hekimlerin yazısını okumak her zaman zordur zaten.
Artık bu eve böylesine alışmışken, her girişimde, korkudan kendimi birkaç dakika toparlayamıyorum. İlk geldiğimiz günden beri dört koca yıl geçti. Ev her an yıkılıp yerle bir olacakmış gibi geliyordu önceleri, ama şimdi biliyorum bu evi neyin ayakta tuttuğunu. O da sizin gibi kaçtı. Sizinki bir zorunluluktu, onunki bir tercih. Mahzendeki mumları, sürme şişelerindeki sürmeleri hâlâ tüketemedim. Ara sıra mahzenden çıkardığım birkaç şişe şarabı sokağımızdaki bakkala satıyorum. Ama bunu yaparken oldukça geriliyor, utanıyorum. Bakkal bu eski şaraplara çok para veriyor. Her defasında bunları nereden bulduğumu öğrenmek için binbir türlü yol deniyor.
Evet doktor, herşeyi biliyorum. Senin gidişin de onun gidişi de beni şimdi daha derinden sarsıyor. Resimlerinden artık yüzünü tanıyorum. Onun yüzünü hatırlamak için resimlere bakmama bile gerek yok. Herşey öylesine karışık ki, yine kendileri gibi olmayanı, kendileri gibi düşünmeyeni ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yeryüzünde kendilerinden olmayana tahammül edemiyorlar. Oysa bu kasabada ne çok insanı yeniden yaşama döndürdüğünü biliyorum artık. Hiç kimse bu evin kime ait olduğunu hatırlamak istemiyor sanki. Sorduğunda tek yanıt alabilirsin: "yaşlı bir doktordu, göçtü. Ev böylece duruyor". Oysa bu eve bir zamanlar ne çok insan geliyordu kimbilir. Karısı doğum yapacak olan, gecenin bir vakti nasıl uyandırıyordu seni, ya da çocuğu zehirlenen... Şimdi, tırnaklarına taş değsin istemediğin bu insanlar senden söz etmiyorlar.
Evine girdim ve bugün dört yıl oldu. Bir şişe şarap içiyorum. En güzelinden, gözlerime sürme çektim, gece olmasına rağmen bir de mum yaktım. Çünkü o, parafin kokusunu çok severdi. Bir senin bu eve duyduğun özlem için, bir de ona duyduğum aşk için içiyorum. Bu dört yıl, bu ev bana çok şey verdi. Hüzün, coşku, sevinç ve şimdi nefret... Neden mi? Belki de en çok yaşamak istediğin bu evde şimdi sessizliğin yaşatılıyor olmasından. Sen ve senin gibi güzel insanlarla bizlerin birbirine düşman edilmesinden. Biliyor musun, ben senin yaşadığın yerleri bilmiyorum. Ama biliyorum ki bu ev kadar güzel bir yerde yaşıyorsundur. Çünkü güzellikleri her zaman senin gibi insanlar yeşertiyor. Kasabadaki en güzel ev hâlâ seninkisi. Bahçesindeki palmiyeler inatla çığlıklar savuruyorlar. Biraz sarhoşladım galiba. Yine gözlerimin sürmesi akıyor, mumdan parafin akması gibi.
Bu ilk mektup doktor. Senden alacağım ilk mektupla birlikte perdeleri açıp güneşi davet edeceğim içeri. Ve içerden parafin kokulu acılar savuracağım bu kasabanın insanlarının yüzüne. Gözlerime sürme çekip, bahçeyi temizleyip kasabanın tüm çocuklarına çam fıstıklı helva dağıtacağım. Gözlerine sürme çekip çocukların, seni anlatacağım. Bana göndereceğin ilk mektubun aynısını ona da gönder doktor. Belki perdeleri açmama yardım eder. Beraber temizleriz çevreye saçtığımız hüzünleri, parafin kokulu okumalardan arta kalan sözcükleri yerli yerine yerleştiririz. Belki gece yorgunluktan hiç kirlenmemiş çarşafların üzerinde yatarız. Kuşların kanatları kirpikleri, iç içe girer ve uykuya dalar, uyurken gözlerine sürme çekerim belki.
Belki mektup yerine sen gelirsin doktor, belki utanırlar, Rumca şiirler okuruz beraber, onlar da bize türküler söyler. Gözlerimize sürme çeker gibi halaylar çekeriz. Sirtaki yaparız, hadi doktor sen gel, o da gelsin. Kimseler gelmese de biz...

İçindekilere geri dön