21. Sayı
Sayın Fersa Acar'la, Bebek Akbank'taki sergimi toplarken tanıştık. Bir gün sonra
sergisi açılacak olan sanatçı Ayla Pulhan, resimlerini kutulardan çıkarıp duvarlara
diziyordu. Biz resimlerini izlerken, "Biraz sonra yengem Fersa Acar gelecek ve
resimlerimi asmama yardım edecek" dedi. Gerçekten de sergi yerleştirmesi zor bir
iştir; kötü düzenlenmiş bir sergi, tashihi iyi yapılmamış bir kitap gibi, birçok
emeğin heba olmasına neden olur. Biz sergi salonunda, çaylar, kahveler, sanatı
kurtarmalar falan derken Fersa Hanım geldi. Bizim sabah mahmurluğuyla dağılmış
halimize inat, son derece enerjik, son derece canlı bir halde olaya anında el koydu.
Çarçabuk resimler asılacakları duvarların altına dizilmiş, işin en önemli kısmı
hallolmuştu. Bu kadar enerjisine rağmen, bir gün öncesinde başka bir sanatçının
sergisini asmış, iki gün önce diğer bir sanatçınınıkini toplamış, bu arada da
öğleden sonra dün açılmış olan serginin kontrolü için Asmalımescit'e
gidecekmiş. Benim gözler kocaman olmuş, bu sanatçı dostu kadına hayranlıkla
bakakalmışım. Çünkü her hareketinden sanatçılara duyduğu dostluk ve sevgi
duyguları taşıyor. Kalbi sıcacık bir kadın. Biraz konuştuktan sonra kendisiyle bir
sohbet yapmaya, bu işin içinde fazlaca bulunmayan insanlara da bu dost yüreği
tanıtmaya karar verdim. Asmalımescit'te buluşmak üzere sözleştik.
Asmalımescit'te bütün binalar yüksek bir duvar gibi. Telefonlar daima kapsama alanı
dışında. Beş dakika geç kalmışım. Telefonun beceriksizliğinden Fersa Hanım'a
ulaşamıyorum. Koşuyorum, hava sıcak, Beyoğlu bildiğiniz Beyoğlu. Buluşacağımız
kafeye geldim. Eyvah! Fersa Hanım yok. Biraz sonra Fersa Hanım karşıdaki kafeden
başını çıkardı;
-Buradayım.
Beraberce yürüdük. Güzel küçük bir sokak, "hangi atölyeye gidelim" diye
düşünüyoruz, beraber çalıştığı sanatçıların çoğu tatile gitmiş,
anahtarlarını da Fersa Hanım'a bırakmışlar. Sonunda Orhan Taylan'ın atölyesine
gitmeye karar verdik. Önce atölyeyi gezdirdi. İçerde tatile gitmemiş sanatçılar,
tuvallerinin başında ayrı bir dünyada sanatın dünyasına dalmışlar. Tatili falan
düşünen yok. Orhan Taylan'ın resimleri arasında kahvelerimizi içerken tatlı bir
sohbete başladık.
Fersa Acar resmi, sanatı, sanatın her dalını çok seviyor. Eşi de yirmibir yıl önce
kaybettiğimiz değerli sanatçımız heykeltraş Kuzgun Acar.
Fersa Hanım'la henüz çok gençken, onyedi yaşındayken tanışıyorlar.
Çalıştığı tiyatroda Kurtuluş Savaşı'yla ilgili bir oyun için bir heykel
gerekiyor. Kuzgun Acar'a başvuruyorlar. Tiyatroya geliyor, otomobil yedek parçalarından
bir heykel yapıyor ama oyun oynanmıyor. Başka bir "oyun" başlıyor. Gencecik
Fersa'ya, "Arap"ın aşk oyunu (arkadaşları Kuzgun Acar'a Arap diyorlar,
Fikret Otyam ise "Hacı" diye çağırıyor). Fersa Hanım hayatı aşkla
birlikte öğreniyor. Bir yanda yalnızca kendi istediğini yapan, yaptığı hiçbir
şeyden pişman olmayan baş kaldırı simgesi bir adam; diğer yanda hayat hakkında
hiçbir şey bilmeyen ama öğrenmeye hevesli bir genç kız.
"Her gün milyonlarca şey vardı ondan öğrendiğim. Ama çok genç olduğum için
değerlendiremedim bunu. Keşke şimdi hayatta olsaydı da o zaman daha farklı bakardım,
daha doğru değerlendirirdim hayatı. O anlatılabilecek bir insan değildi. Onu
yaşamış olmak lazım. Her zaman yanımdaydı. Bana destek oldu. O zaman tiyatroyla
uğraşmak çok zordu. Oyunum olduğu zaman, Kuzgun hep beklerdi beni. Gece bir buçukta
oyundan gelir, beraber oturur, bir şeyler içer, gece yaşardık. Sanatçılar ister
istemez gece yaşamak zorunda kalıyor. Kuzgun insanlarla yaşamayı severdi."
Birçok dostları var. Mengü Ertel, Can Yücel, Orhan Taylan'dan Tan Oral'a kadar.
Dostlar, hep beraberler, eskiden olduğu gibi gerçekten dostlar. Keyif içinde geçen
günler. Emek verilmiş dostluklar. Emek vermeden dostluklar da yeşermiyor. 'Daha mı
bohemdi o zaman yaşam' diye soruyorum. "Hayır değil ama bir başka türlüydü.
Bir büyüydü yaşam ve gençlik yılları." Sanatçılar sanatçılarla evlenmeli
diyor Fersa Acar. "Çünkü o zaman birbirlerinin duygularını yanlış
anlamıyorlar. Kullanmıyorlar duyguları birbirlerine karşı." Kuzgun, Fersa
Hanım'ın gerekirse makyajını yapıyor, gerekirse de oyunu çalıştırıyormuş.
Çünkü duyguları açık, sıradan insanların göstereceği tepkiyi o göstermiyormuş.
Hayata yeni başlayan bu küçük kıza yardım ediyor. "Yoksulduk, hiç bir şeyimiz
yoktu sadece dostlarımız vardı" diyor Fersa Acar.
Geveze bülbül, kahkahalar kralı Kuzgun, son yıllarında parasızlıktan Orhan
Taylan'la birlikte elbise bile boyuyor. Talihsiz bir atölye kazasından sonra geride
heykelleri, maskları ve Fersa'sını bırakıyor.
Kuzgun öldükten sonra ne yaptınız?
"Kuzgun'dan sonra tiyatroyu bıraktım. Çalışmak zorundaydım. Çevirmenlik
yaptım. Apayrı bir dünyaydı. Fakat dostluklarım hep devam etti. Hep sanatçılarla
dost olmak istedim."
Sanatçılarla dostluk içinde yaşarken, sevdiği bir iş yaparak yaşamını
sürdürecek parayı kazanmak için hayran olduğu sanatçılarla birlikte resim
alım-satım işine girişiyor. Önce birkaç galeride çalışıyor. Ama istediği tam
olarak bu değil. Çünkü o galerici olmak istemiyor. O, sanatçıların tarafında olmak
istiyor. Bir çeşit menajerlik gibi mi diye soruyorum. "Hayır, o da değil çünkü
menajer bir yerde sanatçıyı yönlendirebilir, oysa ben kesinlikle böyle bir hakkım
olduğunu zannetmiyorum. Ben yalnızca sanatçıyla galerici arasında bir köprü görevi
görmek istiyorum. Sanatçılarla birlikteyken, hem onlara yardımım dokunuyor hem de
kendime; hem maddi hem de manevi yönden kazanç sağlıyorum. İnsanın çalıştığı
işi sevmesi önemli. Sanatçılarla birebir ilişkiyle oturup konuşuyoruz. Nerde
açalım sergiyi, hangi koşullarda. Sonra gidiyorum galericiyle konuşuyorum. İki
tarafın isteklerini birleştiriyorum. Basın ilişkileriyle ilgileniyorum. Sahnede
yapamadığım şeyi şimdi gerçek hayatta yapıyorum. Belki zaman zaman oynayarak.
Karşımdakinin sinirli günü mü, sakin günü mü, yoksa kira makbuzu gelmiş de o gün
siniri tepesinde mi bunlara dikkat ediyorum. Benim çalıştığım sanatçılar genelde
basının tanıdığı sanatçılar, onlarla arkadaşlık kurdum. Yani herşeyi dostluk
kanalıyla hallediyorum. Hepimiz insanız, herşey ama herşey olabilir. Yaşamın sanatı
taklit etmesi gibi sanat da yaşamı taklit ediyor; hepsi içiçe geçmiş bir halka gibi.
Kuzgun diyor ki: Önce sevmek gerek. Karşına bir malzeme çıkar ona sevgiyle
yanaştıkça sokuldukça tanırsın. Tanıdıkça seversin. Bir kere sevdin mi,
gönlünü verdin mi bu malzemeye nakış da olur heykel de mask da."
Fersa Acar yirmibir yıl önce öğrenmiş olduğu bilgilerinin ışığında
sanatçılara sevgisini sunarak sanatçıların sergilerine yardım ediyor. "Yeter ki
onlar fazla yorulmasınlar, bütün vakitlerini eserlerine harcasınlar" diyor. Ve
ekliyor "Sergiyi düzenledikten sonra sanatçı isterse değiştirir. Sergi
sürecinde galeride bulunarak müşterilerle, izleyicilerle ilgileniyor, eleştirilerini
dinliyor". Teknik işleri tamamiyle üstlenerek sanatçıya yalnızca eserleriyle
uğraşmak lüksünü bırakıyor. Beraber çalışmadığı sanatçılar için de elinden
geleni yapıyor. Mesela bir alıcı başka bir sanatçının eserini arzu ederse onu da
bulup getiriyor. Çalıştığı sanatçılardan belirli bir yüzde aldığını ve
emeğin sömürülmesine karşı çıktığını söylüyor ve sanatçının da emeğinin
karşılığını alması gerektiğini düşünüyor. "Yaptığım iş o kadar da
büyütülecek bir iş değil keşke daha fazla sanatçıyla çalışabilsem" diyor.
Çok sık tartışılan bir konuyu soruyorum. Türkiye'de sanat var mı diye soruyorum.
Aslında bu kadar sanat aşığı bir insana yanlış bir soru. Çünkü o kadar sevgiyle
bakıyor ki bana, sorduğum soruyu geri almalıyım. "Kuzgun Acar'ın sergisini
açtığımız zaman bundan yirmi bir yıl önce ölmüş bulunan bir sanatçıya halkın
nasıl sahip çıktığını gördüm. Bu demek ki Türkiye'de sanat var. Türk halkı
sanata değer veriyor.* Herhangi bir insan okur yazar olmayabilir ama sanat hiç okuma
yazması olmayana da bir şey söyleyen bir nesne - o tadar, lezzetine varır ve
hesabını sorar insana. Şaşırır tabii, şaşırsın istiyorum zaten. Şaşırtmak
için değil. Şaşırırken doğruyu bulacaktır, tabi eğer ben doğruysam. Doğru
değilsem zaten neyi yapsam bir şey değil. Birkaç iş yaptım ve bu yığınlara gitti.
Ve yığınlar öylesine kabullendiler ki..."
"Sanat bir kültür birikimi. Sanat buruvaziyi ilgilendiriyor. Adamın karnı açken
gelip hangi sergiyi gezsin, hangi resmi, hangi heykeli izlesin?" Elinden gelse ya da
biraz parası yetse sergilerini alıp büyük tırlara yükleyecek ve dosdoğru
Anadolu'ya... "İnsanlar galerilere girmeye korkuyorlar. Galeriye girilir. Eserlere
bakılır. Bunlar olacaktır. Hiçbir yerde kolayına olmamış. Bizde de olacaktır.
Bunun için ne yapabilirsek. Ucundan bucağından. Neresinden tutabilirsek? Sanatçı her
yerde sergi açmalı." Bu bakımdan Orhan Taylan'ı çok seviyor. Hiçbir yere burun
kıvırmıyor. Eserlerini daha fazla kişiye taşıyabilmek için yapıyor. Bunun gibi
başka sanatçılar da sayıyor. Çok özveriyle çalışan Su Yücel. Şimdi
Avustralya'da Kültür Bakanlığının davetlisi olarak bilmem ne galerisinde açıyor
sergisini. İlle de galeri bana kitap yapsın onu yapsın bunu yapsın demiyor. Sonuçta
herşey geliyor bir metropol olan İstanbul'da kilitleniyor. Herşey burada."
1961 yılında, Paris uluslararası Genç Sanatçılar Bienalinde Avrupa ve dünya
çapında ünlü sanatçıların arasından sıyrılarak birinci olan Kuzgun Acar, o
zamana kadar bir Türk sanatçısının uluslararası platformda kazanabileceği en
büyük başarıyı elde etmişti. Henüz 33 yaşaındaydı. Bienal tarafından burs
verilmiş. Paris'te yaptığı çalışmalar 1962'de Paris Modern Sanatlar Müzesinde
sergilenmiş. Aynı yıl 23. Devlet Resim ve Heykel Sergisinde birincilik ödülünü
almış. Şu sıralarda en popüler tartışmalardan biri de Bienallerin gerekli olup
olmadığı. Fersa, bütün dostça ve samimi duygularıyla, Bienallerin gerekliliğinden
bahsederek beni şaşırtıyor. Benim bugüne kadar gördüğüm klasik resim
alım-satıcıları böylesine çağdaş sanat ortamlarından nefret ederler. Halbuki
Fersa son derece açık bir düşünce yapısıyla, görülen her yeni eserin, her yeni
yapıtın yaşamımıza getireceği artıların peşinde.
"Olmasından yanayım. Bunun galerilere bir zararı yok ki. Bienallerde
gördüğümüz yapılar bize yeni kapılar açıyor. Her sanatçının olanağı yok ki
yurt dışına gidip sergi izlesin. İşte ayağımıza geliyor, yalnız çağdaş sanat
yapıtları değil bütün tiyatro oyunları, filmler, konserler, festivaller
aracılığı ile hepsini izileme olanağı bulabiliyoruz. Bunları gördükten sonra
bakıyoruz ki bizim sanatçılarımızın da diğerlerinden bir farkı yok. Gerçekten
bizim sanatçılarımız da dünya çapında. Türkiye'nin kültür politikasından
dolayı fazla tanıtım yapılamıyor ama bireysel ya da kurumsal çalışmalarla zaman
içinde birçok şeyin yerli yerine oturacağından eminim."
Duygularına ve sezgilerine çok güvenilebilecek bir insan Fersa, kararlarında sanatçı
sevgisi, sanat sevgisinin ağır bastığı görülüyor. Sanatçılar için elinden gelse
canını verecek. "Sanatçı hep en iyiyi yaşamalı. Çünkü o yol göstericidir.
Yeni ufuklar açıcıdır. Hayata pencere açandır. Parası olmazsa pencereyi nasıl
açsın? Türkiye'de henüz bazı kavramlar tam olarak oturmadığı için bir karmaşa,
bir kaos yaşanıyor. Bu yıl, yurt dışından bir sanatçı geldi, beraber bir sergi
düzenlemeye karar verdik. Fiyatları bağlı bulunduğu Almaya'daki sanatçılar
birliğinden belirlenmişti. Bu fiyatların ne altında ne de üstünde satabilirim dedi.
Baktım fiyatlar Alman markı üzerinden olduğu için çok yüksek. Burada bu paraya
resim satamayız, dedim. O zaman sizin sanatçılar derneğine gidelim fiyatları
öğrenelim, dedi. Burda böyle bir dernek böyle bir kurumlaşma olmadığını
söyledim. Sanatçı şaşırdı. Burada herkes kendine göre bir fiyat belirliyor.
Satamadığı zaman daha da iniyor. Taksit yapıyor. Ben çalıştığım sanatçılarla
bir fiyat politikası oturtmaya çalışıyorum. Atölye-galeri fiyatlarını bir tutmaya
karar verdik. Çünkü sanatçı sergi açıyor. Alıcı sergiden almıyor atölyeden
ucuza alırım diye düşünüyor. O zaman galericinin aleyhine oluyor, oysa ki galerici
de yaşamak zorunda yoksa eserler nerede sergilenecek?"
"Önce kendi işimde devrimci olmaya çalışıyorum. Kaçınılmaz birşey bu. Ben
kendi heykelimde birşey beceremiyorsam bir yeni tad, yeni koku, yeni inanç koymazsam
kime ne söyleyeceğim ki ben."*
Yalnızca kendisi gibi olmaya çalışan bir kadınla yaşamın bir döneminde beraber
olmuş bir yontucu, küçük genç kızın yaşamına ektiği sanat fidesini yirmibir yıl
sonra yeşertmiş, yaşamdan en büyük beklentisi dostluk arkadaşlık olmuş.
Heykelllerine yonttuğu yeni tadlar bugün, olgun bir kadının bedeninde mutlak dostlukla
büyümüş. Sanat yolunda örülmüş hayata bir tuğla daha koymuş.
Son bir soru sordum: Ahmet Ertegün bir röportajda Türkiye'de yalnız Tarkan var demiş
ses olarak. Resimde de var mı acaba böyle bir Tarkan?
"Tabii ki Tarkan benim için bir ölçü değil. Binlerce sanatçımız var. Bütün
sanatçılarımız benim için olağanüstü. Hepsi ne özverilerle çalışıyorlar. Her
eser bir çığlık. Her sanatçı bir yürek. Her yürek bir okyanus. Her yürek,
okyanusta bir kuş."
Fersa Acar, hümanist ve entellektüel toplumların oluşumunda, sanatçıların ve
sanatın ne kadar önemli bir etkisi olduğunun bilincinde olan bir sanat dostu. Yapmak
istediklerine sabırla ulaşmaya çalışıyor. "Önemli olan bir şeyler
yapmak."
"Heykeli öyle de yapsan olur böyle de. Taştan, mermerden oyarsın, çividen
demirden dökersin, çanak çömlekten bükersin. Hepsi de olur... Tepe noktaya bir yer
koyarsın süs olur, fırlatır atarsın çöp olur... Ama bir işe yaradı mı, o zaman
öpülesiye, okşanasıya güzel olur."*
Ben de Türk sanatı için bu güzel insanlarla en güzel en doğru olsun diyorum.
*Sanat Çevresi, Eylül 1997/ Sanatçı ile daha önce yapılmış görüşme bantlarından alıntıdır.