!ktphane.gif (4763 bytes)

21. Sayı

Fersa Acar'la Röportaj


Nihal Güres

Sayın Fersa Acar'la, Bebek Akbank'taki sergimi toplarken tanıştık. Bir gün sonra sergisi açılacak olan sanatçı Ayla Pulhan, resimlerini kutulardan çıkarıp duvarlara diziyordu. Biz resimlerini izlerken, "Biraz sonra yengem Fersa Acar gelecek ve resimlerimi asmama yardım edecek" dedi. Gerçekten de sergi yerleştirmesi zor bir iştir; kötü düzenlenmiş bir sergi, tashihi iyi yapılmamış bir kitap gibi, birçok emeğin heba olmasına neden olur. Biz sergi salonunda, çaylar, kahveler, sanatı kurtarmalar falan derken Fersa Hanım geldi. Bizim sabah mahmurluğuyla dağılmış halimize inat, son derece enerjik, son derece canlı bir halde olaya anında el koydu. Çarçabuk resimler asılacakları duvarların altına dizilmiş, işin en önemli kısmı hallolmuştu. Bu kadar enerjisine rağmen, bir gün öncesinde başka bir sanatçının sergisini asmış, iki gün önce diğer bir sanatçınınıkini toplamış, bu arada da öğleden sonra dün açılmış olan serginin kontrolü için Asmalımescit'e gidecekmiş. Benim gözler kocaman olmuş, bu sanatçı dostu kadına hayranlıkla bakakalmışım. Çünkü her hareketinden sanatçılara duyduğu dostluk ve sevgi duyguları taşıyor. Kalbi sıcacık bir kadın. Biraz konuştuktan sonra kendisiyle bir sohbet yapmaya, bu işin içinde fazlaca bulunmayan insanlara da bu dost yüreği tanıtmaya karar verdim. Asmalımescit'te buluşmak üzere sözleştik.
Asmalımescit'te bütün binalar yüksek bir duvar gibi. Telefonlar daima kapsama alanı dışında. Beş dakika geç kalmışım. Telefonun beceriksizliğinden Fersa Hanım'a ulaşamıyorum. Koşuyorum, hava sıcak, Beyoğlu bildiğiniz Beyoğlu. Buluşacağımız kafeye geldim. Eyvah! Fersa Hanım yok. Biraz sonra Fersa Hanım karşıdaki kafeden başını çıkardı;
-Buradayım.
Beraberce yürüdük. Güzel küçük bir sokak, "hangi atölyeye gidelim" diye düşünüyoruz, beraber çalıştığı sanatçıların çoğu tatile gitmiş, anahtarlarını da Fersa Hanım'a bırakmışlar. Sonunda Orhan Taylan'ın atölyesine gitmeye karar verdik. Önce atölyeyi gezdirdi. İçerde tatile gitmemiş sanatçılar, tuvallerinin başında ayrı bir dünyada sanatın dünyasına dalmışlar. Tatili falan düşünen yok. Orhan Taylan'ın resimleri arasında kahvelerimizi içerken tatlı bir sohbete başladık.
Fersa Acar resmi, sanatı, sanatın her dalını çok seviyor. Eşi de yirmibir yıl önce kaybettiğimiz değerli sanatçımız heykeltraş Kuzgun Acar.
Fersa Hanım'la henüz çok gençken, onyedi yaşındayken tanışıyorlar. Çalıştığı tiyatroda Kurtuluş Savaşı'yla ilgili bir oyun için bir heykel gerekiyor. Kuzgun Acar'a başvuruyorlar. Tiyatroya geliyor, otomobil yedek parçalarından bir heykel yapıyor ama oyun oynanmıyor. Başka bir "oyun" başlıyor. Gencecik Fersa'ya, "Arap"ın aşk oyunu (arkadaşları Kuzgun Acar'a Arap diyorlar, Fikret Otyam ise "Hacı" diye çağırıyor). Fersa Hanım hayatı aşkla birlikte öğreniyor. Bir yanda yalnızca kendi istediğini yapan, yaptığı hiçbir şeyden pişman olmayan baş kaldırı simgesi bir adam; diğer yanda hayat hakkında hiçbir şey bilmeyen ama öğrenmeye hevesli bir genç kız.
"Her gün milyonlarca şey vardı ondan öğrendiğim. Ama çok genç olduğum için değerlendiremedim bunu. Keşke şimdi hayatta olsaydı da o zaman daha farklı bakardım, daha doğru değerlendirirdim hayatı. O anlatılabilecek bir insan değildi. Onu yaşamış olmak lazım. Her zaman yanımdaydı. Bana destek oldu. O zaman tiyatroyla uğraşmak çok zordu. Oyunum olduğu zaman, Kuzgun hep beklerdi beni. Gece bir buçukta oyundan gelir, beraber oturur, bir şeyler içer, gece yaşardık. Sanatçılar ister istemez gece yaşamak zorunda kalıyor. Kuzgun insanlarla yaşamayı severdi."
Birçok dostları var. Mengü Ertel, Can Yücel, Orhan Taylan'dan Tan Oral'a kadar. Dostlar, hep beraberler, eskiden olduğu gibi gerçekten dostlar. Keyif içinde geçen günler. Emek verilmiş dostluklar. Emek vermeden dostluklar da yeşermiyor. 'Daha mı bohemdi o zaman yaşam' diye soruyorum. "Hayır değil ama bir başka türlüydü. Bir büyüydü yaşam ve gençlik yılları." Sanatçılar sanatçılarla evlenmeli diyor Fersa Acar. "Çünkü o zaman birbirlerinin duygularını yanlış anlamıyorlar. Kullanmıyorlar duyguları birbirlerine karşı." Kuzgun, Fersa Hanım'ın gerekirse makyajını yapıyor, gerekirse de oyunu çalıştırıyormuş. Çünkü duyguları açık, sıradan insanların göstereceği tepkiyi o göstermiyormuş. Hayata yeni başlayan bu küçük kıza yardım ediyor. "Yoksulduk, hiç bir şeyimiz yoktu sadece dostlarımız vardı" diyor Fersa Acar.
Geveze bülbül, kahkahalar kralı Kuzgun, son yıllarında parasızlıktan Orhan Taylan'la birlikte elbise bile boyuyor. Talihsiz bir atölye kazasından sonra geride heykelleri, maskları ve Fersa'sını bırakıyor.
Kuzgun öldükten sonra ne yaptınız?
"Kuzgun'dan sonra tiyatroyu bıraktım. Çalışmak zorundaydım. Çevirmenlik yaptım. Apayrı bir dünyaydı. Fakat dostluklarım hep devam etti. Hep sanatçılarla dost olmak istedim."
Sanatçılarla dostluk içinde yaşarken, sevdiği bir iş yaparak yaşamını sürdürecek parayı kazanmak için hayran olduğu sanatçılarla birlikte resim alım-satım işine girişiyor. Önce birkaç galeride çalışıyor. Ama istediği tam olarak bu değil. Çünkü o galerici olmak istemiyor. O, sanatçıların tarafında olmak istiyor. Bir çeşit menajerlik gibi mi diye soruyorum. "Hayır, o da değil çünkü menajer bir yerde sanatçıyı yönlendirebilir, oysa ben kesinlikle böyle bir hakkım olduğunu zannetmiyorum. Ben yalnızca sanatçıyla galerici arasında bir köprü görevi görmek istiyorum. Sanatçılarla birlikteyken, hem onlara yardımım dokunuyor hem de kendime; hem maddi hem de manevi yönden kazanç sağlıyorum. İnsanın çalıştığı işi sevmesi önemli. Sanatçılarla birebir ilişkiyle oturup konuşuyoruz. Nerde açalım sergiyi, hangi koşullarda. Sonra gidiyorum galericiyle konuşuyorum. İki tarafın isteklerini birleştiriyorum. Basın ilişkileriyle ilgileniyorum. Sahnede yapamadığım şeyi şimdi gerçek hayatta yapıyorum. Belki zaman zaman oynayarak. Karşımdakinin sinirli günü mü, sakin günü mü, yoksa kira makbuzu gelmiş de o gün siniri tepesinde mi bunlara dikkat ediyorum. Benim çalıştığım sanatçılar genelde basının tanıdığı sanatçılar, onlarla arkadaşlık kurdum. Yani herşeyi dostluk kanalıyla hallediyorum. Hepimiz insanız, herşey ama herşey olabilir. Yaşamın sanatı taklit etmesi gibi sanat da yaşamı taklit ediyor; hepsi içiçe geçmiş bir halka gibi. Kuzgun diyor ki: Önce sevmek gerek. Karşına bir malzeme çıkar ona sevgiyle yanaştıkça sokuldukça tanırsın. Tanıdıkça seversin. Bir kere sevdin mi, gönlünü verdin mi bu malzemeye nakış da olur heykel de mask da."
Fersa Acar yirmibir yıl önce öğrenmiş olduğu bilgilerinin ışığında sanatçılara sevgisini sunarak sanatçıların sergilerine yardım ediyor. "Yeter ki onlar fazla yorulmasınlar, bütün vakitlerini eserlerine harcasınlar" diyor. Ve ekliyor "Sergiyi düzenledikten sonra sanatçı isterse değiştirir. Sergi sürecinde galeride bulunarak müşterilerle, izleyicilerle ilgileniyor, eleştirilerini dinliyor". Teknik işleri tamamiyle üstlenerek sanatçıya yalnızca eserleriyle uğraşmak lüksünü bırakıyor. Beraber çalışmadığı sanatçılar için de elinden geleni yapıyor. Mesela bir alıcı başka bir sanatçının eserini arzu ederse onu da bulup getiriyor. Çalıştığı sanatçılardan belirli bir yüzde aldığını ve emeğin sömürülmesine karşı çıktığını söylüyor ve sanatçının da emeğinin karşılığını alması gerektiğini düşünüyor. "Yaptığım iş o kadar da büyütülecek bir iş değil keşke daha fazla sanatçıyla çalışabilsem" diyor.
Çok sık tartışılan bir konuyu soruyorum. Türkiye'de sanat var mı diye soruyorum. Aslında bu kadar sanat aşığı bir insana yanlış bir soru. Çünkü o kadar sevgiyle bakıyor ki bana, sorduğum soruyu geri almalıyım. "Kuzgun Acar'ın sergisini açtığımız zaman bundan yirmi bir yıl önce ölmüş bulunan bir sanatçıya halkın nasıl sahip çıktığını gördüm. Bu demek ki Türkiye'de sanat var. Türk halkı sanata değer veriyor.* Herhangi bir insan okur yazar olmayabilir ama sanat hiç okuma yazması olmayana da bir şey söyleyen bir nesne - o tadar, lezzetine varır ve hesabını sorar insana. Şaşırır tabii, şaşırsın istiyorum zaten. Şaşırtmak için değil. Şaşırırken doğruyu bulacaktır, tabi eğer ben doğruysam. Doğru değilsem zaten neyi yapsam bir şey değil. Birkaç iş yaptım ve bu yığınlara gitti. Ve yığınlar öylesine kabullendiler ki..."
"Sanat bir kültür birikimi. Sanat buruvaziyi ilgilendiriyor. Adamın karnı açken gelip hangi sergiyi gezsin, hangi resmi, hangi heykeli izlesin?" Elinden gelse ya da biraz parası yetse sergilerini alıp büyük tırlara yükleyecek ve dosdoğru Anadolu'ya... "İnsanlar galerilere girmeye korkuyorlar. Galeriye girilir. Eserlere bakılır. Bunlar olacaktır. Hiçbir yerde kolayına olmamış. Bizde de olacaktır. Bunun için ne yapabilirsek. Ucundan bucağından. Neresinden tutabilirsek? Sanatçı her yerde sergi açmalı." Bu bakımdan Orhan Taylan'ı çok seviyor. Hiçbir yere burun kıvırmıyor. Eserlerini daha fazla kişiye taşıyabilmek için yapıyor. Bunun gibi başka sanatçılar da sayıyor. Çok özveriyle çalışan Su Yücel. Şimdi Avustralya'da Kültür Bakanlığının davetlisi olarak bilmem ne galerisinde açıyor sergisini. İlle de galeri bana kitap yapsın onu yapsın bunu yapsın demiyor. Sonuçta herşey geliyor bir metropol olan İstanbul'da kilitleniyor. Herşey burada."
1961 yılında, Paris uluslararası Genç Sanatçılar Bienalinde Avrupa ve dünya çapında ünlü sanatçıların arasından sıyrılarak birinci olan Kuzgun Acar, o zamana kadar bir Türk sanatçısının uluslararası platformda kazanabileceği en büyük başarıyı elde etmişti. Henüz 33 yaşaındaydı. Bienal tarafından burs verilmiş. Paris'te yaptığı çalışmalar 1962'de Paris Modern Sanatlar Müzesinde sergilenmiş. Aynı yıl 23. Devlet Resim ve Heykel Sergisinde birincilik ödülünü almış. Şu sıralarda en popüler tartışmalardan biri de Bienallerin gerekli olup olmadığı. Fersa, bütün dostça ve samimi duygularıyla, Bienallerin gerekliliğinden bahsederek beni şaşırtıyor. Benim bugüne kadar gördüğüm klasik resim alım-satıcıları böylesine çağdaş sanat ortamlarından nefret ederler. Halbuki Fersa son derece açık bir düşünce yapısıyla, görülen her yeni eserin, her yeni yapıtın yaşamımıza getireceği artıların peşinde.
"Olmasından yanayım. Bunun galerilere bir zararı yok ki. Bienallerde gördüğümüz yapılar bize yeni kapılar açıyor. Her sanatçının olanağı yok ki yurt dışına gidip sergi izlesin. İşte ayağımıza geliyor, yalnız çağdaş sanat yapıtları değil bütün tiyatro oyunları, filmler, konserler, festivaller aracılığı ile hepsini izileme olanağı bulabiliyoruz. Bunları gördükten sonra bakıyoruz ki bizim sanatçılarımızın da diğerlerinden bir farkı yok. Gerçekten bizim sanatçılarımız da dünya çapında. Türkiye'nin kültür politikasından dolayı fazla tanıtım yapılamıyor ama bireysel ya da kurumsal çalışmalarla zaman içinde birçok şeyin yerli yerine oturacağından eminim."
Duygularına ve sezgilerine çok güvenilebilecek bir insan Fersa, kararlarında sanatçı sevgisi, sanat sevgisinin ağır bastığı görülüyor. Sanatçılar için elinden gelse canını verecek. "Sanatçı hep en iyiyi yaşamalı. Çünkü o yol göstericidir. Yeni ufuklar açıcıdır. Hayata pencere açandır. Parası olmazsa pencereyi nasıl açsın? Türkiye'de henüz bazı kavramlar tam olarak oturmadığı için bir karmaşa, bir kaos yaşanıyor. Bu yıl, yurt dışından bir sanatçı geldi, beraber bir sergi düzenlemeye karar verdik. Fiyatları bağlı bulunduğu Almaya'daki sanatçılar birliğinden belirlenmişti. Bu fiyatların ne altında ne de üstünde satabilirim dedi. Baktım fiyatlar Alman markı üzerinden olduğu için çok yüksek. Burada bu paraya resim satamayız, dedim. O zaman sizin sanatçılar derneğine gidelim fiyatları öğrenelim, dedi. Burda böyle bir dernek böyle bir kurumlaşma olmadığını söyledim. Sanatçı şaşırdı. Burada herkes kendine göre bir fiyat belirliyor. Satamadığı zaman daha da iniyor. Taksit yapıyor. Ben çalıştığım sanatçılarla bir fiyat politikası oturtmaya çalışıyorum. Atölye-galeri fiyatlarını bir tutmaya karar verdik. Çünkü sanatçı sergi açıyor. Alıcı sergiden almıyor atölyeden ucuza alırım diye düşünüyor. O zaman galericinin aleyhine oluyor, oysa ki galerici de yaşamak zorunda yoksa eserler nerede sergilenecek?"
"Önce kendi işimde devrimci olmaya çalışıyorum. Kaçınılmaz birşey bu. Ben kendi heykelimde birşey beceremiyorsam bir yeni tad, yeni koku, yeni inanç koymazsam kime ne söyleyeceğim ki ben."*
Yalnızca kendisi gibi olmaya çalışan bir kadınla yaşamın bir döneminde beraber olmuş bir yontucu, küçük genç kızın yaşamına ektiği sanat fidesini yirmibir yıl sonra yeşertmiş, yaşamdan en büyük beklentisi dostluk arkadaşlık olmuş.
Heykelllerine yonttuğu yeni tadlar bugün, olgun bir kadının bedeninde mutlak dostlukla büyümüş. Sanat yolunda örülmüş hayata bir tuğla daha koymuş.
Son bir soru sordum: Ahmet Ertegün bir röportajda Türkiye'de yalnız Tarkan var demiş ses olarak. Resimde de var mı acaba böyle bir Tarkan?
"Tabii ki Tarkan benim için bir ölçü değil. Binlerce sanatçımız var. Bütün sanatçılarımız benim için olağanüstü. Hepsi ne özverilerle çalışıyorlar. Her eser bir çığlık. Her sanatçı bir yürek. Her yürek bir okyanus. Her yürek, okyanusta bir kuş."
Fersa Acar, hümanist ve entellektüel toplumların oluşumunda, sanatçıların ve sanatın ne kadar önemli bir etkisi olduğunun bilincinde olan bir sanat dostu. Yapmak istediklerine sabırla ulaşmaya çalışıyor. "Önemli olan bir şeyler yapmak."
"Heykeli öyle de yapsan olur böyle de. Taştan, mermerden oyarsın, çividen demirden dökersin, çanak çömlekten bükersin. Hepsi de olur... Tepe noktaya bir yer koyarsın süs olur, fırlatır atarsın çöp olur... Ama bir işe yaradı mı, o zaman öpülesiye, okşanasıya güzel olur."*
Ben de Türk sanatı için bu güzel insanlarla en güzel en doğru olsun diyorum.

*Sanat Çevresi, Eylül 1997/ Sanatçı ile daha önce yapılmış görüşme bantlarından alıntıdır.

İçindekilere geri dön