!ktphane.gif (4763 bytes)

22. Sayı

Amerikalı Bir Koşucu

Edip Hamurcu

Geçenlerde bir film izledim. Ne yönetmenini, ne oyuncuları ne de filmin adını hatırlıyorum. Ama filmden biraz söz edersem belki izlemiş olanlar hatırlarlar. Film gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. Yanlış hatırlamıyorsam Willis adlı bir genci anlatıyor.
Willis bir kızılderili, bir Siu... Hani şu kovboy filmlerinde gördüğümüz ünlü Siu'lardan. Ama tabii artık eskisi gibi çadırlarda yaşamıyorlar. Pantolon, gömlek giyiyorlar ve çocuklarını okula gönderiyorlar. Yalnızca bazı törenlerde eskisi gibi giyiniyor, tüylü başlıklar takıyor ve bir totemin çevresinde dansediyorlar.
Willis bir lise öğrencisi. Lisede hızlı koşmasıyla dikkat çekiyor. Kendi kendine hep şunu tekrar ediyor: "Koşmayı çok seviyorum".
Kırlarda, dağda, bayırda yelelerini savurarak çıplak bir at gibi koşmak ona büyük mutluluk veriyor: "Şu tepeye doğru koşayım. Şu tepeyi aşayım. Şu bayırdan aşağı doğru kendimi bırakayım. Ciğerlerimin, kaslarımın çalışmasını dinleyeyim"
Lisede bir yarışta beş bin metreyi Amerika rekorunun yalnızca bir saniye altında bir sürede koşunca bütün dikkatler Willis'in üzerinde toplanır. Lisedeki hocası yarış sırasında tesadüfen orada bulunan bir üniversite koçuna Willis'i tavsiye eder. Koç Willis'i almak istemez. Çünkü o bir kızılderili. Yanlış anlaşılmasın: Koç ırkçı falan değil, aksine, kızılderilileri çok seviyor ve onları kolluyor. Ama onun da bazı deneyimleri ve bu deneyimlerden çıkarttığı bazı ilkeleri var. O daha önce de çok yetenekli kızılderili öğrenciler görmüş ve onları alıp çalıştırmıştı. Ama hiç birisi büyük şehre uyum sağlayamamış ve büyük bir kısmı da ikinci ya da üçüncü yıllarında, hatta bazıları okulu bitirmeye az bir süre kala, geriye, kabilelerine dönmüşlerdi. Koçun odasının duvarlarında hala bu büyük yeteneklerin bazılarının fotoğrafları durmaktadır. Israr üzerine Koç, istemeye istemeye Willis'i kabul eder.
Olağanüstü yetenekli Willis... Hızlı Willis... Hem de en hızlısı. Koç ondan çok şey bekliyor, ama önce eğitilmesi lazım. Takım olarak katılacakları yarışlara hazırlanmaktalar... Bir antrenman koşusu... Willis kendini zorlamadan, arkadaşlarıyla birlikte bir ileri bir geri koşuyor. Ara sıra şakacıktan yarışlar yapıyorlar.
"Şu direğe kadar, tamam mı?"
"Tamam".
Bir arkadaşı Willis'i geçer. Willis gülümseyerek arkadaşına takılır: "Çok iyi, çok iyi, ama bence daha hızlı olmalısın". Olayı izleyen koç hemen Willis'i yanına çağırır.
"Neden seni geçmesine izin verdin?"
Willis şaşırır,
"Ama bu sadece bir antrenman koşusu."
"Sence o da öyle mi görüyor?"
"E, evet, herhalde."
"Bak sana ne diyeceğim. O senin rakibin. Pistte arkadaş yoktur. Bir daha böyle bir şeyi görmek istemiyorum."
Günler geçiyor. Willis çok iyi bir koşucu ve bunu her yarışta kanıtlıyor. Okul birincisi olur. Derken okullar arası yarışmada da birinci olur. İpi göğüsler göğüslemez geri dönüp diğer okulun yarışmacısı olan bir diğer Siu arkadaşının ikinciliğini kutlayıp onu teselli ettiğinde koçtan yine bir uyarı alır: Bu çocuk beyinsiz, zor öğreniyor.
Willis kısa bir süre sonra eyalet birincisi olur. Gazetelerde resimleri çıkar, onunla ilgili haberler yayınlanır. Pek çok şirket de artık ünlü olan bu simayı kadrosunda çalıştırmak için peşindedir. Willis bir firmayla anlaşır ve diğer öğrencilerin çoğu gibi okulla birlikte işi de yürütmeye başlar.
Willis zaferden zafere koşuyor. "Ama yanlış koşuyor" der koç. "Evet, evet: Willis yanlış koşuyor. Yapması gereken yarışın ta başında en öne geçmek ve birinciliği bir an bile kaptırmamak. Yarışı hep önde sürdürmek. Çünkü böyle yaptığında arkandaki koşucunun cesareti kırılır. 'Onu asla geçemeyeceğim' der içinden. 'Bir daha ki yarışa geçerim' der. Bunu rakibe dedirtmek lazım. Ancak onun cesaretini kırarsan onu yenebilirsin. Oysa Willis ne yapıyor? Hep ya arkalarda ya da ortalarda koşuyor ve sonradan atak yapıp ipi göğüslüyor."
"Ama böylece bütün yarışı izleyebiliyorum, kim ne yapıyor görebiliyorum"
"Geç bunları Willis. Sana öğrettiğim gibi koşmalısın. Onlara üstün olduğunu her an hissettirmelisin."
Bir yarış daha. O da ne? Willis üçüncü oldu. Bu bir sürpriz. Herhalde iyi bir gününde değildi.
Koç: "Ama diğer herkes iyi günündeydi, Willis".
Moral sıfır. Aradan bir kaç ay geçer. İkinci bir koşu ve Willis beşinci. Yıldızı sönmektedir. Çalıştığı şirket kendini toparlamasını, aksi takdirde onunla ilgili projelerini yeniden gözden geçireceklerini üzülerek belirtir. Ama elden ne gelir? Artık başaramıyor, artık gücü yetmiyor. Willis dehşet içinde şunu farkeder: "Koşmayı sevmiyorum"
Evet, bir zamanlar sevdiği için koşuyordu ve başarıyordu. Ama şimdi kendisine öğretilen rekabetle barışık yaşayamıyordu. Rekabet için yarıştığında koşmayı sevemiyor ve sevmeden koştuğunda başarılı olamıyordu. Okulu bıraktı... Diğerleri gibi...
***
Willis kabilesine geri döndüğünde otobüsten iner inmez küçük bir kızılderili çocuk yanına yaklaşır:
"Sen Willis değil misin?"
"Evet. Sen beni nereden tanıyorsun?"
"İşte şurdan."
Çocuk cebinden gazete kupürünü çıkartıp gösterir: Willis'in fotoğrafı.
Willis ailesini görür, kabilesiyle özlem giderir. Tam tam çalar, dans eder. Kırlarda koşmaya başlar Willis. Çıplak bir at gibi. Özgürlüğü hisseder. Böyle koşmayı seviyor. Kimse başına bir taç ya da boynuna bir madalya koymasa bile böyle koşmayı seviyor. Madalyayı değil koşmayı seviyor.
***
Benim filmin anlatmak istediğim kısmı bu kadar. Evet, benim için önemli olan buraya kadar ki kısmıydı. Bu çocuğun hayat hikayesinin bir film olması, insanların öykünün buraya kadar olan kısmının dahi yeterince ilginç olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmıyor. Hayır, Willis 1982 Seul olimpiyatlarında şampiyon olduğu için hayatı filme alındı.
Willis bütün kabilesinin kendisinden şampiyonluk beklediğini görür ve onları onurlandırmak için donanmaya girer. Çünkü donanma Willis'e rahat antrenman yapacağı olanakları sunmayı kabul etmiştir. Olimpiyatlara katılır. Favori olmak bir yana, onun elemeleri geçmesi, kariyerindeki en önemli adım olarak kabul edilir. Nitekim yarışın sonuna yaklaşıncaya kadar da insanlar böyle düşünür. Willis bu sefer -işte bu sefer- istediği gibi koşmaktadır. Ortalarda koşmakta ve yarışın gidişini izlemektedir. Kim ne yapıyor? Kim ne zaman atak yapabilir? Ve muhteşem bir deparla öne geçer. Ama diğer koşucular rekabeti yeterince bilmektedirler. Bir omuz darbesiyle sendeleyerek en arkaya düşer. Ve ardından ikinci bir depar. Herkes şaşkınlıkla bu geriden gelen Siu'yu izliyor, geriden gelen Siu'nun herkesi geride bırakarak ipi göğüslemesini. Evet, Willis yani onun formasını giydiği Amerika şampiyon oldu. Ama aslında Willis "Amerikalı" olan bir şeylere karşı kazanmıştı. (Daha sonra Amerika onun zaferini de "Amerikalılaştırır", o ayrı!)
Peki ya koçun odasının duvarlarında fotoğrafları duran diğer kızılderililer? İsimlerini bir tek koçun hatırladığı 'mağluplar'. Kızılderililer hemen hemen tüm ilkel topluluklar gibi rekabetten çok dayanışmayı yücelten toplumlardı. En hızlı olanla gurur duyabilirlerdi, ama en hızlı olanın bununla gurur duymaya hakkı yoktu. Ya da en azından bunun onu diğerlerinin üstünde bir yere yerleştirmesine izin verilmezdi. Rekabet bir oyundan ibaretti. Söz gelimi Willis birinci olduğunda geri dönüp diğer Siu'nun omzuna elini koymasa kabilesi onu ayıplardı. Bu ahlaki bir tavırdı.
Koç'un odasındaki resimler şunu anlatıyor: Mağlupların dünyası en zayıfların dünyası değildir. Orada belki de zayıflardan daha çok inkar edenler vardır. Reddedenler, oynamayanlar. Sürekli olarak karşılaştırılmayı sayısallaştırılmayı, istatistiklere konu olmayı, derecelendirilmeyi ve elenmek kadar elemeyi de, alçaltılmak kadar yüceltilmeyi de reddedenler. Mağlubiyetten çok galibiyete ısınamayanlar. Willis gibi, birinci olduğunda ikinciden neredeyse özür dileyecek bir ruh haline sahip olanlar. Her şeyin araçsallaştığı bir dünyada hala bazı şeyleri kendi oldukları için sevenler. Mesela koşmayı... Sağlığa iyi gelir diye değil. Koşmanın belli bir amacı yok. Koşmanın kendisi bir amaç. Koşmanın kendisi güzel.
Willis'in hayatı bunu kanıtladığı için önemli. Yaşamıyla "biz dışarıdakiler, biz uyumsuzlar" demiştir Willis "sanmayın ki sizden zayıfız. Sanmayın ki bizden daha yeteneklisiniz. Yalnızca aynı tercihleri paylaşmıyoruz. Biz oynamıyoruz. Siz şampiyon olduğunuzda bilin ki oyuna katılanların şampiyonusunuz. Reddedenlerin ise zaten şampiyonlara ihtiyacı yoktur."

İçindekilere geri dön