22. Sayı
Geçenlerde bir film izledim. Ne yönetmenini, ne oyuncuları ne de filmin adını
hatırlıyorum. Ama filmden biraz söz edersem belki izlemiş olanlar hatırlarlar. Film
gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. Yanlış hatırlamıyorsam Willis adlı bir genci
anlatıyor.
Willis bir kızılderili, bir Siu... Hani şu kovboy filmlerinde gördüğümüz ünlü
Siu'lardan. Ama tabii artık eskisi gibi çadırlarda yaşamıyorlar. Pantolon, gömlek
giyiyorlar ve çocuklarını okula gönderiyorlar. Yalnızca bazı törenlerde eskisi gibi
giyiniyor, tüylü başlıklar takıyor ve bir totemin çevresinde dansediyorlar.
Willis bir lise öğrencisi. Lisede hızlı koşmasıyla dikkat çekiyor. Kendi kendine
hep şunu tekrar ediyor: "Koşmayı çok seviyorum".
Kırlarda, dağda, bayırda yelelerini savurarak çıplak bir at gibi koşmak ona büyük
mutluluk veriyor: "Şu tepeye doğru koşayım. Şu tepeyi aşayım. Şu bayırdan
aşağı doğru kendimi bırakayım. Ciğerlerimin, kaslarımın çalışmasını
dinleyeyim"
Lisede bir yarışta beş bin metreyi Amerika rekorunun yalnızca bir saniye altında bir
sürede koşunca bütün dikkatler Willis'in üzerinde toplanır. Lisedeki hocası yarış
sırasında tesadüfen orada bulunan bir üniversite koçuna Willis'i tavsiye eder. Koç
Willis'i almak istemez. Çünkü o bir kızılderili. Yanlış anlaşılmasın: Koç
ırkçı falan değil, aksine, kızılderilileri çok seviyor ve onları kolluyor. Ama
onun da bazı deneyimleri ve bu deneyimlerden çıkarttığı bazı ilkeleri var. O daha
önce de çok yetenekli kızılderili öğrenciler görmüş ve onları alıp
çalıştırmıştı. Ama hiç birisi büyük şehre uyum sağlayamamış ve büyük bir
kısmı da ikinci ya da üçüncü yıllarında, hatta bazıları okulu bitirmeye az bir
süre kala, geriye, kabilelerine dönmüşlerdi. Koçun odasının duvarlarında hala bu
büyük yeteneklerin bazılarının fotoğrafları durmaktadır. Israr üzerine Koç,
istemeye istemeye Willis'i kabul eder.
Olağanüstü yetenekli Willis... Hızlı Willis... Hem de en hızlısı. Koç ondan çok
şey bekliyor, ama önce eğitilmesi lazım. Takım olarak katılacakları yarışlara
hazırlanmaktalar... Bir antrenman koşusu... Willis kendini zorlamadan, arkadaşlarıyla
birlikte bir ileri bir geri koşuyor. Ara sıra şakacıktan yarışlar yapıyorlar.
"Şu direğe kadar, tamam mı?"
"Tamam".
Bir arkadaşı Willis'i geçer. Willis gülümseyerek arkadaşına takılır: "Çok
iyi, çok iyi, ama bence daha hızlı olmalısın". Olayı izleyen koç hemen
Willis'i yanına çağırır.
"Neden seni geçmesine izin verdin?"
Willis şaşırır,
"Ama bu sadece bir antrenman koşusu."
"Sence o da öyle mi görüyor?"
"E, evet, herhalde."
"Bak sana ne diyeceğim. O senin rakibin. Pistte arkadaş yoktur. Bir daha böyle bir
şeyi görmek istemiyorum."
Günler geçiyor. Willis çok iyi bir koşucu ve bunu her yarışta kanıtlıyor. Okul
birincisi olur. Derken okullar arası yarışmada da birinci olur. İpi göğüsler
göğüslemez geri dönüp diğer okulun yarışmacısı olan bir diğer Siu
arkadaşının ikinciliğini kutlayıp onu teselli ettiğinde koçtan yine bir uyarı
alır: Bu çocuk beyinsiz, zor öğreniyor.
Willis kısa bir süre sonra eyalet birincisi olur. Gazetelerde resimleri çıkar, onunla
ilgili haberler yayınlanır. Pek çok şirket de artık ünlü olan bu simayı kadrosunda
çalıştırmak için peşindedir. Willis bir firmayla anlaşır ve diğer öğrencilerin
çoğu gibi okulla birlikte işi de yürütmeye başlar.
Willis zaferden zafere koşuyor. "Ama yanlış koşuyor" der koç. "Evet,
evet: Willis yanlış koşuyor. Yapması gereken yarışın ta başında en öne geçmek
ve birinciliği bir an bile kaptırmamak. Yarışı hep önde sürdürmek. Çünkü böyle
yaptığında arkandaki koşucunun cesareti kırılır. 'Onu asla geçemeyeceğim' der
içinden. 'Bir daha ki yarışa geçerim' der. Bunu rakibe dedirtmek lazım. Ancak onun
cesaretini kırarsan onu yenebilirsin. Oysa Willis ne yapıyor? Hep ya arkalarda ya da
ortalarda koşuyor ve sonradan atak yapıp ipi göğüslüyor."
"Ama böylece bütün yarışı izleyebiliyorum, kim ne yapıyor görebiliyorum"
"Geç bunları Willis. Sana öğrettiğim gibi koşmalısın. Onlara üstün
olduğunu her an hissettirmelisin."
Bir yarış daha. O da ne? Willis üçüncü oldu. Bu bir sürpriz. Herhalde iyi bir
gününde değildi.
Koç: "Ama diğer herkes iyi günündeydi, Willis".
Moral sıfır. Aradan bir kaç ay geçer. İkinci bir koşu ve Willis beşinci. Yıldızı
sönmektedir. Çalıştığı şirket kendini toparlamasını, aksi takdirde onunla ilgili
projelerini yeniden gözden geçireceklerini üzülerek belirtir. Ama elden ne gelir?
Artık başaramıyor, artık gücü yetmiyor. Willis dehşet içinde şunu farkeder:
"Koşmayı sevmiyorum"
Evet, bir zamanlar sevdiği için koşuyordu ve başarıyordu. Ama şimdi kendisine
öğretilen rekabetle barışık yaşayamıyordu. Rekabet için yarıştığında
koşmayı sevemiyor ve sevmeden koştuğunda başarılı olamıyordu. Okulu bıraktı...
Diğerleri gibi...
***
Willis kabilesine geri döndüğünde otobüsten iner inmez küçük bir kızılderili
çocuk yanına yaklaşır:
"Sen Willis değil misin?"
"Evet. Sen beni nereden tanıyorsun?"
"İşte şurdan."
Çocuk cebinden gazete kupürünü çıkartıp gösterir: Willis'in fotoğrafı.
Willis ailesini görür, kabilesiyle özlem giderir. Tam tam çalar, dans eder. Kırlarda
koşmaya başlar Willis. Çıplak bir at gibi. Özgürlüğü hisseder. Böyle koşmayı
seviyor. Kimse başına bir taç ya da boynuna bir madalya koymasa bile böyle koşmayı
seviyor. Madalyayı değil koşmayı seviyor.
***
Benim filmin anlatmak istediğim kısmı bu kadar. Evet, benim için önemli olan buraya
kadar ki kısmıydı. Bu çocuğun hayat hikayesinin bir film olması, insanların
öykünün buraya kadar olan kısmının dahi yeterince ilginç olduğunu
düşünmelerinden kaynaklanmıyor. Hayır, Willis 1982 Seul olimpiyatlarında şampiyon
olduğu için hayatı filme alındı.
Willis bütün kabilesinin kendisinden şampiyonluk beklediğini görür ve onları
onurlandırmak için donanmaya girer. Çünkü donanma Willis'e rahat antrenman yapacağı
olanakları sunmayı kabul etmiştir. Olimpiyatlara katılır. Favori olmak bir yana, onun
elemeleri geçmesi, kariyerindeki en önemli adım olarak kabul edilir. Nitekim yarışın
sonuna yaklaşıncaya kadar da insanlar böyle düşünür. Willis bu sefer -işte bu
sefer- istediği gibi koşmaktadır. Ortalarda koşmakta ve yarışın gidişini
izlemektedir. Kim ne yapıyor? Kim ne zaman atak yapabilir? Ve muhteşem bir deparla öne
geçer. Ama diğer koşucular rekabeti yeterince bilmektedirler. Bir omuz darbesiyle
sendeleyerek en arkaya düşer. Ve ardından ikinci bir depar. Herkes şaşkınlıkla bu
geriden gelen Siu'yu izliyor, geriden gelen Siu'nun herkesi geride bırakarak ipi
göğüslemesini. Evet, Willis yani onun formasını giydiği Amerika şampiyon oldu. Ama
aslında Willis "Amerikalı" olan bir şeylere karşı kazanmıştı. (Daha
sonra Amerika onun zaferini de "Amerikalılaştırır", o ayrı!)
Peki ya koçun odasının duvarlarında fotoğrafları duran diğer kızılderililer?
İsimlerini bir tek koçun hatırladığı 'mağluplar'. Kızılderililer hemen hemen tüm
ilkel topluluklar gibi rekabetten çok dayanışmayı yücelten toplumlardı. En hızlı
olanla gurur duyabilirlerdi, ama en hızlı olanın bununla gurur duymaya hakkı yoktu. Ya
da en azından bunun onu diğerlerinin üstünde bir yere yerleştirmesine izin
verilmezdi. Rekabet bir oyundan ibaretti. Söz gelimi Willis birinci olduğunda geri
dönüp diğer Siu'nun omzuna elini koymasa kabilesi onu ayıplardı. Bu ahlaki bir
tavırdı.
Koç'un odasındaki resimler şunu anlatıyor: Mağlupların dünyası en zayıfların
dünyası değildir. Orada belki de zayıflardan daha çok inkar edenler vardır.
Reddedenler, oynamayanlar. Sürekli olarak karşılaştırılmayı
sayısallaştırılmayı, istatistiklere konu olmayı, derecelendirilmeyi ve elenmek kadar
elemeyi de, alçaltılmak kadar yüceltilmeyi de reddedenler. Mağlubiyetten çok
galibiyete ısınamayanlar. Willis gibi, birinci olduğunda ikinciden neredeyse özür
dileyecek bir ruh haline sahip olanlar. Her şeyin araçsallaştığı bir dünyada hala
bazı şeyleri kendi oldukları için sevenler. Mesela koşmayı... Sağlığa iyi gelir
diye değil. Koşmanın belli bir amacı yok. Koşmanın kendisi bir amaç. Koşmanın
kendisi güzel.
Willis'in hayatı bunu kanıtladığı için önemli. Yaşamıyla "biz
dışarıdakiler, biz uyumsuzlar" demiştir Willis "sanmayın ki sizden
zayıfız. Sanmayın ki bizden daha yeteneklisiniz. Yalnızca aynı tercihleri
paylaşmıyoruz. Biz oynamıyoruz. Siz şampiyon olduğunuzda bilin ki oyuna
katılanların şampiyonusunuz. Reddedenlerin ise zaten şampiyonlara ihtiyacı
yoktur."