24. Sayı
Bu yazıyı hazırladığım şu günlerde İstanbul'un Florya sahilleri bir fosil yakıt
tankeri kazası ile petrole bulanmış durumda. İstanbul 2000 yılına petrole bulanmış
olarak girerken bir asırdan fazla geçmişi olan fosil yakıt kullanımının
21.yüzyılın eşiğinde hala bu hızla devam etmesinin iklim üzerindeki etkileri de
günden güne daha fazla hissediliyor.
21.yüzyıl'da çevre sorunlarının demokrasi, insan hakları, ekonomi, militarizm,
sermaye-emek çatışması gibi son derece önemli başlıklardan ayrı
tutulamayacağını, çevre ile ilgili tüm olumlu veya olumsuz gelişmelerin bu konular
ile doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum. 20. yüzyıl'ın son çeyreğinde
çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerinde gelişen demokrasi ve çevre hareketi
karşısında kendilerini ''yeşil'' gösterme çabasında bir çok PR şirketini ihya
ettiklerini ve aynı zamanda kirli yüzlerini demokrasinin henüz gelişemediği 3. Dünya
ülkelerinde gösterdiklerini biliyoruz. Bunun 21. Yüzyılda da devam etmesi kuvvetle
muhtemeldir. Dev şirketler ve onların güdümü altındaki bir çok hükümet Dünya
Ticaret Örgütü çatısı altında küreselleşme sloganıyla ulus devleti ortadan
kaldırmak ve dünyadaki bütün insanları Amerikan tüketim toplumu modelindeki
sorgulamadan tüketen tüketici konumuna getirmek amacıyla ciddi adımlar atıyor. Bu
girişim karşısında Seattle'daki direnişin en azından kısa vadede bu girişimi
önleyebileceğini düşünmüyorum. Bu direniş bugünkü şekliyle DTÖ'nün dünya
kaynakları üzerindeki tahribatını önlemeden çok, sınırlı bir kaç hakkın
kazanımını sağlayacak ancak uzun vadede DTÖ'nün zaferi şeklinde sonuçlanacaktır.
21.yüzyılda dünyayı bekleyen en büyük çevre felaketi iklim değişikliği olma
yolundadır. Fosil yakıtların bu hızla tüketiminin dünya ısısındaki artışa olan
etkisi bir çok bilim çevresi tarafından kabul edilirken petrol kartelleri ellerindeki
''ürünü'' son damlasına kadar tüketme politikasından hiç de vazgeçecek gibi
görünmemektedirler. Petro-kimya endüstrisinin çevreye saldığı toksik maddeler besin
zincirini zehirleyerek bu zincirin en üstündeki insanların sağlığını ciddi
şekilde tehdit ederken yine dev şirketlerin biyoçeşitlilik üzerindeki ciddi
tahribatı da kapitalist sistemin doğası gereği giderek artmaya devam edecek gibi
görünüyor. Petrol ve kimya endüstrisinin dünyanın kullanılabilir su rezervlerini bu
hızla kirletmesinin önümüzdeki yüzyılda (2001 yılına kadar halen yirminci
yüzyılda olduğumuza göre) su krizlerinin yaşanmasına neden olabileceğini ciddi
şekilde göstermektedir.
Önümüzdeki yüzyılda giderek artan enerji ihtiyacımıza güneş, rüzgar gibi daha
temiz alternatif enerji kaynaklarının yeterli olup olmayacağı sorusuna verilecek
cevaptan daha önemlisi ne için ve buna bağlı olarak ne kadar enerjiye ihtiyacımız
olduğunu sorgulamaktır. Bu sorgulamanın temel çıkış noktası insanın doğanın bir
parçası olduğu bilincine vararak tüketim toplumu çılgınlığının ekolojik denge
üzerinde yaratmış olduğu tahribatı gerçekten fark etmesi olmalıdır. Gene de
alternatif enerji kaynaklarının 21. yüzyılda giderek gelişeceğine ve çok daha
ekonomik hale geleceğine inanmaktayım. Burada önemli sorun giderek artan dünya
nüfusudur. Nüfus artışının bir diğer sonucu da giderek artan gıda ihtiyacı
olacaktır. Batı dünyasının bu soruna karşı genetik mühendisliği ile daha
dayanıklı ve daha çok gıda üretimi şeklinde göstermiş olduğu tepki doğal ortamda
varolmayan mikroorganizmaların çevreye yayılması şeklinde sonuçlanmaktadır. 21.
yüzyılda bu mikroorganizmaların ekolojik sistem üzerindeki etkilerinin neler
olabileceğini şu andan kestirmek neredeyse imkansız.
20. yüzyılda yaşanan çevre felaketlerinin sorumlusu açıkça kapitalist sistemin
kendisidir. Reel sosyalizm denemelerinin de bu sürece karşı sağlıklı bir argüman
olamadığını gördük. İster anarşistler olsun, ister sosyalistler, ya da ister
dünyanın petrol devi Shell'in kıyımına uğrayan Afrikalı Ogoniler olsun, mevcut
sistem altında ezilen tüm kitlelerin sistemi yıkmaya yönelik tüm girişimlerinde
ekolojist yaklaşımın, bu devrimci hareketin merkezi olacağını düşünüyorum.
21.Yüzyıl açıkça kapitalizmin altın çağı olmak yolundadır ve bunun sonucu olarak
kendini yeşil göstermeyi artık olmazsa olmaz halkla ilişkiler koşulu haline getirmiş
''çevreci'' şirketlerin doğa ve insan üzerindeki yıkımı sistemin doğası gereği
artarak devam edecektir. Bütün bunların yanında doğanın diyalektiği gereği
kapitalizm bu altın çağını yaşarken kendi karşıtının örgütlenmesine ve
güçlenmesine de kaçınılmaz olarak neden olacaktır. İnsanın insan ve insanın doğa
üzerindeki tahakkümü, ekolojik bunalımın temelinde yatan nedenleri ortadan
kaldırmayı hedeflemeyen, aksine insanın doğa üzerindeki tahakkümünü en verimli
hale getirmeyi hedefleyen çevrecilikle değil, ekoloji hareketi ile çözülecektir. Bu
anlamda dev şirketlerin sponsorluğunda kurulmuş çevre örgütlerinin görevi bu
tahribattan etkilenen kitlelere bir fayda sağlamaktan çok soruna neden olan güçleri
aklamaktan öteye geçememektedir. Bu sebepten dolayı önümüzdeki yüzyılda, ekolojik
felaketlerin kaynağını sistemin kendisi olarak görmeyen çevreci yaklaşımların
büyük halk kitlelerinin desteğini almasını beklemek hayalcilik olacaktır.
Üçüncü dünyadaki baldırı çıplak potansiyel tüketicilerin gelişmiş (!)
ülkelerdeki kadar plastik tüketen, enerji harcayan, yani sözde gelişmiş insanlar
olabilmeleri için gereken ekonomik koşulların yaratılması çok uluslu sermayenin son
süratle hayata geçirmeye çabaladığı politikasıdır. Bunun neticesinde sermayenin bu
sözde gelişmekte olan bölgelere yönelmesi 21.Yüzyılın ilk yarısında da devam
edecektir. Kullan-at mantığı içersindeki, dünyanın sınırlı bir gezegen olduğunu
görmezlikten gelen, insanları doğadan, yaptıkları her şeyden yabancılaştıran,
çok küçük bir azınlığa sözde refah getirirken büyük kitleleri alışveriş
kataloglarında seçtikleri ve aslında gerçekte hiç de ihtiyaçları olmayan şeyleri
almak için köle gibi çalıştıran bu sistem 21. yüzyılda giderek dünyanın her
tarafını işgal ederken kendi sonunu da hazırlayacaktır. Bu sonun hazırlanmasında,
sermayenin ve devletlerin güdümü altındaki biliminsanları değil, bilimi ve
teknolojiyi, insanın doğanın bir parçası olduğu noktasından hareketle
değerlendiren biliminsanları önemli rol oynayacakardır.
Doğal kaynakları sonsuz olan bir gezegende yaşamadığımıza göre kaynakları
böylesine bir hızla tüketen bir sistemin kendi sonunu hazırlaması kaçınılmazdır.
Kaçınılmaz bir şekilde insan yaşamını tehdit edici boyutlara ulaşacak çevre
felaketinin sorumlusu olan bu sistem, 21. Yüzyılda büyük kitlelerin ekoloji
hareketinin gerekliliğini kavrayarak eşitlikçi, özgürlükçü, insanın insan ve
insanın doğa üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldıran bir sistemin kurulmasının
temellerini atmalarına neden olacaktır.