!ktphane.gif (4763 bytes)

24. Sayı

Ekolojik Temelli Toplumun Ekonomi Politiği

Ahmet Atıl Aşıcı

Binli yılları iki binli yıllardan ayıracak en net farklılıklar kanımca temeli 19. yy da Avrupa'da atılan bilim uygarlığının 20. yy da evrildiği kapitalizmin eseri olacak. 20. yy lın son çeyreğinden itibaren derinleşerek gelişen küreselleşme olgusu 21. yy'la da damgasını vuracak. Kapitalist sistemin sadece bir üretim biçimi olmadığı, bir yaşam biçimi haline gelmesi küreselleşme ile ete kemiğe bürünüyor. Kapitalist piyasa sistemi, aileden arkadaş gruplarına, cemaatlere, her türlü insan gruplarında ilişki biçimlerini belirleyen konuma yelkenlerini küreselleşme rüzgarıyla doldurmakla ulaştı. Küreselleşme kapitalist piyasa sisteminin nasıl bir dünya, nasıl bir insan , nasıl bir kurumsal yapı sorularının cevaplarını içinde barındıran tılsımlı bir sözcük. Sınırları olmayan bir dünya, durmadan çalışan, soru sormayan ve çılgınca tüketen bir insan, sistemin işlemesini engelleyen tüm engelleri ortadan kaldırmaya programlı bir kurumsal yapı küreselleşmenin açılımını oluşturan en temel öğeler. "Maceralara atılmanın zamanı geçti." Böylesi bir dünyada hangi siyasi yapılanma biçimi "daha fazla karın" önündeki engelleri kaldırmaya niyetliyse ona prim verilir. "Liberal demokrasi"nin kapitalist piyasa sisteminin tamamlayıcısı olduğunun açıklandığı "Washington Uzlaşımı" ndan bu yana dünyada koca bir blok çöktü, milliyetçilik hortladı ve sonucunda etnik savaşlar Avrupa'nın göbeğinde bile insanlığı kana boğdu. Belirli aralıklarla sandığa gitme biçimine indirgenmiş "demokrasi"nin ne menem bir şey olduğu ortada. Liberal demokrasinin kalesi sayılan Amerika'da yüz milyonlarca dolarlık seçim kampanyalarının finans-kapitalin bir numaralı merkezi Wall Street tarafından finanse edilmesi çok anlamlı. Böylesi bir devlet aygıtının başına geçen kişilerin dünyaya "Birleşmiş Milletler", "Dünya Ticaret Örgütü", "Uluslararası Çalışma Örgütü", "Dünya Bankası", "Uluslararası Para Fonu" vb aracılığıyla empoze edeceği politikaların kimin önceliklerini taşıyabileceğini sormak bile anlamsız.
Son derece merkezi ve tekelci bir yapıya bürünen kapitalist sistemde gün geçmiyor ki geçmişin büyük firmaları birleşmesin. Böylesi bir yapı altında "tower"larda alınan kararlar dünyanın bir ucundaki insanların hayatlarını etkileyebiliyor. Yine sistem tarafından üretilen işsizliğin tehdidi altında milyarlarca insan içinde yaşadıkları doğanın tahribi, üç kuruş maaşa ürettikleri ürünlere yabancılaşma pahasına yaşamaya çalışıyor. Sahip oldukları değerler üzerinde hiçbir söz hakkı olmaksızın... Demokratik bir siyasal sistem altında yaşamaları da emekleri, içinde yaşadıkları doğal çevre üzerinde tasarrufta bulunabilmelerini sağlayamıyor.
Bir önceki sayıda yer alan yazıda kapitalist sistemin nasıl olup da neredeyse tüm toplumsal ilişkilerde belirleyici bir güce sahip olduğundan bahsetmiştim. Onun kurallarıyla çelişen her türlü düşüncenin, yaşam biçiminin demokratik olduğu söylenen bir yapılanma altında bile nasıl marjinalleştirildiğinden, dıştalandığından ve bunun mekanizmalarından söz etmiştim. Bu yazının bir amacı da, -aşağıda görüleceği üzere- dolayısıyla, "demokrasi" kavramının olması gerektiği gibi içini doldurmak, göstermelik "temsili demokrasi"nin ancak varolan sistemin yeniden üretilmesine yarayan, bu anlamda oldukça işlevsel, ama öte taraftan bir gelecek tasarımı açısından ne derece anlamsız olduğunu göstermek.
Başlangıcından bu yana "sanayi çağı", "atom çağı", "uzay çağı", "barbarlık çağı", "aşırılıklar çağı" gibi hak edilmiş birçok sıfatla anılan 20. yy lın bitiminde ortaya çıkan tablo böylesi bir yapının toplumsal ve ekolojik anlamda sürdürülemez olduğunu gösteriyor.
Üçüncü dünyanın insan ve doğal kaynaklarını gerek dolaysız yoldan gerek ticaret hadleri, vb dolaylı yollardan sömürerek bugünkü refah düzeyine erişmiş batı toplumlarının bazılarında uygulanan "sosyal devlet" ilkesi -ki zaman zaman alternatif olarak sunulmuştur- günümüzün artan rekabet ortamına daha fazla dayanamamış ve çözülmeye başlamıştır. Böylesi bir ortamda ulus-devletlerin elinde toplumun isteklerini karşılayacak araçların sayısı özelleştirmelerle azalıp, varolanlarının da "MAI", "uluslararası tahkim" gibi süreçlerle içlerinin boşaltıldığına şahit oluyoruz. Tüm bunlara karşılık olarak toplumsal hareketlerin daha kapsamlı gündemlerle hareket etmesi kaçınılmaz görünüyor. Seattle'da DTÖ' ne karşı geçtiğimiz ay yapılan gösteride, her 18 Haziranda dünyanın çeşitli köşelerinde yapılan kapitalizm-karşıtı hareketlerde genel, küresel bir çözüme ilişkin isteklerin ağırlık kazanmaya başladığını fark ediyoruz. "Halkların Küresel Eylemi" (People's Global Action) küresel bir saldırıya karşı küresel bir başkaldırının altında toplanacağı bir platform olma yolunda.
Çevresel yıkımın toplumsal olarak sürdürülemez olduğu konusunda herkes hemfikir. Ancak çözüm olarak sunulan projeler muhtelif. Sorun doğası itibariyle genel çözümler isteyen, uluslar üstü bir sorun. Nasıl Çernobil'de patlayan nükleer santral sadece Ukrayna'nın sorunu değilse, üretim-tüketim çılgınlığı sonucu atmosfere verilen gazların sera etkisi, fakirlik dolayısıyla doğal kaynakların aşırı kullanımı da tüm dünyanın ortak sorunu.
İnsanın dünyada varolmasından 20. yy la kadar sürede dünyaya verdiği zarar salt 20. yy daki yıkımın yanında devede kulak kalır. Gelişmiş ülkelerdeki aşırı üretimin milyarlarca aç insan, mahvolan çevre pahasına körüklediği tüketimin dünyanın ve dolayısıyla toplumun sonunu getireceği fikri kendilerince de kabul edilmiş olmalı ki son 15 yıldır "Sürdürülebilir Kalkınma" kavramı literatürde tartışılır oldu. Son derece pragmatik, geçmişteki politikaların biraz yeşile boyanmış halini derleyen kavram, doğanın bedelsiz tüketilebilecek bir kaynak olmadığını, nasıl biz kullanıyorsak gelecek kuşakların da faydalanabilmesinin sağlanmasına yönelik politikaları kapsıyor. Ne birçok ölümcül sorunun ana kaynağı olan kalkınmacılıktan vazgeçiliyor ne de çevreden. Sorun bir optimizasyona dolayısıyla teknik bir boyuta indirgeniyor. Tüm sosyal yanları göz ardı edilerek... Eksik olan şu ki, gelişmiş ülkeler gelecek kuşaklar için endişe ederken dünyanın çeşitli köşelerinde yaşayan milyarlarca insan daha bugün bile anılan kaynaklardan faydalanamıyor. Dolayısıyla "Sürdürülebilir Kalkınma"nın, ekonomik önceliklerle yüklü doğası ve göz ardı ettiği onca sorunla kökten bir çözüme alternatif olabilme şansı yok.
Günümüzün liberal-oligarşik yapı altındaki toplumundan "ekolojik temelli" bir topluma geçiş acil bir ihtiyaç. Peki buradan oraya nasıl geçeceğiz? Yazının bundan sonraki gelişimi özgürlükçü ve barışçı bir geçiş sürecinin neleri kapsaması gerektiğine dair literatürdeki kimi tartışmaları içeriyor.
Ekolojik Bir Topluma Doğru
Ekolojik temelli bir toplumda "demokrasi"nin tanımı daha genişliyor. Siyasal düzeyde sadece oy verme anlamında demokrasiye sahip görünen (kimilerinde o bile yok!) toplumlar yaşanan toplumsal ve ekolojik yıkımlara bir çare üretemiyor. Yapılması gereken demokrasinin sadece siyasal olanın sultasından çıkarılıp ekonominin, toplumsal ve ekolojik olanın alanına sokulması.
Ekonomik anlamdaki demokrasi değerleri yaratan güçlerin yani çoğunluğun yaratılan değer üzerinde söz sahibi olmasını gerektirir. Toplumsal demokrasi atomlaştırılan ve yabancılaştırılan bireyi yeniden toplumsallaştıracak yapılanmaları gerektirir. Bunun kapsamında sosyal hizmetlere eşit erişim imkanının sağlanması ve kişinin kendini gerçekleştireceği araçların temini yer alır. Tabi ki insanın insan üzerindeki tahakkümünün kaldırılması en başlıca amaçtır. Ekolojik anlamda demokrasi ise insanın doğa üzerindeki tahakkümünün kaldırılmasını gerektirir. Bu doğal kaynakların toplumsal ihtiyaçlar için -büyüme, kar güdüsü altında değil- doğanın kendini yenilemesine imkan verecek şekilde kullanılması demektir. Kaynakların şimdiki ve gelecek kuşakların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak kullanılmasını sağlayacak düzenlemeleri içerir.
Bu şekilde bir "kapsamlı demokrasi" tanımlaması ekolojik temelli bir toplumda vücut bulabilir.
Bu bağlamda, insanların yerel topluluklar halinde yaşayacakları "devletsiz", "parasız" ve "piyasasız" bir yapılanmaya ilişkin iki farklı teklifi değerlendireceğim. Bunlardan ilki James Robertson tarafından geçiş sürecine ilişkin önerilen ekonomik önlemleri içeriyor. Yazar, devletin ekonomide üstlendiği iki önemli görevin, vergi toplanması ve sosyal yardımın, günümüzde hangi ölçütlere göre gerçekleştirildiğinin ayrıntılı bir dökümünü verdikten sonra ulaşılması istenen "ekolojik temelli" topluma geçerken bu görevlerin alması gerektiği biçimleri tartışıyor. Vergi toplanması devletin asli görevlerinden biri. Devlet özel sektörün yapmaktan çekindiği, aciz kaldığı birtakım işleri halktan topladığı vergilerle yerine getirebilir ancak. Yolların aydınlatılması, adalet, güvenlik vb hizmetlerin sunulması gibi. Tartışılan konu vergilere konu olan faaliyetlerin yeniden düzenlenmesi, kısaca "değer yaratan" faaliyetlerden "değer tüketen" faaliyetlere kaydırılması. Biraz açarsak, günümüzde devlet özel sektörden "kurumlar vergisi" adı altında, çalışanlardan "gelir vergisi" adı altında vergi topluyor. Sosyal güvenlik için çalışan, işveren ve devletten alınan paraları da bir çeşit vergi olarak düşünebiliriz. Tüm bunların ortak özelliği değer yaratan faaliyetlerden alınıyor olması. İşveren ürettiği, işçi çalıştığı için vergi ödüyor. Bunun ekonomik faaliyetler üzerindeki olumsuz etkisi sebebiyledir ki liberal kesim devletin ekonomiden elini ayağını çekmesini savunur. Devlet vergiden vazgeçemeyeceğine göre tek çare vergilerin yeniden biçimlendirilmesi. Gelir vergisi, sosyal kesintiler istihdamın maliyetini artırıyor. Bu sebeple işsizlik baş gösteriyor. Üretimden alınan vergi ürünün maliyetine yansıyor ve fiyatını artırıyor. İşsizlik sigortası insanları yoksulluğa ve toplumdan dışlanmışlığa itiyor.
Dolayısıyla değer yaratan faaliyetlerden enerji tüketimi, doğal çevreye üretim sonucu verilen zarar gibi değer tüketen faaliyetlerin vergilendirilmesine geçilmesiyle iki türlü fayda sağlanacaktır. Hem hiçkimse yarattığı değer yüzünden cezalandırılmamış olacak hem de çevreyi daha az kirletme yolunda, ya da sevdikleri işlerle uğraşmaları konusunda teşvik edilmiş olacaklar. Yapılan bir çalışmada vergilerin geleneksel olandan bu yöne doğru kaydırılması toplanan verginin 2 katına çıkacağını gösteriyor. Peki toplanan bu vergi ne yapılacak? AB' de şu günlerde çokça tartışıldığı üzere bu para "yurttaş geliri" ya da "temel gelir" adı altında yaşlı, genç, sakat, kadın, erkek herkese eşit olarak paylaştırılabilir. Bu gelir o düzeyde olmalı ki herkesin insan gibi yaşamasını sağlamalı. Eğitim, sağlık gibi son derece önemli hizmetlerden toplumun diğer kesimleriyle eşit şekilde faydalanmasını sağlamalı. Böylelikle varolan gelir dağılımının daha düzgün bir hal alması sağlanmış olurken esas yarar insanların sevdikleri konularla uğraşmalarının kolaylaştırılmış olmasıdır. Bunun sonucu yabancılaşmanın azalması ve daha insani bir yaşam için motivasyonun fiziksel şartlarının artması. Vergilerin yeniden düzenlenmesi AB başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde tartışılan ve uygulanmaya başlayan bir konu. İsviçre'de benzinden alınan 2 franklık vergi yılda 6000 km den az seyahat yapan vatandaşlara eşit olarak dağıtılıyor. Sanayiden alınan vergi ondan zarar gören halka dağıtılıyor.
Vergi ve sosyal yardım konularının dışında devletten bu geçiş döneminde beklenen bir diğer politika uygulaması da emeği, sermayeyi ve toprağı tamamen serbestleştirme yönünde olacaktır. Bu sayede vatandaşlar yarattıkları ve sahip oldukları değerler üzerinde daha fazla söz hakkına sahip olacaklardır. Bu da hatırlanacağı üzere yukarıda bahsedilen "kapsamlı demokrasi"nin olmazsa olmaz koşullarından biridir.
Devletin tarafsız bir hakem olamayacağı önkabulu altında bu çeşit "revizyonist" politikaların gerçekleştirilebilme ihtimali tartışmaya açıktır. Temsili demokratik yapı altında toplumsal muhalefetin belirli bir parti altında örgütlenip anılan değişiklikleri yapabilmesi tarih tarafından olumsuzlanmış durumda. Alman "Yeşiller Partisi"nin başına gelenler oldukça öğreticidir. Tabandan gelen bir halk desteğine sahip güçlü bir hareketin klasik bir parlamenter yapı altında sürüklenebileceği tehlikelerden haberleri olmasına ve yapılanmalarında bunu önleyecek bir çok kural olmasına rağmen toplumu dönüştürmesi beklenen bu parti parlamentoya girmesiyle geleneksel politikaların yanında yeşil bir garnitür olmaktan öteye gidemedi. Durum böyleyken geleneksel partilerden herhangi bir değişime öncülük etmelerini beklemek zaten anlamsızdır.
Parlamenter sistemi bir çözüm aracı olarak görmeyi reddeden ekoloji temelli hareketlerin başında "Toplumsal Ekoloji Hareketi" (TEH) geliyor. Söz konusu parti oldukça radikal programlara, görüşleriyle uygun yapılanmalara sahip de olsa bir kere o yapının içine girdiğinde amaçlarından sapma tehlikesi ortaya çıkabileceğinden ve bu da hareketi gerileteceğinden siyasal bir parti altında temsili demokrasiyi reddetmesi hareketin en karakteristik özelliklerinden birisi. Hareketin genel hatlarıyla tanımı diğer yazılarda yer aldığından burada sadece böylesi bir toplum modelinde ekonominin nasıl örgütleneceğinden bahsedeceğim.
Hareketin genelinde yerelliğe verilen önem ekonomik sistemin kurulmasına da yansıyor. Burada "belediye"lerin yerel yönetim birimi olmaları açısından anlamı ve niteliği genişliyor. "Ekonomik demokrasi" yi temel alan modelin ana hatları şu şekilde özetlenebilir:
* Topluluk kurulu: (klasik Yunan ecclesia'sı biçiminde) kendine-yeterli her topluluğun belediye düzeyindeki son karar-alma mercii,
* Topluluklar bir konfederasyon altında toplanır, ve her topluluk burada istenildiğinde kolayca değiştirilebilen, dönüşümlü bir şekilde temsil edilir,
* Her topluluğa ait üretken kaynaklar her üretim biriminin çalışanlarına uzun vadeli olarak kiralanır,
* Üretimin amacı "büyümek" değil "ihtiyaçlar"ın giderilmesidir.
Sistem "seçim özgürlüğü"nü garanti eder ve temel ihtiyaç olmayan mallar ancak fazla-çalışma ile sağlanabilir. "Etkinlik"in anlamı burada yeni bir anlam kazanır; maliyetleri düşürüp hasılatı artırma konusu değil insan ihtiyaçlarını karşılayabilmedir etkinlik kriteri.
Ekolojik temelli böylesi bir toplumda ekonominin nasıl işleyeceğini çok kaba hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz.
İnsanın "temel ihtiyaçları" ve "temel olmayan ihtiyaçları" demokratik yollardan her topluluk tarafından belirlendikten sonra iş bu mal ve hizmetlerin üretilmesine ve topluluk içinde dağıtılmasına geliyor. Bir ekonomik sistemi diğerinden ayıran en temel farklılıklar üretimin ne şekilde yapıldığından ve üretilen mal, hizmetlerin insanlar arasındaki dağılımının nasıl yapıldığından kaynaklanır. Kapitalist piyasa ekonomilerinde özel sektör eliyle kar elde etmek amacıyla yapılan üretim fiyat mekanizmasıyla dağıtılır. Fiyat mekanizması dağıtımı çok iyi becerebildiği halde bu ürünlerin toplumun değişik kesimlerinde nasıl dağıldığına karşı sağırdır.
İşte bu yüzdendir ki bu "üretim modu" ve "dağılım" sorunsalına verilen cevap günümüz dünyasında toplumsal ve ekolojik felaketlere yol açmıştır. Doğaldır ki ekolojik temelli bir toplumda bunca soruna yol açan yöntemler kullanılmayacaktır. Üretim kar etmek için değil, topluluklar tarafından belirlenmiş temel ihtiyaçları karşılamak amacıyla kolektif olarak yapılacaktır. Bu mal ve hizmetlerin insanlara dağıtımı topluluk tarafından çıkarılan para benzeri araçlarla yapılacaktır. Bildiğimiz anlamda paranın kullanılmayacağının sebebi açıktır. Günümüzde para "değişim aracı" olma özelliğinden öte anlam kazanmıştır. Ticaretinden en yüksek paraların kazanıldığı "meta" yine paradır. Bugün dünyada para ticaretinin bir günlük hacmi mal ve hizmet ticaretinin yüzlerce katıdır. Borç batağında kıvranan milyarlarca Afrikalı, tepe taklak giden Asya ekonomileri paranın bir meta gibi kullanılmasının bir sonucudur.
Dolayısıyla kurulacak sistem paranın sadece değişim aracı olarak kullanılmasına izin verip, "spekülasyon" ve "değer biriktirme" aracı olarak kullanılmasını önlemelidir. Yaşlı, genç, özürlü her insana eşit miktarda dağıtılacak para benzeri aracın miktarı üretilen mal ve hizmetlerin arz ve talebini karşılayacak şekilde ayarlanacaktır. Ekonomilerin bildiğimiz anlamda ulusal düzeyde olmadığı düşünülürse bunu becermek o kadar da zor değildir. Temel olmayan ihtiyaçlara gelince onların alımı ve satımına sağlayacak araç diğerinden farklı olacak ve ancak fazla çalışma karşılığında insanlara dağıtılacaktır. Malın fiyatı bu durumda arzına ve geçmiş yıllardaki üretimine bağlı olarak değişecektir.
Temel ihtiyaçların karşılanması yerel değil konfederal bir sorundur. Konfederasyon temel ihtiyaçların düzeyini belirledikten ve kaynakların dağılımı yaptıktan sonra her yerel topluluk insanlarının temel ihtiyaçlarını üretecektir. Peki görev dağılımı nasıl yapılacaktır? Kişinin yapmak istediği işte çalışması bireysel bir özgürlük olsa da temel ihtiyaçlar söz konusu olduğundan kimsenin isteğine ya da fedakarlığına bırakılmayacak bir konudur. Kapitalist piyasa sisteminin işbölümünden kaynaklanan "yabancılaşma" nın önüne geçmek için "dönüşümlü görev dağılımı" uygun bir çözüm gibi görünüyor. Ancak toplum içinde ve çalışmada ortaya çıkan hiyerarşileri önlemek için çalışma alanında herkesin eşit güce sahip olması da önemli bir konudur.
Günümüz toplumunda hiyerarşinin en belirgin kaynaklarından biri olan "gelir dağılımı" sorunsalı bahsedilen modelde hem nitelik hem de nicelik bakımından çözüme kavuşacaktır. Gelirin tüm bireylere eşit dağıtılması ve model temel-olmayan ihtiyaçlar için fazladan çalışmayı içinde barındırdığından söz konusu değildir. Daha fazla tüketmek isteyen daha fazla çalışarak bu amacını gerçekleştirebilir. Bunun günümüz toplumundan farkı daha fazla çalışarak zenginleşmenin, servet sahibi olmanın model tarafından dışlanmış olması. Hatırlayalım ki para sadece bir mübadele aracı olarak kullanılıyor olacak, değer biriktirme aracı olarak değil. Sistemde parayı alınıp satılan bir meta haline getiren banka-finans kurumlarının olmaması buna işaret eder.
Üretilen ürünlerin konfederasyon içindeki yerel topluluklar arasında mübadelesi konusuna gelince. Yerel topluluklar her ne kadar üretimlerini kendileri yapıyor olsalar da bu onların kendine-yeterli birimler olduğunu göstermez. Bir kısım coğrafyada olmayan kaynakların topluluk dışından ithali mümkünken, arzı topluluk boyutunu aşan ulaştırma,iletişim ve enerji gibi mal ve hizmet kalemleri konfederal planlar çerçevesinde belirlenir ve insanlara sunulur.
Model ütopik-mitik "bolluk toplumu" yerine günümüzün geçerli "kıtlık toplumu" üzerine kurulduğundan gerçekçi varsayımlara sahip. Ekonominin, siyasetin ait oldukları yere, toplumsalın içine yerleştiği bu modele günümüz toplumundan geçişi hangi mekanizmalar sağlayacak? Böylesi bir demokratikleşme projesi hangi tür politik örgütlenmeleri ve toplumsal hareketliliği gerektirir?
Genel bir prensip olarak amaçlarla araçların birbirine karışmaması gerekiyor ve açıktır ki bu yönelim oligarşik parti örgütlenmeleri altında ve "bireyci" eylemlerle amacına ulaşamaz.
Derginin diğer yazılarında ayrıntılarını bulacağınız "konfederal belediyecilik" yaklaşımı geçiş sürecine ilişkin ekonomik sorunların çözümünü içeriyor. Kısaca anlatmak gerekirse, yerel toplulukların günümüzde en yakın karşılığı olan belediyelerin ekonomik, politik yetkilerinin artırılması, ademi merkezileştirilmesi, merkezle ekonomik bağlantılarının en aza indirilmesi bu yaklaşımın ana hatları. Yerelliğin güçlendirilmesinin yolu, yerel ekonomik gücün yaratılmasından geçiyor. Her belediyenin kendine ait bir bütçesinin olması, vergi toplama gücüne sahip olması ve üretim kararlarında bağımsız olabilmesi ekonomik gücü belirleyen unsurlar.
Yerel ekonomik gücün sağlanmasına yönelik atılması gereken adımlarsa şu şekilde özetlenebilir. Toplulukların kendi ayakları üzerinde durmalarını kolaylaştıracak banka ağına sahip olmaları. Ayrıntısıyla geçen sayıda anlattığım "yerel değiş-tokuş sistemleri" (LETS) nin kurulması. Vergi toplama yetkisinin ulusal olandan yerel olana aktarılması konusu ekonomik bağımsızlık için çok önemlidir. Belediyelerin mal ve hizmet üretimine başlamalarıyla öncelikle devletin sunduğu eğitim, sağlık, konut vb. alanlarda karar verme hakkı topluluğun eline geçecek ve daha sonra da belediyeler üretimde özel sektörün yerini alacaktır. Dolayısıyla üretimin özel sektör eliyle yapıldığında ortaya çıkan toplumsal, ekolojik sorunlar ortadan kaldırılabilecektir. Bugüne kadar kendilerinin dışlandığı platformlarda uygulanmaya konan politikalar sonucu ceremeyi çeken insanlar bu anlayışla kendi hayatları ve yaşadıkları çevre üzerinde karar verme hakkına tekrar kavuşacaklardır.
Sonuç Yerine
Yukarıda bahsedilen modeller üzerinde artık neredeyse herkesin hemfikir olduğu kapitalist piyasa sisteminin toplumsal, ekolojik ve sosyal olarak "sürdürülemez" olduğu tezine cevap olarak önerilen toplum modelleri. Dikkat edilmeli ki anılan modeller günümüzün kıtlık toplumlarının şartlarına göre şekillendirilmiştir. Bir çok açıdan belirsiz, kuşku uyandırıcı, ütopik olarak eleştirilse de 1980'li yıllarda yaşadığımız "Fatsa Deneyimi" bir hayli öğreticidir. Her türlü politik görüşten insanın o dönemde kendi hayatları adına başardıkları azımsanamayacak boyutlardaydı.
Geleneksel iktisat kuramı temelini kıtlık üzerine kurmuştur. Kaynakların kıt olması dolayısıyladır ki istediğimiz kadar tüketemiyoruz, birçoğumuz aç kalıyor, ölüyor, savaşlar çıkıyor vesaire. Onların beklentisi tüm bu sorunlara cevap olarak "bolluk toplumu" nun gerçekleşmesi. Varolan kaynaklardan azami ölçüde faydalanmamızı sağlayacak teknolojik gelişmeler, temiz ve sıfır maliyetli enerji kaynakları, bire bin değil milyarlar verecek tohumların bitkilerin, bol proteinli, kolay bozulmayan yeni türleri üretecek biyoteknoloji varolan sistemin soruna çözüm olarak öne sürdükleri. Son yıllarda ki teknolojik yeniliklerin niteliği ve inanılmaz boyutlardaki araştırma fonlarının harcandığı konulara bakılırsa karşımıza hep bizi "kıtlık toplumu"ndan "bolluk toplumu"na taşıyacağı söylenen araçlar çıkar. Bugün gelinen noktada biyoteknolojik gelişmeler sonucunda tarımda uygulanan araçların -ki "yeşil devrim" olarak adlandırılmıştı- sorunları azaltmadığı daha da çok artırdığı görülüyor. Eskisinden 100 misli daha fazla ürün veren tohumlar Afrika'da ve dünyanın birçok azgelişmiş bölgesinde bırakın varolan açlığı gidermeyi ekolojiyi de mahvetti. Eskiden tarım alanında birçok ürün yetiştiren ve halkını bir ölçüde besleyebilen Bostwana tamamen pamukla kaplanırken halkın kaderi pamuğun dünya piyasalarındaki seyrine endekslendi. Brezilya'daki yağmur ormanları Mc Donald's için hormonlu inek üretim çiftlikleri kurulması için yağma edildi, edili- yor.
Bu sorunların cevabı ütopik bolluk toplumunda yatmıyor. Kıtlık nedir haberi olmayan insanlar bu sistem altında kıtlıkla tanıştırıldı. Yaşam kalitesini tüketim düzeyine indirgeyen anlayışın bakışı altında kaynaklar tabii ki kıt olarak algılanacaktır. Gelişen teknoloji ile artan ve azgelişmiş ülkelerde çok insani olduğu söylenen projelerle artırılmaya çalışılan tüketimin ise toplumsal, ekolojik, sosyal birçok soruna yol açtığı gerçeği ışığında değiştirilmesi, çeşitlendirilmesi gerekli olan teknoloji değil, hayat tarzıdır. Kısacası varolan sistemin toptan reddidir.
Ama "gelişme" durmuyor. "İnsan Genomu Projesi" birkaç seneye kadar açıklanacak. Koyunlar klonlandı, sıra tepkisiz, durmaksızın çalışacak "insanları" klonlamaya geliyor. Varolan kar amaçlı piyasa sistemi altında yaşanacak gelişmeler halkın tepkisini çekiyor. "Duyarlı" bilim çevrelerinde bilim etiği üzerine makalelerin sayısı çığ gibi büyüyor. Buna sessiz kalamayan siyasiler bir şey yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Ve AB sınırları içinde genetik müdahalelerle üretilmiş ürünlerin üretimine, ithaline yasak konuyor. Seattle'daki son DTÖ toplantısında bu konu Amerika ile AB arasında en önemli pazarlık konusu haline gelebiliyor. DTÖ' ne karşı yapılan protesto ve alınan sonuçlar gerçek. Ancak yetersiz olduğu katılımcıların niteliğine bakıldığında anlaşılıyor. Protestonun Seattle'da Microsoft, Boeing gibi dünya devlerine merkezlik eden bir şehirde gerçekleştirilebilmesi Amerikan işçi sendikalarının bir eseri. Ancak onları harekete geçiren DTÖ' nün korumacılık karşıtı politika önerileri. Bu politikaların kabul edilmesi halinde Amerikan otomobil sanayii başta olmak üzere birçok sanayide ücretler, piyasalar daha ucuza üreten ülkelerin mallarıyla dolacağından dolayı, düşecek. Küresel duyarlılıkların, yani milyarlarca aç insanın, borç batağına saplanmış güney ülkelerinin durumlarının dünya insanlarının gündemine, yukarıdaki bencil isteklerin yanında dahi, gelmesi sevindirici. Bir Fransız çiftçisinin ülkesinde Mc Donald's dan içeriye traktörle girmesinden sonra Seattle'da arzı endam eylemesi umut verici.
Sorunlar küreselleştikçe açıktır ki çözümlerin de küresel boyutlarda olması gerekiyor.
Bergama'daki halkın tepkisi de bu yönde. Siyanürlü altına karşı başlayan hareket kısa zamanda nükleer enerjiye, uluslararası tahkime karşı bir nitelik kazandı.
Zaman, ekoloji hareketine düşünceleriyle yön veren birçok düşünürün dediği gibi "küresel düşünüp, yerel olarak hareket etmenin" zamanıdır.

İçindekilere geri dön