24. Sayı
Ulis'in Bakışı filmini izleyenler hatırlayacaklardır. SSCB'nin çöküş döneminde
muhtemelen Doğu Avrupa kentlerinden birinin meydanından sökülmüş dev bir Lenin
Heykeli'nin büyükçe bir tekneyle taşınması oldukça ayrıntılı, ağır ve kederli
biçimde sahnelenir.
Böyle büyük bir düşün hüsranı altında ezilenlerden biriyseniz yönetmenin
hilesine aldanıp Lenin'in kocaman başının üstünüze doğru geldiğini sanır,
irkilirsiniz.
Baş, önceden tekneye sırtüstü uzatılmış olan gövdenin boynuna denk gelecek
şekilde yerleştirilir. Lenin'in kaşları çatıktır ve sağ eliyle ileriyi
götermektedir. Fakat sökülürken ayrılan uzuvlar birbirine eğreti bir şekilde
tutturuldukları için yatağında ölümü bekleyen, vücuduna hükmedemeyen, uzuvları
birbirinden bağımsız hareket eden bir hasta adam görürsünüz. Lenin, Tuna nehri
boyunca, sırtüstü uzandığı tekneden son kez etrafındaki çöküşün sefaletini ve
yıkımıni seyretmektedir ve hiçbir şey yapacak durumda değildir.
Nehrin kenarındaki halk, heykeli görür görmez korkuyla karışık saygı ve biraz da
hüzünle yerlere kadar eğilip defalarca istavroz çıkarır, dualar mırıldanırlar.
Sahne uzadıkça uzar ve sanki yönetmen bu dev heykelle izleyiciyi yüzleştirir, sınar;
heykelin yani bir tür cenazenin taşıyıcısı/sorumlusu olmakla olmamak arasında
kalırız.
Ben, bu filmi izlerken böyle bir ikilemde kaç k insanın kaldığını, dünyayı
değiştirme gibi büyük bir düşün, o dönemde ve bu kadar trajik biçimde inkıtaya
uğramasının, o düşü paylaşan insanların ne kadarını araştırmaya/soruşturmaya
sevkettiğini hep merak ederim.
Sağlığında dalkavuk bir biyografi yazarının 'Leninizm' terimini kullanmasına
hiddetlendiğini ve bu terimi kullanmaktan men ettiğini çünkü Marxizm teriminin,
sosyalizm düşüncesini ifade etmede yeterli gördüğünü, söylediğini biliyoruz. Ne
yazık ki gerek kişisel özellikleri (Bolşevik Liderler arasında birleştirici olması
dolayısıyla tek lider durumununa düşmesi ve yine bu pozisyonun sonucunda 'Son
Yazılar, Son Mektuplar' kitabında özeleştirisini yaptığı/kendisinin de kabul
ettiği eksikleri ve hataları) gerek Rus Toplumu'nun ve Devrimi'nin yapısı sonucu
ölümünün hemen ardından diğer Bolşevik Liderler'in tümü tarafından ayrı ayrı
'Aziz' ilan edilmesi; büyük meydanlara dev heykelleri yaptırılması, devlet
dairelerine büyük posterlerinin asılması, halkın açlık ve yoksulluk içinde can
çekiştiği ülkede inanılmaz masraflar yapılarak cesedinin mumyalanması ve halkın
ziyaretine açılmasının mantığı nedir?
Süreç kabaca şöyle işler; Bolşevik Liderler de dahil olmak üzere yoksul Rus Halkı
Lenin'in cesedini görmek için uzun kuyruklar oluşturur. Bolşevik Liderler arasındaki
iktidar savaşı Lenin'in cesedi üzerinden bir tür ayine dönüşür ve bu ayin
gelenekselleşip sonraki devrimlere sirayet eder. (Mesela, Kuzey Kore Komünist Partisi
lideri Kim İl Sung'un (henüz sağken) Kuzey Kore'nin en ücra köylerinin meydanlarına
kadar dev heykelleri yapıtrılmıştır. Sami Kohen'in bir yazısında verdiği rakama
göre bu heykellerin sayısı 1988 yılında 69 000 -altmışdokuzbin-'dir ve maliyet K.
Kore'nin bütçesine yakındır.)
Bir devrim tam da yıkmak istediği eski köhnemiş sisteme (üstelik o'nu tazeleyerek)
nasıl dönüşebilir? Lenin gibi bir devrimci bizzat kendi yoldaşları tarafından
nasıl bir 'aziz' haline getirilerek; içi kof, dolayısıyla kullanmak isteyen her
çeşit iktidarın elinde bir tür kukla-heykele dönüştürülür? Devleti yok etmek
için yola çıkıp eskisinden daha mutlak, daha merkezi, daha totoliter ve monolitik bir
devlet nasıl kurulabilir?
Filmin bu bölümünü seyrederken bu ve benzeri pek çok soru sordum kendime.
Borges 'insan kaçınılmaz olarak düşmanına benzer' diyor.
Kanalın etrafındaki insanlar Rus Çarı'nın heykelini de görseler yine korku ve
saygıyla istavroz çıkaracaklar, dualar edeceklerdi. (Nitekim şimdi Çar'ın muhtemel
kemiklerine ya da olası elbiselerine de aynı ritüel ile yaklaşıyorlar.) Ama
yaşamında yaptığı hiçbir hata O'na Rus Çarı muamelesi yapılmasını haketmeyecek
kadar devrimci olan bu ufak tefek, sevimli, sempatik, hepimiz gibi-hepimiz kadar insan ve
insana özgü bütün özellikleri (zaaflar ve kusurlar da dahil) taşıyan bu insan
şimdi son yolculuğunu (belki bir sirkte insanları eğlendirirecek belki de parçalanıp
bir inşaatta kullanalacak) yaparken O'nu bu küçük düşürücü duruma sokanların
sadece iktidar hırsına kul olmuş kendi yoldaşları olduğuna karar verip
kurtulabilecek miyiz? Yoksa bu trajedinin altında yatan nedenlerin gerçekte ne olduğunu
sorgulayabilecek miyiz? Bence asıl sorulması gereken soru bu.
Engels, Marx'ın ölümünden sonra benzer bir iktidar kavgasına tutuşan
yoldaşlarının bu durumundan o kadar dehşete düşmüş ki; ölümünden sonra mezar
yapılmamasını, cesedinin yakılmasını, savundukları sosyalizm fikrinin
oluşturulmasında kendisinden çok Marx'ın emeğinin olduğunu, ömrünün son
yıllarında sık sık söylemiş ve yazmış. Böylesine uzak görüşlü ve mütevazı
olmasına rağmen o da azizler mertebesindeki yerine yerleştirilip etkisizleştirilmiş
ve hiçbir zaman paylaşmayacağı düşünce ve uygulamaların ortağı yapılmış.
Büyük sanayi kentlerinin meydanlarına büyük heykelleri yapılmış. Üstelik bu
heykellerin dökülmesi için dev sanayi fabrikalarında dev üniteler kurulmuş. Ölüm
yıldönümlerinde şiddetli eleştiriler yönelttiği ölü ayinleri düzenlenmiş.
Sovyet Bilimler Akademisi (bilimler nasıl ve niçin merkezileştiriliyorsa)'nin
hazırladığı Engels biyografisinde Engels'in kendisinin bile reddettiği bir Engels
portresi çizilmiş. O kadar ki kendisinin yanlış yaptığını ve yanlış
yazdığını söylediği bazı konularda bile 'Bilimler Merkezi'ndeki çok bilmiş
akademisyenler tarafından 'Yüce önderimiz yaşlılığında böyle söylemiştir ama bu
onun mütevazı oluşundan kaynaklanır. Halbuki onun yazdığı ve yaptığı herşey
doğrudur' mukabilinden değerlendirmeler yapmışlardır. Avrupa'da devrim
beklentilerinin yanlış olduğunu kabul eden Engels'e karşın akademisyenler 'hayır,
siz doğruydunuz, hayat yanlıştı' anlamına gelen değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
Aslında hayat Engels'i Ekim Devrimi'yle doğrulamıştır ama devrimi ele geçiren bu
bürokratik ve merkeziyetçi zihniyet onu mükemmel ve insanüstü bir yaratık
mertebesine yükseltip etkisiz hale getirmiş, kendi iktidarlarının basit bir aracı
yapmışlardır. Keza, örgütledikleri sistem hiçbir biçimde Engels'in önerdiği gibi
bir toplumsal sistem değildir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, özellikle 1921'de yapılan kongrede alınan
kararlardan sonra devrimin mantığından kopmuştur. Batı tipi bir sanayi toplumu
olunmazsa Batı karşısında yenilgiye uğranacağına karar veren bu kongre devrimi
yapan güçlerin hemen hemen tümünün karşı çıktığı 'Savaş Komünizmi' (NEP)'ni
(Ne demekse ?...) uygulayabilmek için; Bolşevik Parti'nin iktidar aygıtı olarak kabul
edilmesine (Parti eşittir devlet, devlet eşittir parti) profesyonel ordu, profesyonel
polis, gizli polis'in yeniden kurulmasına, Çarlığın zayıf karnı olan asalak dev
bürokratik aygıtın göreve çağrılmasına, sendika ve fabrika komitelerinin parti
tarfından atanmasına karar vermiş bu kararlara karşı çıkan Bolşevik Parti
yöneticileri (ör. Alexandra Kollantay ve İşçi Muhalefeti)'nin partiden tasfiye
edilmesine karar vermiş, batıyla yarışabilmenin düsturu olarak ünlü 'Komünizm
eşittir elektirifikasyon' resmi söylemiyle insanın özgürlüğü yerine sanaiye ve
fabrikaya tabi bir insan tipi yaratılmasını hedeflemişlerdir. SSCB tam bir sanayi
toplumu olmuş dev fabrikalar ve sanayi şehirleri kurmuş Batı kadar zenginleşmiş,
uzun yıllar batıyla rekabet yapabilmek için tıpkı Batı gibi insanı dehşete
düşüren nükleer silahlar üretmiş ve Batı'nın nüfuz alanlarına müdahele edip
dünyayı nükleer savaş riskine atabilmiş, Batı'dakilere benzer nükleer felaketler
(Çernobil gibi)'i yaşayabilmiştir...
Gücünün doruğundayken aniden çökmüş, çeperindeki Doğu Avrupa nüfuz alanları da
bu çöküşten payını almıştır.
1921'de alınan kararlar bu çöküşün ipuçlarını verir.
Çok kısa birkaç alıntı yaparak iddialarımı kanıtlamaya ve bazı
karşılaştırmalar yapmanıza yardımcı olmaya çalışacağım.
"Demek ki, kent ile kır arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılması, sadece
olanaklı olmakla kalmaz. Sınai üretimin dolaysız bir zorunluluğu durumuna gelir,
aynı biçimde, tarımsal üretimin ve üstüne üstlük halk sağlığının da bir
zorunluluğu durumuna gelmesi gibi. Havanın, suyun ve toprağın bugünkü kirlenmesi,
ancak ve ancak kent ile köyün kaynaşmasıyla ortadan kaldırılabilir; bugün kentlerde
mum gibi eriyen yığınları, gübrelerinin hastalıklar yerine bitkiler üretilmesine
yarayacağı noktaya, ancak bu kaynaşma götürebilir."(Friedrich Engels, Anti
Dühring, (S. 466) (abç)
"Demek ki, kent ve kır ayrılığının ortadan kalkması, hatta büyük sanayiin
ülke içinde olanaklı olduğu kadar eşit bir biçimde dağılmasını şart koşan bir
olay alarak bile, bir ütopya değildir. Kuşkusuz uygarlık bize, büyük kentler ile
birlikte, ortadan kaldırılması için çok zaman ve çok çaba gerekecek bir kalıt
bırakmıştır. Ama bu uzun süreli bir süreç de olsa, o büyük kentleri ortadan
kaldırmak gerekecektir ve o büyük kentler ortadan kalkacaklardır."(age. 467)
(abç)
"Buhar makinasının ilk gerekirliği ve büyük sanayiniin hemen tüm işletme
kollarının baş gerekirliği, bir dereceye kadar temiz bir sudur. Ne var ki, fabrikalar,
kenti, her türlü suyu lağım suyu durumuna dönüştürür...(age. 465) (abç)
"Makinalar, kimyasal süreçler ve diğer yöntemler yardımıyla, yalnız üretimin
teknik temelinde sürekli değişikliklere yolaçmakla kalmaz, işçilerin görevleriyle,
iş sürecinin toplumsal bileşiminde de değişikliklere yol açar...öte yandan da,
modern sanayi, getirdiği felaketler aracılığı ile..."(age. 464) (abç)
"Toplumun, her bireyi kurtarmaksızın, kendi kendini kurtaramayacağı açıktır.
Öyleyse eski üretim biçimi sorunlu olarak tepeden tırnağa altüst olmalı, ve
özellikle eski işbölümü ortadan kaldırılmalıdır. Onun yerine, bir yandan hiç bir
bireyin, insan varlığının doğal koşulu olan üretken emek payını başkalarının
üstüne yükleyemediği, öte yandan, üretken emeğin köleleştirme aracı olacak
yerde, her bireye fizik ve entellektüel yeteneklerinin tümünü her yönde
yetkinleştirme ve kullanma olanağını sunarak, insanların kurtuluş aracı durumuna
geldiği..." (age. 463)(abç)
"Dahası, burjuvazinin proleteryayı zincirlediği kölelik, hiç bir yerde, fabrika
sisteminde olduğundan daha belirgin değildir. Her özgürlük, fabrikada, hukuken ve
fiilen biter..." (İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu. (s.246) (abç)
"Soluk alıp vermenin ve ateşin ortaya çıkardığı karbonik asit gazı, özel
ağırlıkğı nedeniyle sokaklara çökmüş durumda kalır...Kentte oturanların
viğerleri gerekli oksijeni alamaz, sonuç zihinsel ve bedensel dermansızlık ve
canlılık yitimidir." (age. 154)
"Bu koşullarda alt sınıfın sağlıklı olması, uzun yaşaması nasıl olanaklı
olsun? Aşırı bir ölüm oranınından, sonu gelmez salgınlardan, çalışan nüfusun
bedeninde artan ölçüde bir bozulmadan başka ne beklenebilir?" (age 156
Bu alıntıları yaptığım Anti Dühring'de, İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu'nda
ve sağlığında yayımlamaya fırsat bulamadığı Doğanın Diyalektiği adlı
kitaplarında sanayi toplumu ve kapitalizmin insana, doğaya ve ekolojik dengeye verdiği
zararı uzun uzun anlatır. Özellikle İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu adlı
kitabı kapitalizmin kar hırsıyla doğanın dengesini fütursuzca nasıl bozduğunun
ortaya konulduğu bu ilk eser insanı şaşırtacak derecede ayrıntılı bir rapor sunar.
Kentler, işçi mahalleleri ve fabrikaların ayrı ayrı değerlendirdiği gibi
fabrikalarda üretilen ürünleri de insan ve çevre sağlığı açısından inceler.
Bilinir ki, bir konuya yönelindiği zaman bahsi yapılan konuyla ilgili diğer konulara
kısaca değinilip geçilir. Ama Engels böyle yapmamış, kapitalizmi eleştirirken
aslında aynı zamanda -tarihi ve toplumsal koşulları içinde bakıldığında-bir
ekolojik başyapıt ortaya çıkarmıştır. Kitabı bugünün koşullarını esas alıp
okuduğumuzda eksiklikler olduğunu söylemek kolaycılık olur ve bunu yapanlar az da
değildir.
Engels'in asıl derdi ve yöneliminin; insanın özgürleşmesi ve bunun için de onun
doğal yaşam koşullarının korunması/sağlanması olduğu düşünülürse
eleştirilerinin mutlaka dikkate alınması gereken bir çerçeveyi içerdiği ama O'nun
görüşlerine sadık olduğunu iddia eden SSCB tam da onun eleştirdiği uygulamalara
yönelmiş ve 'kaçınılmaz olarak düşmanına benzemiştir'. Ekonomizmle malül bu
süreç şehirleri yoketmek ve sanayii insana tabi kılmak bir yana daha büyük sanayi
kentleri yaratmak için kapitalizmle rekabete girmişlerdir. Engels'in kendisinin de zaman
zaman övdüğü ama kullanımı konusundaki görüşlerinin üzerinde ayrıca durulması
gereken 'Sanayi', havayı ve suyu ve toprağı ve insanı kısaca doğayı kirletmeye
devam etmiş, büyük afetlere, bulaşıcı hastalıklara, iki büyük 'dünya savaşı'na
yol açmıştır. Halen Rusya'nın (SSCB'den miras kalan), ABD'nin, Çin'in ve diğer
ülkelerin elinde bulundurdukları nükleer, biyolojik, kimyasal vb. silahlar dünyayı
tehdit etmeye devam etmektedir. Gezegenin güvenliğini tehtid eden yalnız bu silahlar
değildir. Kar ve rekabet hırsının doğal sonucu olarak, üretimde kullanılan
teknoloji, hammadde ve atıkların da en az nükleer silahlar kadar tehdit ve tehlike
oluşturduğu biliniyor. Dünyanın bu duruma gelmesinin tek sorumlusu sadece Batı
Kapitalizmi değil aynı zamanda Engels'in uyarısını dikkate almayan, Batı'yı kendine
emsal alan SSCB ve onun nüfuz alanındaki ülkelerdir. İnsanın özgürleşmesini
hedefleyen bir dünya düşünü gerçekleştirmekte hala ısrarlı olanların Engels'in
eleştiri ve önerilerini dikkate almamaları aynı hatanın tekrarı olur. Üzerinde
yaşadığımız gezegenin bu trajediyi bir kez daha yaşama şansı kalmamıştır.
Dünyanın ekolojik dengesini bozan her türlü üretim yönteminin reddedilmesi insanın
özgürleşmesi mücadelesinin* temel prensibi olmalıdır.
Yararlanılan kaynaklar:
1. Rusya'da İşçi Muhalefeti, Alexandra Kollantay, Belge Yayınları
2. Devrim Yapan Üç Adam, Bertram D. Wolfe
3. Anti Dühring, F Engels, Sol Yayınları
4. İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu, F. Engels, Sol Yayınları
5. Bolşevik Devrimi, E. H. Carr, Metis Yayınları
6. Engels'in Biyografisi, Sorun Yayınları
7. Akıl Tutulması, M. Horkheimer, Metis Yayınları
8. Kapital, 1. Cilt, K. Marx, Sol Yayınları
9. Ana Britanica Ansiklopedisi, 11. cilt, Engels maddesi
*Engels de (Marx'la tanışmasına vesile olan) ünlü 'Ekonomi Politik Eleştirisi'nin
Ana Hatları' adlı makalesinin sonuç bölümünde önerdiği toplumsal devrimin,
'İnsanlığın, yeniden, kendisiyle ve doğayla barışmasını sağlayacağını iddia
eder.