24. Sayı
" Dil bir aynadır, herkes orada kendini görür."
Herkes biraz da yalnızdır... Kalabalıklar içinde... Kitle, herkesi yutmaya
çalışır nedense... Sürükler... Birdenbire ve nedenini kavrayamadığımız bir anda
yalnızlığı yaşayıveririz... Belki bazen, yabancılaşmanın doruk noktasına
yuvarlandığımız da olabilir... Bıkmadan usanmadan yüzümüzü görebileceğimiz
"birşey" ararız yine de; yüzümüzü görebileceğimiz bir yüz belki,
kitlenin içinde ve fakat kitleyi göremeden... İlk anlarda ruhumuzu saran bu yalnızlık
durumuyla baş edemeyeceğimizi düşünüp yılgınlığa kapıldığımız da olur; ama
gitgide alışırız ve unuturuz. Yalnızlığımızı unutmak kaderciliğe boyun
eğmektir ister istemez. Çünkü artık "ben", "kitle" olmuştur;
yani tüm "ötekiler"den biri... Böylece herkes ötekileşerek
yalnızlaşır...
Tüm ötekilerin toplamından daha fazla birşeydir "kitle" ve yalnızlığı
giderecek yerde artırır nedense... Farklılaşmayı isteriz doğallıkla. Dil, size
farklılığınızı gösterir... Eksikliğinizi, fazlalığınızı, tekilliğinizi ve
çoğulluğunuzu... Öteki olduğunuzu, "kitle" içindeki yalnızlığınızı
yani...
Korkarız da... Dilsizlik korkusudur biraz bu... Anlaşılamamak sıkıntısı...
Hiç kimseye söylemeyeceğiniz bir şey yaşayabilir misiniz ? Sözgelimi, bir gün bir
şey yapın ve bunu ölene kadar kimseye söylemeyin. Yalnızca size ait bir sır olsun
bu. Nasıl bir şey diye mi soruyorsunuz ? İpucu verebilirim: anlamlı ve iyi bir şey
olmalı... Ve sıradan olmayan bir şey. Biçimini de siz bulun artık. İşte yalnızlık
korkusundan kurtulabilmek için atabileceğimiz ilk adım bu olabilir.
Herşey, anlamlandırıldığı sürece yaşıyor... Nesneler... Doğa... İnsanın
kendisi... Biriktirdiğiniz eski eşyalar... Anlam üretemediğimiz zaman boğuluyoruz.
Cuma, Robinson'un adasına gelinceye kadar Robinson iletişimsiz yaşamaktaydı...
Yalnızdı... Yalnızken kendi kendisiyle bir iletişim kurabildi belki; ama bu, insanın
kendisiyle satranç oynaması gibi bir şeydir. Bir monolog... İçsel dünyanızı
sorgulamaktan öteye gitmez. Güçlü olmayı gerektirir. Bu durumdaki insan,
yalnızlığa dayanabilecek bir iç duyguyu barındırabilmelidir. Montaigne'nin
"Denemeler"inde sözünü ettiği türden bir yalnızlıkdır bu; herşeyi
yitirme durumuna hazırlıklı olmak bir bakıma... Baudelaire'in "Paris
Sıkıntısı"nda söz ettiği yalnızlık; "....yalnız olamamak gibi büyük
bir mutsuzluk..." Sözgelimi, şairler ve filozoflar, yalnızlığa büyük ölçüde
gereksinim duyan insanlar olageldi. Bunu, üretmeleri ve düşünmeleri için bir
gereklilik olarak algılıyorlardı belki de. Ama, sıradan insan için gereksinimi
duyumsanan şey yalnızlık olmadı hiçbir zaman. Yaşamlarını sürdürme eylemliliği
içindeki milyarlarca insan için gerekli olan şey, hep iletişim oldu...
İnsanoğlunun başlangıcıyla birlikte varoldu iletişim. Toplumsal bir konuşma dilinin
ortaya çıkmasına dek, bir işaretler sistemi ve gırtlaktan-genizden çıkarılan
içgüdüsel bir tepki şeklindeydi. Sözgelimi, henüz bir konuşma dili yokken ilkel
insanlar bir mamut'a aynı anda mızrak atmak için nasıl anlaşıyorlardı ? Bu, aynı
anda çıkarılan bir "ses" sayesinde oluyordu büyük olasılıkla. Ağır bir
eşyayı yüksek bir yere kaldırmak isteyen iki kişinin iki uçtan tutup "hooo
hop" diye bir ses çıkarmalarında olduğu gibi. İlkel dönemlerde, ortak üretim
faaliyetleri dili oluşturmaya başlayınca iletişim de toplumsallaştı. Dili keşfeden
ilk insanların ortak anlamlar ve iletiler üzerinde uzlaşması sonucunda 'iletişim'
kurmak daha kolay bir duruma geldi. Resim-yazı, düğüm-yazı, duman, hiyeroglif ve
alfabe sistemleri iletişimi daha da kolaylaştırdı. İlkel insan mağara duvarlarına
yaptığı resimlerle hiç farkında olmadan milyonlarca yıl sonrasıyla bir bağ
kurmayı başardı. Nasıl ki biz de bugün, uzaya gönderdiğimiz radyo sinyalleriyle
gelecek bin yıllarla iletişim kurmaya çabalıyoruz; ve üstelik, iletişim kurmak
istediğimizin farkındayız artık...
İnsan uygarlığı, "anlamlar"ın aktarılması ve çoğaltılması sayesinde
oluştu galiba... Yoksa içgüdülerine göre yaşayan ve bilinçli hiçbir anlam
üretemeyen hayvan topluluklarından farkımız kalmayabilirdi...
"İletişim", bir bilim olmaktan önce bir davranış biçimi.
"Hayır" anlamına gelen "cık" işareti İngiltere'de başın yana
doğru sallanmasıyla, bizde ise yukarı doğru kaldırılmasıyla yapılır. İşte
iletişimin davranış boyutunda bir kültürel farklılık örneği. İletişimi
davranışsal bir boyut olarak ele aldığımızda, yerel anlamlar ve evrensel anlamlar
ile karşı karşıya kalıyoruz. Biliyoruz ki pek çok düşünürün rüyası, tüm
insanların anlayabileceği ve anlatabileceği simgeler üzerinde uzlaşmak, olmuştur.
Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Leibniz'in universal karakteristik dediği bir evrensel
sembolik dil kurma çabasıdır. Günümüzde bir aralar Esperanto adı verilen dünya
dili oluşturma çalışmaları yapılmışsa da özellikle konuşma dilinde yerelliğin
ve kültürel ayrıntıların ağır basması bu çabaları sonuçsuz bıraktı.
Bilginin ve bilimin değerli kılınması, iletilmesiyle olasıdır. Böylece, bilim
dalları arasındaki yardımlaşmanın en önemli boyutunu ve başlangıç noktasını
iletişim olgusunda görebiliriz. İletilmeyen hiçbirşey yoktur ki anlamış ve bilmiş
olalım... Descartes yaşasaydı şöyle diyebilirdi: İletiyorum, o halde varım...
İletilme olanağı olmayan bir şey filozofların sözünü ettiği "kendinde
şey" olabilir ancak.
İletişimin en önemli özelliği, insanların birbirleriyle anlaşması, birbirlerini
anlaması için bir araç olmasıdır. Çeşitli tarzlarda ortaya çıkan iletişim
süreçleri, insanlık tarihinin her aşamasında insana, doğayla mücadelesinde ve bilgi
birikimini yaymada kolaylık sağlamıştır. "İletişim ve iletişim işleyiş
konusunda bilgilerimiz arttığı ölçüde belli bir takım parçaların birbirine nasıl
bağlandığını ve birbiriyle olan ilişki örüntülerini daha iyi kavrayarak çevreyi
daha yoğun ve güçlü bir biçimde etkileyebilmek mümkündür" (Yüksel, 1994,
s.8).
Şimdi, nedir bu iletişim dediğimiz ve canımızı sıkan şey ?
Latince'de communicatio sözcüğünün karşılığı olan iletişim sözcüğünün
kökündeki communis sözcüğüne dikkat edersek iletişimin "yalın bir ileti
alışverişinden çok toplumsal nitelikli bir etkileşimi, değiş tokuşu ve
paylaşımı içerdiğini" (Zıllıoğlu, 1996, s.3) belirtebiliriz.
"Anlaşılacağı gibi, dilimizdeki karşılığı yabancı dillerdeki anlamının en
önemli kesimini dışarıda bırakmaktadır. Birey ile birey (ya da bireyler) arasında
yapılan bir anlam yüklü simgeler gönderimi, alımı, işlenimi, yeniden-gönderimi,
yeniden-alımı ve yeniden-işlenimi, vb., süreci olarak ifade edilen iletişim terimi,
communication sözünün temelindeki toplumsallaşma anlamını ifade edememektedir. Oysa
latincedeki anlamı, communa, de communis, communicare gibi kelimelerden de
anlaşılacağı gibi, bir ortaklığı, toplumsallaşmış olmayı, birlikteliği,
iştirak haline gelmiş olmayı kapsamakta; dolayısı ile, iletişimi bireyler arasında
bir süreç olarak ifade edebilmektedir " (Oskay, 1993, s.310).
İletişim, "haberleri, düşünceleri, duyguları bildirme, düşünceleri paylaşma
ya da değiş-tokuş etme etkinliği; bilgi, haber, düşünce ya da görüş
alışverişi, ileti"dir; bir başka açıdan iletişim,"bir aklın bir
başkasını etkilediği tüm işlemleri içerir; bu da kuşkusuz, yazı yazmanın ya da
sesli konuşmanın yanısıra, müziği, görsel sanatları, tiyatroyu, baleyi, tüm insan
davranışlarını kapsar " (Usluata, s.11).
"Bireyler arasında ortak simgeler sistemiyle gerçekleştirilen anlam ve bilgi
alışverişi" (Ana Britanica, 1988).
Görüldüğü gibi, farklı tanımlarda ortak bir nokta var, o da: herhangi bir
"anlam"ın bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasıdır. 'Anlamlar'
üzerinde uzlaşmak temel sayıltıdır. Bu konuda herhangi bir güçlük varsa iletişim
zaten gerçekleşmez ya da çok zor gerçekleşir. İstediğiniz frekansını
tutturamazsanız istediğiniz iletiyi de ulaştıramazsınız. Diğer taraftan
belirtilmesi gereken şudur ki; iletişim karşılıklı bir 'anlam alışverişi'dir.
İki taraf da belli bir tepki vermelidir. Anladığını ya da anlamadığını
belirtebilmelidir. Bu gerçekleşmezse işte baştan beri belirttiğim, insanın kendi
kendisiyle yalnızlığı değil ama, başkalarıyla -ötekilerle- yalnızlığı süreci
de başlayıverir...
Frankfurt okulu iletişimin tek yönlü bir otoriteyi simgelediğini savlar. Buna göre
siyasal belirleyicilerin ve genel anlamda devletin ideolojik aygıtlarının oluşturduğu
dominant kültürel yapı ve süreçler iletişimin de yönünü belirlemektedir.
"İdeolojik consensus, Habermas'a göre, işte bu çarpıklaştırılmış iletişim
içinde oluşturulmakta; bugünkü toplumlarda yöneten kesimler ile yönetilen kesimler
arasındaki işlevsel ve kamusal farklılaşmalar gelişkin ve yeni bir teknolojinin
gereklerine ve olanaklarına uyarak sürdürülmekte olduğu için, gerçekte, bugünkü
toplumlarda çift yönde akışlı gerçek bir toplumsal iletişim bulunmamaktadır"
(Oskay, 1993, ss.261-262). Çünkü tek yönlü iletişim, iletişim sayılamaz...
İletişimin toplumsal boyutunda ortaya çıkan bu tıkanıklığın yanı sıra,
iletişimi zorlaştıran ya da ortadan kaldıran bireysel ya da çevresel nitelikli pek
çok engel vardır. Bunlardan bazıları şöyle ifade edilebilir: Bireysel görüş
farkları, duygular, kalıplaşmış kavramlar, korunma duyguları, savunma
mekanizmaları, dogmatik zihniyetler, konuşma ve yazı dilindeki karışıklık, sosyal
ve formal statülerden, akademik ve mesleksel gelişme farklarından kaynaklanan
ayırımlar, toplumsal hiyerarşiler ve daha pek çok şey...
Ayrıca, tek yönlü iletişimin anlamsızlığının, toplumsal iletişimin bir sömürü
aygıtına dönüşmesinin ve yukarıda sözünü ettiğimiz iletişim engellerinin yanı
sıra, "iletişim" dediğimiz sürecin çeşitli nedenlerle bozulması da söz
konusu olabilir. "Bildirinin 'tüketim'den kurtulabilmesi için, sızan ve alımı
(reception) karıştırma eğilimi gösteren gürültüye karşın, anlam(lama) (düzen)
ana çizgilerinde bozulmamış olarak kalabilecek şekilde davranabilmek için - kısaca
bildirimin en azından bir bölümünün gürültüden sonra kalabilmesi için - bildiriyi
adete saymaca düzenin yinelemeleriyle, iyice belirlenmiş olasılıkların bir
bolluğuyla sarmak gerekecektir. Bu olasılıklar bolluğu, artık-bilgi(redondance)
dedikleri budur. Diyelim ki, 'seni seviyorum' bildirisini iletmek durumundayız.
Varsayalım ki, bu tümce sıkışık bir telefon hattı üzerinde ya da acemi bir
telgrafçıya bırakılan bir hat üzerinde yollanmış olsun. Ama hemen şunu
söyleyelim, bildirişim bakımından karşılaşılan bütün engeller ve kazalar,
gürültü sayılır. Bildirinin doğru biçimde alınmasından ve aradaki uzaklığın ya
da parazit yapan öğelerin, belirgin çizgileri 'senden nefret ediyorum' biçiminde
anlaşılacak şekilde değiştirmesinden emin olmak üzere, bir önlem olarak 'seni
seviyorum, aşkım benim' diyebilirim. Bu öğelere dayanarak ve işler ne denli kötü
giderse gitsin, bu bildiriyi alacak kişi onu yeniden kurma olanağı bulacaktır. Uygar
yaşamın göreneklerine ve duygusal ilişkileri düzenleyen olasılık(lar) dizgesine
göre, bir kimseye 'aşkım benim' diye seslendiğinde, kendisine küfredildiğini
düşünmez herhalde; böylece tümcenin ilk yarısı da aydınlığa kavuşmuş
olur" (Eco, 1992, ss.70-71).
Türkiye'de devletle toplum arasında tek yönlü bir iletişim o kadar yaygınlaştı ki,
bir taraf neredeyse yok sayılıyor. Sözgelimi bir eğitimci çalıştığı okul
kanalıyla bir sorununu dilekçeyle Bakanlığa iletiyor, ama yanıt yok. Alıcıdan ses
seda çıkmıyor... Hükümet, memur maaşlarını %15 yaptım diye iletiyor, bu kez bu
taraftaki alıcıdan çıt yok... Devlet benim hukukum böyle, ister beğen ister beğenme
diyor, bu taraf 'ya şükür' diyor. Telefonlar dinleniyor, mektuplar açılıyor, medya
"eğlence iletişimini" çılgınlığa çeviriyor, bilimsel iletiler
çarpıtılıyor, öğretmen isteyen öğrenciler 'yanlış' algılanıyor, ÖSYM 'ben
yaptım, oldu' diyor ve herşeyi allak bullak ediyor, vs.vs... İletişimin böylesine tek
yönlü duruma getirildiği, iletişimi bozabilecek ortamların bu kadar çok olduğu,
bireylerin böylesine yalnızlaştırıldığı - yabancılaştırıldığı- bir
toplumsal ortamda birşeyleri "iletmek" gerçekten zor... Ama herşeyi iletmek
de olası bir yandan...
Belki yalnızca Tanrı'yı iletemezsiniz... Bir de tam olarak kendinizi... Buyurun
çıkın işin içinden... Bilmiyorum, ne demek istediğimi iletebildim mi ?
KAYNAKÇA
Ana Britanica. 1988
Baudelaire, C.Pierre. Paris Sıkıntısı, Çev.: T.Yücel, İkinci basım, İstanbul:
Adam Yayıncılık, 1984
Eco, Umberto. Açık Yapıt, Çev.: Y. Şahan, Birinci basım, İstanbul: Kabalcı Yay.,
1992.
Montaigne. Denemeler, Çev.: S. Eyuboğlu, Cem Yayınevi, 1980.
Oskay, Ünsal. Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri. İstanbul: Der Yay., 1993.
Usluata, Ayseli. İletişim.
Yüksel, A.Haluk. Bireylerarası İletişime Giriş, Eskişehir, 1994.
Zıllıoğlu, Merih. İletişim Nedir ?, İstanbul, 1996