24. Sayı
İntikam duygusu sarmışsa cemiyeti
Çıkardığında sehpaya suçluyu
Buluyorsa huzuru
Görmüyorsa suçlunun altındaki insanı
O zaman cemiyet de suçlu
Ve adalet adına işleniyorsa bu cinayet
O zaman adalet de suçlu!
Ölüm cezası mahkumun hayatına son verilmesidir. 18.yüzyılın aydınlanma
felsefesinde insanın özüne bağlı tabii ve kutsal hakların sahibi olduğu
çoğunlukla savunulan bir görüş olmuş ve buna bağlı olarak 18. Yüzyıldan beri
ölüm cezasının meşru bir ceza olup olmadığı tartışılmıştır.
4 Temmuz 1776 Tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'nde "Biz şu gerçeklerin
açık olduğunu ilan ediyoruz.: tüm insanlar eşit yaratılmış olup Tanrı tarafından
kendilerine devri mümkün olmayan bazı haklar bahşedilmiştir. Hayat, hürriyet, ve
mutluluğa erişmek hakları bunlar arasındadır..." olarak ifade edilmektedir.
1789 Fransız İhtilali "İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi fıkra bir:
"Bütün insanların hür ve eşit doğduklarını ..." yaşam hakkının
kutsallığını ifade edilmiştir.
"1971yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, "İdam cezasını tüm
ülkelerde tamamen kaldırmak üzere, uluslararası topluluğa, bu cezanın uygulandığı
suçları azaltmak için çaba sarf etmeyi"öneren bir yasa tasarısını kabul etti.
1977'de ise Medeni ve Politik haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin yürürlüğe
girmesinin ardından Genel Kurul İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin, her insanın
yaşama hakkını vurgulayan 3. Maddesini ve Medeni ve Politik Haklar Sözleşmesi'nin,
yaşama hakkı insan kişiliğinin ayrılmaz bir parçası olarak tanımlayan 6. Maddesini
dikkate alarak, idam cezası konusunda alınacak temel hedefin, bu cezayı
gerçekleştirmek olduğuna dikkat çeker. Amaç, bu cezanın tam ortadan
kaldırılmasıdır." 1954 yılında imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ,
daha sonraki yılarda ek protokollerle genişletildi ve AİHS 6. Madde ek protokol ile
ölüm cezası kaldırılmıştır.
Ölüm cezasının kamusal yarara yönelik olmadığı, insanların doğuştan sahip
oldukları, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklerinden <yaşam
hakkının> kutsal olduğunun bilincine varan birçok ülkede ölüm cezası ya tamamen
kaldırılmış ya da çok sınırlı hallerde uygulama alanına bırakılmıştır.
Ölüm cezasına taraftar olanlar ve olmayanları karşı karşıya getiren iddialı
görüşler ortaya atılmıştır.
Öncelikle, ölüm cezasına taraftar olanların başlıca düşünceleri, bunun
<zaruri> ceza olduğu yolundadır. En ağır suçları işleyenleri, en ağır ceza
ile cezalandırılmasının gerekliliğini savunmuşlardır.
J. J. Rousseau "cemiyete giren fertler bir katilin kurbanı olmamayı sağlamak
için, ileride içlerinden biri adam öldürecek olursa onun da ölüm cezasına
çarptırılmasına rıza göstereceklerini" ileri sürmektedir.
Montesque "ölüm cezasını bir kısas saymaktadır ve hasta bir cemiyet için onu
ilaç telakki etmektedir"
Bazı düşünürler ölüm cezasını meşru müdafaa kabul ederler. Toplumun huzur
içinde varlığını sürdürebilmesi için suçluya karşı toplumun kendini
korumasından bahsederler. Ancak ölüm cezasının meşru müdafaa olduğunu tenkid eden
düşünürler "Suçluya karşı cemiyetin durumu taaruza uğrayan kimseye asla
benzemez. Zira bu kişi taaruz edeni öldürmezse, belki kendisi ölmüş olacaktır.
Halbuki işlediği suç ne olursa olsun suçlu, toplumun karşısında çok zayıf kalır.
Suçlu cezaevinde hiç de tehlikeli değildir ve cemiyetin normal hayatında istisnai bir
hadise olan bir cinayet, devletin varlığını bir tehlikeye sokmuş olmaz. O halde
devletin bu cezayı uygulamadaki amacı öc alma duygusunu tatmindir.
1864 yılında yazdığı Suçlar ve Cezalar adlı kitabında Beccaria " Ölüm
cezası asla insanları daha iyi bir hale getirmemiştir. Ölüm cezasının geniş
tatbikatını görünce, iyi teşkilatlanmış bir devlette bu cezanın hakikaten faydalı
ve adilane olup olmadığının tetkikine sürüklendim. Acaba hem cinslerini boğazlamak
hakkı nereden geliyor?" diyerek ölüm cezasına şiddetle karşı çıkmaktadır
Ölüm cezasının genel önleme fikrini kabul etmek çok güçtür. Çünkü suçları
önleyecek ceza hala bulunmamıştır. İdam cezasının caydırıcı etkisi kriminolojik
araştırmalarda hiçbir zaman kanıtlanmamıştır. Sosyal sebeplerle suçlar
değişmiştir ve sisteme bağlı olarak verilen cezalarla suçların ortadan
kalkmadığı görülmüştür. Zaten suç işleyen birçok kişi yakalanmayacağı
düşüncesiyle suçu icra ederken bazıları ölümü bile göze alarak suç işlerler.
Carrara şöyle düşünür "Tabiat kanunu bir şeyi muhafazaa etmek bakımından
makuldür ve zarurete dayanır. Esasen ölmüş olan maktülü kurtarmak için faili
öldürmek makul değildir. Bu sebeple ölüm cezasının meşru olduğu ileri
sürülemez.
Ölüm cezası meşru olamaz. Çünkü bu ceza suçu değil, suçluyu ortadan
kaldırır.Bu nedenle topluma ileriye dönük bir fayda getirmesi beklenemez. Toplum
içinde yaşama yeteneğini kaybetmiş bireyleri ıslah etmek ve ve topluma yeniden
kazandırmak yerine hayatlarına son vermek toplumun çaresizliğini, umutsuzluğunu
gösterir. J.J. Rousseau 'nun da dediği gibi "Hiçbir kötü insan yoktur ki, şu ya
da bu işi yapacak biçimde yararlı duruma getirelemesin."
Ölüm cezasına başvurmak, hem egemen gücün hem de toplumun güçsüzlüğünün
göstergesidir.Toplumun temel taşı olan birey bireylerin insanlık onuruyla
bağdaşmayan bu ceza ile cezalandırılması, aslında o toplumun adalet anlayışına da
zarar verir. İnsan varlığına değer vermek ve saygı duymak gerekir.
Ölüm Cezasının beraberinde getireceği bir diğer sorun da <adli hata> haksız
yere infaz durumunda hatanın tamirine imkan olmaması ölüm cezasının meşru
olmadığını gösterir. Bu da toplumun adalete olan güvenin sarsılmasına neden olur.
Yaşam hakkı kutsaldır. Her birey, insan olmak sıfatıyla doğuştan devredilmez,
vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahiptir. Bu temel hak ve hürriyetlerin
kullanımı için <YAŞAMA HAKKI> olmazsa olmaz önşarttır.Ölüm cezası yasal
bir cinayettir.