!ktphane.gif (4763 bytes)

25. Sayı

Kaybolan ve Bulunan Bedenler "İkinci Cins"ten Olgunluk Çağına Simone De Beauvoir

Penelope Deutscher

'İkinci Cins'in (1949) yayımlanmasını izleyen on yıllık sürede, Simone de Beauvoir hem politik olaylar yüzünden yıkıldı- Cezayir Savaşı, McCarthysizm ve Amerika'daki ırkçılık olaylarına tanık oluşu- hem de Claude Lanzmann ile son derece içiçe olmasından çok etkilendi. Bununla birlikte, de Beauvoir merakla 1963'te, yaşlanmış olma halini; 1944'ten beri başına gelen en önemli, en tamir edilemeyen şey olduğunu tanımladı (1). Simone de Beauvoir'ın defalarca kendi yaşlılık çağını bir "sakatlanma" olarak tanımlaması, okuyucu için şok edicidir. Bu, Simone de Beauvoir'ın; bir öznenin ve özellikle bir kadın öznenin kendi yaşlanmasına niçin bu derece önem atfedebildiğinin ve bunu bazen niçin oldukça olumsuz bir biçimde tanımladığının sebepleri üzerine 'Olgunluk Çağı' nda önerdiği kuramsal analizi gerektirir.
Bugüne kadar, de Beauvoir'a dair felsefi ilginin çoğu feministti ve bu feminist ilginin önemli bir kısmı, onun dişil simge konusunu işleyişi üzerine yoğunlaşmıştı. Ama simgenin bir diğer yönü olan yaşlanma, de Beauvoir'ın eserinde büyük bir olasılıkla, geniş kapsamlı olarak daha çok yer tutmuştur. Bu, 'İkinci Cins' ten sonraki ikinci en geniş kuramsal eseri olan 'Olgunluk Çağı'nın amacıydı. Bu, onun otobiyografi hikayelerinin dördüne: 'Herşey Söylendi ve Yapıldı' (All Said and Done), 'Sartre'a Veda' (Adieux: Farewell to Sartre), 'Sessiz Bir Ölüm' (A Very Easy Death), 'Koşulların Gücü' nün ( Force of Circumstance) ikinci cildine ve ayrıca üç kısa romandan oluşan 'Yıkılmış Bir Kadın' gibi roman türündeki eserine egemen oldu.
Olgunluk çağı konusundaki eserinin analizi, de Beauvoir'ın otobiyografik yazılarının felsefi içeriğiyle yorumlanıp, kuramsal eseriyle ilişkilendirilerek kavranması gerektiği görüşünü desteklemiştir. 'İkinci Cins' (kuramsal) ile 'Bir Genç Kızın Anıları' ve 'Yaşamın Gücü'ndeki (otobiyografi) yaşanmış kadınlığın anımsattıkları arasındaki bağlantı gibi kuramsal bir eser olan 'Olgunluk Çağı'nda, de Beauvoir'ın kendisinin, annesinin ve Sartre'ın karşılaşmalarını yaşlanma ile ileri sürdüğü mesele; 'Koşulların Gücü', 'Herşey Söylendi ve Yapıldı' , 'Sartre'a Veda' ve 'Sessiz Bir Ölüm'deki otobiyografi tasvirleriyle bağlantılı olarak yorumlanabilir. De Beauvoir'ın otobiyografik ve kuramsal cinsiyet betimlemeleri (2) üzerine odaklanmış olan kuram/otobiyografi ilişkisi sorununa yaklaşımlar, onnanlayışıyla bir kadının özgür ve bağımsız varlığını yaşaması için yeteneğini açığa çıkarması şeklindeki yaşam tanımlaması, de Beauvoir'ın otobiyografi eserinin şu şekilde yorumlanmasına yol açtı:
" Öyle sanıyorum ki, yaşama sanatıyla birlikte de Beauvoir'ın aklında olan şeyin bu olduğu kanısına varabiliriz; yaşamına rağmen o, bir kadının bir özne olarak yaşayabileceğini kanıtlamak istedi" (3). Ama de Beauvoir'ın yaşamını 'örnek alınacak' şeklinde betimleme görüşü, onun olgunluk çağı üzerine otobiyografi eseriyle bütünüyle doğrulanmamıştır. Gerçekten bu notlar, örnek alınacak anlatım çalışmasının başarısızlığını önemli bir şekilde dile getirir.
Olgunluk Çağı: Ötekileşmek (othering) ve kötü kader
'Olgunluk Çağı', 'İkinci Cins' ten yirmibir yıl sonra basılmış olmasına rağmen, de Beauvoir önceki çalışmasındaki yapının çoğunu, olgunluk çağının değerini düşürmenin bir analizini oluşturmak için kullandı. 'İkinci Cins' te, kadının Öteki olduğunu kuvvetle savunduğu üzere, 'Olgunluk Çağı'nda yaşlanmış kimselerin benzer bir anlayışla marjinal Öteki olduğunu savunur. Onun analizine göre ötekilik (otherness) iki anlama sahiptir. Birincisi, bir ölçü olmayan ama genç yetişkin erkek öznelliği konusunda, toplumun öteki olmayı düşünmesi. Toplumsal, profesyonel ve devletle ilgili düzenlemeler genelde, norm dışı yaşayanlar tarafından çok daha zor kabul edilir ve de Beauvoir bütün eserlerinde kadınların ve yaşlıların yaşantılarında ve devlette ya da özel alanda etkin bir şekilde çalışmalarında, zaman zaman karşılaştıkları zorluğu anlatır. Ayrıca "ötekilik" kavramı 'benzer' ya da 'aynı' olarak kabul edilmemenin bir unsurunu da içerir. Ötekilik için de Beauvoir'ın formülasyonlarından birisi, genç yetişkin bir erkeğin 'kendisini tanıyıp tanıyamayacağına' ve kendisini marjinal öteki'nde tanımayı gerçekten istemesine dayanır. Onun ileri sürdüğü sebeplere göre, genç yetişkin bir erkek kendi benzerini, 'o yaşlanmış kişi'deki gibi 'o kadın'da da tanımayı çok az ister (4). 'İkinci Cins' te ,bir erkeğin kendisini ( kendi benzerini ) bir kadında tanıyabilme olanağı vardır , çünkü kadın 'bütün diğer insan varlıklar gibi özgür ve özerk bir varlıktır'(5). 'Olgunluk Çağı'nda , genç birisi , kendisini daha yaşlı bir kişide tanıyabilir, çünkü yaşlanma çağı hepimizin başına gelecektir. Her kim kendisini 'o yaşlı erkekte' ya da 'o yaşlı kadında' tanımayı reddederse, o kişi kendi alın yazısını inkar ediyordur.
İkincisi, de Beauvoir, 'yaşımızın açığa çıkması ... bize dışarıdan gelir - başkalarından' cümlesini açıklamak için ; "ötekiler-için-varolmak" gibi bir kavram kullanır. Neticede taşıdığım bu yaşlı kimlik , büyük ölçüde başkaları tarafından yaşlı olarak farkedilmemden kaynaklanan izlenimin bir sonucudur. Yaşlılık çağı kısmen toplumsal açıdan değeri düşürülmüş bir kimlik olmasından kaynaklanan protestoyu, de Beauvoir şu şekilde tanımlar: "Bunu isteyerek kabul etmiyoruz." (6). Yaşlanma hayatımız, fizyolojik değişimin ayrılmaz bir sentezidir ve genellikle bir Batı bağlamında bu değişime olumsuz anlamlar yüklenir. De Beauvoir bu nedenle, olgunluk çağının ötekiler - için- varolmak deyimini, " kompleks bir gerçek" olarak tanımlar:
"...bir yabancı için, onun tarafsızca tanımladığı kendi varoluşum ile onun aracılığıyla elde ettiğim kendimin farkında oluşum arasında diyalektik bir ilişki vardır. Benim içimde olan Öteki - yani yabancının gözündeki ben- yaşlıdır: Ve o Öteki kendimdir" (7).
Analizinin bir noktasında, de Beauvoir aynadaki kendi görüntüsünden yabancılaşmasını, tiksindiği yaşlanmış bir yüzü tanımlayacaktır. Aynada rastladığı yüzün değerini düşürmesi ve orada kendisini farketmenin nefret edici olması, yaşlılık çağı statüsüne Öteki olarak bağlıdır. Onun değişmeyen statüsü olan 'Öteki-için-varolmak' kendisini birinci sırada bulmak amacıyla aynaya bakan de Beauvoir için önemli bir etkendir. Onun bir 'Öteki-için-varlık' olması ölçüsünde, gördüğü yüzün (başkaları için görüntü, başkalarının gördüğü görüntü) kendisi olmasından kuşkulanması de Beauvoir için geçerli değildir. Ama yaşlılık çağı 'Öteki' olduğu ölçüde de Beauvoir kendisini, gördüğü görüntüdeki tiksintiden uzakta tutar:
"Buna inanabilmek çok güç. Yazar olarak Simone de Beauvoir diye okunduğumda, genç bir kadından söz ediyorlar ve o kadın da benim. Sık sık uykumda, rüyanın birinde ellidört yaşında olduğumu , uyandığımı ve yalnızca otuz yaşında olduğumu görüyorum. Kendisini uyanmış sanan kadın 'Ne berbat bir kabustu gördüğüm' diyor...
Belki de sokakta yanlarından geçtiğim insanlar, ne az ne de çok, yalnızca kendi yaşını gösteren, ancak elli yaşlarında bir kadın görüyorlar. Ama ben baktığımda, yüzümü, dönemin tedavisi olmayan frengi hastalığına tutulmuş gibi görüyorum" (8).
Teorik bir çalışma olan 'Olgunluk Çağı'nı yazabilmek için, de Beauvoir, 'İkinci Cins'in felsefi çatısının çoğunu daha verimli hale getirmek için yeniden düzenler. Toplumun kendisine yönelik teorik ve pratik tutumları tarafından bireyin yönlendirilmesine bağlı olarak, bir kere daha, belirli bir toplumsal yapısalcılığa başvurur. Önceden sürekli sentez edilmiş olan diğer bütün faktörlerin sayesinde soyutlama ile yerini bulan biyolojik olayların nesnel bir gerçeği olduğu görüşünü reddeder:
"...erkek hiçbir zaman çıplak bir şekilde yaşamaz: Olgunluk yaşında, ait olduğu toplum tarafından, statüsü ona zorla kabul ettirilmiştir... Fizyolojik ve psikolojik görünüşleri ayrı ayrı incelemek anlamsızdır... Psişik..yaşam yalnızca...varolan durumun ...ışığı altında anlaşılabilir...(bu) onun fiziksel organizmasını etkiler ve önerme geçerli olur."(9)
Bu sebepledir ki, onun açıkladığı gibi, bir özne kimi zaman kendi yaşlanmasını tiksintiyle karşılayabilirdi. Bu cevap toplumsal tutumlarla fiziksel gerçeklerin bütünleşmesini ve öznenin bunları kabul etmesini ya da bunlara karşı koymasını yansıtır. De Beauvoir'ın kendi cevabı hem gençliğin ve güzelliğin toplumsal değerini, hem de bir kadındaki gençliğin ve güzelliğin arttırılmış değerini açık bir şekilde yansıtır(10).
De Beauvoir kötü niyeti eleştiren ahlak kurallarını da daha verimli hale getirmek için yeniden düzenler. İlk önce bir aldatmaca (facticity) ( örneğin, birisinin yaşlı olduğu ya da olacağı aşamayı yadsımak) olan aşamayı yadsımanın kötü niyetini eleştirir: "Aldatmaktan vazgeçmeliyiz: ...kendimizi bu yaşlı adamda ya da o yaşlı kadında görmemize izin verin." (11) Ayrıca, birisini o aldatma durumuna - bir şey, yaşlı bir kişi - sokmaktan kaynaklanabilecek kötü niyeti de eleştirir. Eşi Andre'nin kendisi hakkındaki inatçı tanımlamasını şu sözlerle farketmesiyle birlikte, "Bağımsızlık Çağı" adlı kısa romanından ortaya çıkan tematik bir parça, öykü yazarının sabırsızlığını içerir:
"O bana son günlerde sık sık bütün yeni fikirlerin meslektaşlarından geldiğini ve yeni keşifler yapmak için çok yaşlı olduğunu söylüyor: Ona inanmıyorum...
Benim yaşımda birisinin, yaratacılığına engel olan alışkanlıkları vardır. Ve yıllar geçtikçe daha cahil oluyorum...
Andre'nin bozgunculuğunun geçerli hiçbir temeli yoktur... Bu son derece sıkıntılı olma hali beni üzüyor. Bu haksızlık...
Yaşlı bir adam olması konusunda oynuyordu ve kendisinin tek olduğuna dair beni inandırarak bu oyunu bitirecekti. Dehşete düşürüldüğüm bir anda şöyle düşündüm..'Geriye kalan hayatımı yaşlı bir adamla geçireceğim'"(12).
Kısa romanda eleştirilen bir kimseyi kasıtlı olarak yaşlı tipik örnek durumuna sokma tutumu, de Beauvoir'ın kadınlar hakkındaki ve kendilerini öykülerinin çoğunda kadınlığın robota benzer, hilekar ya da edilgen tipik örnekleri durumuna sokan kadın kahramanları hakkındaki çok sık görülen eleştirel anlatımlarıyla uyum sağlar.
Olgunluk çağına ait hiçbir nesnel gerçekliğin olmaması şeklinde ima edilen de Beauvoir'ın görüşüyle ondan bize şunu anlatmasını bekleriz; kendimizi ne bunun fizyolojik etkenleri (yalnızca onlar hakkındaki yorumlarımızla bağlantımız üzerine tecrübe edindiğimiz) ne de toplumsal tutumları (bu hem bir olumsuzluk hem de özgürlüğümüz üzerinde bir zorlama iken hala direnebilen bir konumda olan) tarafından tanımlanmış olarak kabul etmememiz gerektiğini bize anlatmasını...Ayrıca, De Beauvoir kendimizi "bu yaşlı adam ya da o yaşlı kadında" tanımamız için istekli olmamız gerektiğini kanıtlamak için epeyce uğraşmıştır. Onun kendi olgunluk çağı hakkındaki otobiyografik anlatımları, bu bakımdan örnek alınacak bir tecrübeyi dile getirmek açısından inanılmayacak derecede başarısızlık sergilediği için şaşırtıcıdır.
Felaket, Talihsizlik, Tutsak Etmek, Tuzağa Düşürülme
Hiç de hayret uyandırmayan bir biçimde de Beauvoir, "kendinizi genç hissettiğiniz sürece gençsiniz" görüşü için şu şekilde bir küçümseme dile getirir: "durumun tamamen yanlış anlaşılmasıdır" (13). Bu , Debra Bergoffen'in şu önerisini doğrulamaktadır; herkes "Olgunluk Çağı"nı de Beauvoir'ın kendisinin de gördüğü üzere, "İkinci Cins"teki yanlışlığın, tüm varlıkların özgürlüklerini bilinçli olarak dile getirme yetenekleri üzerine aşırı odaklanmanın düzeltilmesi olarak okuyabilir(14). Ama de Beauvoir kendi yaşlanmasını, otobiyografik eserlerinde tanımlarken, olgunluk çağı üzerine gerçek bir bedensel sınır şeklindeki kendi betimlemesinde fazla ileri gider. Tutumun yansıttığı boyun eğme eylemine rağmen, ona musallat olan ya da onu esir eden, kendisini çaresiz olarak gösteren bir durumla ilgili olarak, kendi yaşlılık çağını , bir felaket olarak nitelendirir. "Koşulların Gücü"nde anlattığı gibi: " Beni etiketlemelerine izin vermemek için her zaman savaştım ama yılların beni ağına düşürmesini engelleyemedim." "Kırk yaşımdayken birgün düşündüm: Şu baktığım aynanın derinliğinde, yaşlılık beni izliyor, beni bekliyor ve bu kaçınılmaz durum , birgün beni ele geçiriecek. Şimdi beni ele geçirdi."(15). Tutsak edilmeyi, ilerleyen sözlerinde tanımlamaya devam eder:
"Bu hastalık kalbime de bulaşıyor. Birkaç fırtına pahasına gölgeleri ışıktan ayırarak berrak gökyüzleri yaratmamı sağlayan o gücü yitirdim. İsyanlarım, sonumun yakınlığı ve düşkünlüklerimin kaçınılmazlığı yüzünden yılgınlık ve bezginlik veriyor; ama mutlulklarım da sarardı soldu..
Evet, şunu söylemenin zamanı geldi; artık hiçbir zaman! Eski mutluluklarımdan kopan ben değilim, eski mutluluklarım benden kopuyor; dağların yolları kendilerini ayaklarımdan yoksun bırakıyor...Artık hiçbir zaman tek başıma sabah karları üzerinde kaymayacağım. Artık hiçbir erkek olmayacak. Gerek bedenim gerekse hayal dünyam bundan payına düşeni yeterince aldı. Herşeye karşın, artık bir beden olmamak tuhaf şey; öyle anlar oluyor ki bu gariplik, kesin niteliği yüzünden kanımı donduruyor. Bu yoksunluklardan daha da çok üzüldüğüm, kendimde artık yeni bir arzuya rastlamayışım; arzular, artık benim olan bu azalmış zamanda daha doğmadan soluyor"(16).
Bu pasajlar, başlıca bir kimsenin durumuyla ilgili olarak de Beauvoir'ın aklın özgürlüğünü giderek reddettiği düşüncesini destekler. Aklın özgürlüğünün çok az teselli sunduğu uç bir konuyla karşılaşır ya da en aznıdan karşılaştığını sanır.
Bununla birlikte, kuramsal bir çalışma olan "Olgunluk Çağı"nda de Beauvoir, "öteki" yaşlı kişiyi kendileri olarak kabul etmeyi reddeden, 'objektif' olarak yaşlı olup da kendilerini yaşlı hissetmeyen sayısız insan tasvirleri sunar. De Beauvoir, yaşlılık döneminde cinselliğin kaybolmasını basit bir kader olarak kabul edebilir ama onun kuramsal çalışması, yaşlılık dönemleri süresince aktif bir cinsellik sürdüren (ayrıca sürdüremeyen) birçok insanın hikayesini içerir. Aslında, de Beauvoir'ın kendi yaşlılık çağını bir kader olarak tanımlaması, başkta bir yerde öne sürdüğü; 'pasif bir şekilde tecrübe edinmekten,yaşamımızı daha az oranda yarattığımız' kavramını doğrular. Bazıları için yaşlanmak, hastalık, hareket yeteneğinin ve bedensel fonksiyonların kaybı, bir kader, tuzağa düşürülme olarak yaşanabilir veya bizi pasif, bastırılmış ya da kayıtsız hale getirebilir. Ama diğerleri, bütünüyle farklı bir şekilde, benzer fiziksel durumlarla bütün olası öfke, itiraz, saldırı, doğrulama permütasyonlarıyla karşı karşıya gelip etkilenirler; de Beauvoir bunu "Olgunluk Çağı"nda tam olarak anlatır. O yaşlılık çağı de Beauvoir'ın 'başına gelir' ve etiketlerden farklı olarak 'onunla savaşılamaz', bu bize, de Beauvoir hakkında herşeyi açıklar ve ayrıca simge, kimlik, kadınlık, cinsellik, güzellik, aktivite ve gençlik ile ilgilerinin karakteristik özelliklerini ve yaşlılık çağına dair toplumsal tutumları içselleştirmesini anlatır (17). Simone de Beauvoir tarafından tanımlanan kendi yaşlılık çağı, "Olgunluk Çağı" eserinde anlatılan pekçok deneyimden yalnızca biridir, ki bu deneyimler; yaşlılık çağının açıkça görülebilen objektif sınırının, gerçekte psikolojik, fizyolojik, ekonomik, fiziksel koşullar ve bir kimsenin başkaları için bir varlık olarak hayatının karmaşık bir bağı olduğunu kanıtlamaya gider. De Beauvoir yaşlılık çağı konusundaki otobiyografisinde bu noktayı kendisi belrtmezken, konunun kendisi onun için hassastır.
Biz, varoluşçu özgürlük konusunda sert olan bir de Beauvoir'dan dağların onun ayaklarını reddediyormuş gibi göründüğünü ama gerçekte onun dağları reddetmeyi "seçtiğini" söylemesini bekleyebilirdik. O bize, sanki bu kendisinin "başına gelen" basit bir sınırmış gibi, kendi bedenine ve cinsel olanaklarına dair yapılan bir çeşit yoruma karşı çıkarak, 'bir daha asla' nın ('bir daha asla erkek yok' şeklinde yazar) zamanının geldiğini anlatır. Kırışık yüzünü tiksindirici diye tasvir etmesi, fiziksel güzellik ve gençlik hakkındaki geleneklerin herhangi bir eleştirisinden yoksundur; ki burada bir erkeğin yaşlanmış çıplak bedeninin bir kadınınkinden daha az korkunç olduğu şeklindeki görüşüyle "Bağımsızlık Çağı" (The Age of Discretion) nın anlatıcısı, rahatsız edici bir biçimde yankı uyandırır:
"Deniz banyosuna gelince, hayır... Andre'nin önünde bile kendimi bir mayo ile göstermek konusunda oldukça isteksizim. Yaşlı bir adamın bedeni, kendi kendime dedim ki... yine de bir kadınınkinden daha az korkunçtur"(18).
"Sık sık, bana yüz görevi yapan bu şeyin karşısında şaşkın şaşkın duruyorum. Tüm aynaları kıran La Castiglione'yi anlıyorum... hoşnutsuzluk duymadan yüzüme bakabildiğim sürece onu unutuyordum, bu doğaldı. Artık hiçbir şey yolunda gitmiyor. Görüntümden nefret ediyorum, gözlerin üstünde düşen göz kapakları, altında torbalar, çok dolgun bir yüz ve ağız kenarındaki o kırışıklıkların verdiği hüzünlü hava"(19).
Hem genç hem de yaşlı de Beauvoir, kadınlığı ve yaşlılık çağını nasıl yaşadığımızı belirlerken, toplumsal davranışların ve ötekiler için varolmanın önemini vurgular. Tabii ki, gençliğin ve güzelliğin kaybı karşısında de Beauvoir'ın verdiği yanıt, bu ifadelerle açıklanabilir. Ama de Beauvoir süreki olarak ve ünlü bir deyişiyle özgürlüğümüzün gençliğe ve kadınlığa olan toplumsal davranışlar tarafından etkilendiğini düşünmesine rağmen, bütün varolanların bu davranışlara karşı koymak için ellerinde bazı yetenekler bulunduğunu vurgularken de tutarlıdır. "İkinci Cins" te kadınlık hakkındaki toplumsal davranışlara karşı koymaları için, kadınlara yönelttiği kışkırtma çok önemlidir.
Bu sebeple öyle düşünüyorum ki, genç de Beauvoir; yaşlı kendisinin ve "Bağımsızlık Çağı"nın anlatıcısının tepkisinin, açıkça görülebilen kazaların ne derece "seçim"i (20) yansıttığını kanıtladığı söylemiş olmalıdır , bununla birlikte biz bunun doğruluğunu kabul etmeyebiliriz. Ve şanssızlıktır ki, genç de Beauvoir varoluşçu- ahlakçı olarak mutlaka de Beauvoir'ın "yetersiz seçim yaptığını" söylemiştir. "Örnek alınacaklar" hakkında konuşmanın bir anlamı olacaksa o zaman basit bir şekilde başına gelen bir alınyazısına pasifçe katlanması ve çaresiz olması konusunda, mahkumiyeti bakımından, yaşlı kadın deneyimi, açıkça örnek alınmayacak bir durumdur.
Bununla birlikte "Olgunluk Çağı"nda değişen şey şudur; "Sakin Yamaç"ta yürüyenlerle birlikte, de Beauvoir'ın sabırsızlığının azalması. "İkinci Cins"te, de Beauvoir, kadınların kadınlık ile ilgili tipik örneklere inanma eğilimini eleştirmek için bu suç ortaklığı dilini kullanmış ve varolanın eğer buna "razı olursa" (bunun birinin uğratıldığı bir durum olabilmesine rağmen), bir "ahlaki kusur" olarak kadının ya da erkeğin kendisini bir "şey" olma konumuna düşürmesini açıklamıştır (21). "Belirsizliğin Ahlakı"ndan bir pasaj da kadınlara göre de Beauvoir'ın nasıl incitici olabileceğinin bir hatırlatıcısı olma işlevini görür:
"...hala birçokları vardır ki erkeklerin gölgelerine sığınırlar: onlar tartışmaksızın, kocaları ya da aşıkları tarafından kabul edilmiş görüşleri ve değerleri benimserler ve bu, bir sorumsuzluk hissine dayalı olduklarından, yetişkinlere yasaklanan çocukça özelliklerini geliştirmelerine izin verir (şu anlama gelmektedir)...erkekler dünyasıyla derin bir suç ortaklığı...(kadınları) gerçek bir çocuktan ayırt eden farklılık şudur.. kadın (bugünün Batı kadını demek istiyorum) bunu seçer... Bir kere bir kurtuluş olasılığı belirir, olasılığı istismar etmemek için özgürlüğün boyun eğmesidir bu, aldatma anlamına gelen ve normal bir hata olan boyun eğme"(22).
Özgürlüğüne kavuşturmayı düşündüğü öznelere karşı "söz yağmuru", olgunluk çağı üzerine yazdığı eserinde yok olur (23). De Beauvoir, kötü niyet dilini kurban etmez ve bu "Olgunluk Çağı"nın haberini veren bir kavramdır ve "Bağımsızlık Çağı"nda çok sık görülen bir referans özelliğindedir (24). Ama bu dili yayma şekli, "İkinci Cins"in sorunlarına daha açık bir perspektif kazandırır. "Olgunluk Çağı"nda de Beauvoir tarafından kötü niyetle suçlanan kişiler, yaşlı olanları "öteki" gibi görenlerdir ve yaşlı olanın zararına bunu yaparlar, kendilerini ve daha genel olarak insanı, yaşlanma sürecinde tanımayı reddederler. Böylece "aldatmaktan vazgeçmeliyiz." dediği zaman, yaşlı kimselerin ekonomik ve toplumsal koşullarına karşı kayıtsızlığımızı eleştirir, ve bu öyle bir kayıtsızlıktır ki, ona göre kendi arkadaşlarımızı yaşlılar arasından kabul etmeyi reddetmemizden meydana gelir (25). "İkinci Cins"te, de Beauvoir, kadınların ekonomik ve toplumsal koşullarına, kadının kendisine ve bu koşullarla nasıl başettiğine karşı kayıtsız ya da sorumlu olan kişilerden hangisine söz yağmuru yönelticeği konusunda arada kalmış, bir tercih yapamamıştır. Tersine, "Olgunluk Çağı"ndaki "söz yağmurları"nın öznesi daha tutarlıdır. Bir öznenin onların kendi yaşanmış durumlarıyla ilgilenmesine ve yaşlı olarak öteki-için- varolmaya karşı her ne kadar eleştiriye açık görünse de (örneğin kendi özel durumunda), seyrek olarak eleştirel yaklaşır. Onun yerine yaşlı kişilere yönelik ekonomik durumlar ve toplumsal davranışlar üzerine kuramsal eserinde, tutarlı bir şekilde eleştireldir.
Bir kimsenin bir başka kişinin kendi durumuyla nasıl ilgilendiğiyle ilgili bu ahlakçılığın (moralizmin) eksikliği ilginçtir, çünkü de Beauvoir, hem yaşlılığı hem de ölümü, kendine güvenmeme halinin çeşitli durumlarını da içerecek şekilde, tekrar tekrar tasvir eder. Yine bu bakımdan otobiyografik eseri öğreticidir. Annesinin ölümünü anlattığı "Sessiz Bir Ölüm"de (26) de Beauvoir, şunu açıkça kabul eder; annesi ölümcül bir şekilde hasta olduğunun farkındadır ama iyileşeceğine inanmak onun için daha kolaydır. Bu; ölümün aldatıcılığını (facticity) kabul etmeyi reddeden kötü kader olarak tanımlanabilir. Ama annesinin durumu karşısında de Beauvoir'ın duyduğu korku sırasında, kesinlikle annesinin ruhsal oyunlarına yöneltilmiş bir ahlakçılık (moralizm) görmeyiz. Genel bir bağlamda, yaşamı artık kurtarılamaz bir durumda ve ölüm çok yakında olduğu halde, bağırsak kanserinden dolayı yemeği sindiremez durumda olduğu zaman, kaşık kaşık çok acı yoğurt yemekte ve "kendisi için iyi olan" herşeyi yapmakta ısrar etmesinde olduğu gibi annesinin yaşama sıkısıkıya sarılma inadı, de Beauvoir'ı tümüyle etkisi altına alır.
De Beauvoir Adieux adlı eserinde (27) (Adieux: Farewell to Sartre/Sartre'a Veda), benzer biçimde Sartre'ı, ölmek istemeyen ve kendi aldatıcılığını (facticity) reddetme yüzünden ölümle savaşan bir kişi olarak tanımlar. Bununla birlikte, kendi sağlığı için neyin iyi olduğuna dair anlamsız bir ilgi göstermek yerine, sağlığını en çok yok eden o şeyleri- sert alkol ve uyuşturucu yolsuzluğu ve stresli çalışma koşulları- öfkeyle kabul etmesinde, Sartre'ın aldatıcılığını kabul etmeyi reddetmesi görülür. De Beauvoir , kendi koşullarıyla savaşan ve boyun eymeyi reddeden bir Sartre'a saygı göstermek ile; kaçınılmaz olanla ilgili kendisine karşı dürüst olmayan ve kendi aldatıcılığını yaşamak istediğinde kendisini yok etme kapsamında-inkar eden şaşırmış bir Sartre'ı kabul etmek arasında kalmış, bir tercih yapamamıştır.
Eğer yaşılılık çağına dair, de Beauvoir'ın kendi cevabı örnek alınacak şeklinde tanımlanmadıysa, ne Sartre'ın cevabı ne de annesininki bu şekilde tanımlanmamıştır. Annesinin yaşama isteğine hayran olurken, paternalizme karşı istekli bağlılığından ve meslek hayatının yalancılığından önce aniden geri çekilir. Sartre'ın cesaretine hayran olurken, onun kendisini aldatmasıyla birden geri çekilir. De Beauvoir'ın eserinde otobiyografik olan, yaşlılık çağının neredeyse her tartışması, aldatmacılık, doğaüstücülük ya da daha genel olarak kendini aldatma halini somutlaştırır. Eğer de Beauvoir 'ın felsefi fikirlerinin başarılı bir şekilde geliştiği ve çeşitli bağlantılar arasında edebi biçimlere yerleştirilmesi gerektiği önerisini kabul edersek, bu otobiyografik tartışmalardan bir nokta, daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Bu yaşlı hayatlar, noktanın örneğini oluşturacak şekilde tanımlanabilirdi ki burada de Beauvoir örnek alınacak şeyin ilk çekiciliğini, konu dışı olduğu için reddetmelidir.
İlk eserinde de Beauvoir bir kimsenin özgürlüğünü onaylamanın ahlaki önemini kabul eder. Böyle davranmayı reddetmek ise onun tarafından bir hata olarak anlaşılır. Onun için bu ilk eseri; ifadelerinde insan sorumluluğunun değerini saptamadığı yaşlılık öznelliği hakkında hem otobiyografik hem de kuramsal tanımlamalarını kapsayan sonraki eserinden daha dikkate değerdir.Kanıtlamaya çalışılırsa, aralarındaki fark şudur; yaşlı olan insanların sınırlı bir ömrü kalmıştır. Bir kimsenin kadınlıkta cesaretle karşılayamadığı objektif bir sınırı, başka bir kimse yaşlılık ve ölüm için cesaretle karşılar. Onun tonlamasındaki ve yaklaşımındaki farklılık acaba şu ifadelerle açıklanabilir mi? Şurası gerçektir ki, onun olgunluk çağı tanımlamaları (roman anlatımı ve otobiyografik) olgunluk çağını, geleceğe doğru uzanan ufukların bir kaybıyla ilgili olarak özgürlüğün bir kaybı şeklinde defalarca tasvir eder. 'Koşulların Gücü' ve 'Bağımsızlık Çağı'na yönelik sonuçlar arasındaki yankılar bu bakımdan güçlüdür. Ama önceki de Beauvoir'a göre, eğer bir kimsenin özgürlüğünü onaylama olanağı varsa, ve bunu yapmıyorsa bu; boyun eğme ve ahlaki bir ayıptır. O zamanlar ona göre, bir insanın ufku zamanla şiddet yoluyla sınırlandırılmış olsa dahi; diğerini yönlendirilmiş ya da sınırlandırmış diye görmesindense, bir insan onun seçim ve yorum yapma olanaklarını o anda onaylama şeklinde bir sorumluluk alabilir.

Radical Philosophy 96 July/August 1999
Çeviren: Nesrin Demircan

(1) Simone de Beauvoir, Force of Circumstance, çev: R. Houard, A. Deutsch ve Weidenfeld §Nicolson, 1965, sf. 653
(2) Önemli bir istisna Elaine Marks'tır. Simone de Beauvoir: Encountres with Death (Ölümle Mücadeleler) , Rutgers University Press, Brunwick NJ, 1973.
(3) Karen Vintges, Philosophy as Passion: The Thinking of Simone de Beauvoir (Bir Tutku Olarak Simone de Beauvoir'ı Düşünmek), Indiana University Press, Bloomington/Indianapolis, 1966, sf. 107.
(4) Buradaki etik içerik, eğer kadın ve yaşlının değerinin düşürülmesi olmasaydı, erkeğin bunu yapabileceği ve yapacağıdır. Bazıları 'aynı' ya da 'benzer' şeklindeki bu tanıma betimlemesine ideal bir model olarak itiraz edebilir. Fakat burada Simone de Beauvoir'ı ilgilendiren, yaşlı bir kişinin ya da kadının 'aynı' ya da 'benzer' olarak farkedilmesinde başarısızlığa uğramasıdır.
(5) Simone de Beauvoir, The Second Sex , çev.: H. M Parshley, Picador, Londra, 1988, sf. 29
(6) Simone de Beauvoir, Old Age,çev.: Patrick O'Brian, Penguin, Harmondsworth, 1977, sf. 320.
(7) age, sf 316
(8) Simone de Beauvoir, Force of Circumstance, sf. 656
(9) Simone de Beauvoir, Old Age, sf 15
(10) İkinci Cins'teki 'Olgunluktan Yaşlılık Çağı'na bölümünde, Simone de Beauvoir, kadınların erkeklerden daha önce, aniden yaşlandıklarını ileri sürer: 'Kadın kendi kadınlığından aniden yoksun kalır; toplumun ve kendisinin görüşüyle kendi varlığının haklı çıkarılmasını sağlayan erotik çekiciliğini ve doğurganlığını yitirdiği zaman bile hala göreceli gençtir.' (sf. 587). Gerçekten, bu bölümde, de Beauvoir, ayrıca eğer çocuk doğurmak, hamilelik ve seks, sıkıntıdan başka birşey değilse, bir kadının menapozu ve ellili yaşlarını rahatlıkla karşılayabileceğini ileri sürer: 'Görevlerinden kurtulmuş olarak, sonunda özgürlüğü bulur.' (sf. 595). Sorun, bununla birlikte, ellinin üzerindeki bir kadının toplumsal olarak değerinin düşürülmesiyle yaşamaya devam etmek zorunda olmasındadır (sf. 596).
(11) Simone de Beauvoir, Old Age ,sf. 12
(12) Simone de Beauvoir, The Woman Destroyed, The Age of Discretion, çev.: P. O'Brian, Harper Collins, Londra, 1984, sf. 11-12,26
(13) Simone de Beauvoir, Old Age, sf. 316
(14) Debra Bergoffen, The Philosophy of Simone de Beauvoir: Gendered Phenomenologies, Erotic Generosities, State University of New York press, Albany, 1997, sf. 187
(15) Simone de Beauvoir, Force of Circumstance, sf. 655,656 (çeviri değiştirildi).
(16) age, sf 656-7
(17) İkinci Cinste'ki Olgunluktan Yaşlılığa bölümünde, de Beauvoir şöyle iddia eder: 'yaşamdaki değişikliğin krizi, kadınlıklarına herşeyi bağlamamış olan kadınlarca daha az şiddetli bir şekilde hissedilir' ,sf. 587. Daha sonraki çalışmasında açıkça görülür ki , Simone de Beauvoir kendi yaşlanmasını gerçekten çok şiddetli bir şekilde hisseder ve bu onun kadınlığına ne kadar bağlı olduğunu gösterir, Koşulların Gücü'nün sonucunda yarı kabul edilen bir nokta.
(18) Simone de Beauvoir, The Age of Discretion, sf. 59.
(19) Simone de Beauvoir, Forve of Circumsatnce , sf. 656.
(20) Burada anahtar çıkarım şudur: 'seçim'in varolan kavramı, ne önemli olmayan bilinçsiz seçimi ne de o anda yapılmış önemli seçimleri içerir. Birinin yaşamıyla ilgili yapılmış seçimler, yorumlar ve çarpışmalar, olanyalnızca bir kader gibi görünen öznellik fenomenine rehberlik eder.
(21) Simone de Beauvoir, Second SEx, sf. 730.
(22) Simone de Beauvoir, The Ethics of Ambiguity , çev. Bernard Frechtman, Citadel, New York, 1976. sf 37-38
(23) Burada, de Beauvoir'ın kadın hakkındaki önceki analizi üzerine Jean Elshtain'in özlü özetini düşünüyorum: 'Beauvoir onları özgürlüğüne kavuşturmak adı altında öznelerine karşı, söz yağmuru savurur.' (Public Man, Private Woman: Women in Social and Political Thought, Princeton University Press, Princeton, 1981, sf. 307). Bu nokta ayrıca Penelope Deutscher'in, Yielding Gender: Feminism, Deconstruction and the History of Philosophy, eserinde de tartışılmıştır, Routledge, Londra ve New York, 1977, sf. 169-93.
(24) Bu İngilizce çeviri de yeteri kadar açık değildir, şöyle ki 'mauvaise foi' 'dishonesty' (aldatma) olarak çevrilmiştir.
(25) Simone de Beauvoir, Old Age, sf. 12.
(26) Simone de Beauvoir, A Silent Death, çev.P. O'Brian, Penguin, Harmondsworth, 1969.
(27) Simone de Beauvoir, Adieux: Farewell to Sartre, çev. P. O'Brian, Penguin, Harmondsworth, 1986.

İçindekilere geri dön