25. Sayı
Kapitalizm, tarihsel olarak iki ayrı insan grubunun karşılıklı bağımlılıkları
sonucu doğmuştur. Sermaye ve işçi sınıfı. Üretim-bölüşüm-tüketim olarak
özetlenebilecek yaşam döngüsü, sermayedar ve ücretli emek sahiplerinin çoğunlukta
olduğu bir insanlar topluluğu tarafından gerçekleştiriliyorsa, kapitalist bir üretim
biçiminden söz etmek gerekir. Kapitalizmi daha önceki üretim tarzlarından ayıran
temel fark, kapitalizm içinde emeğin kazandığı niteliksel değişikliktir. Emek,
kapitalizmde bir meta olmuştur. Diğer metaların taşıdığı şartları taşır ve
kendine özgü bir piyasası vardır. Emek, insanın zihinsel ve bedensel üretim
yapabilme yetisini sağlayan enerjinin adıdır. Sermayedarın belirli bir ücret
karşılığında emek piyasasından satın aldığı da bu iş yapabilme enerjisidir.
Kapitalizmin tüm sırrı, bu iş yapabilme enerjisinin çalışma saati bitiminde kendi
tükettiği enerjisinden daha fazla bir enerjiye karşılık gelen metaı sermayedar
adına üretmiş olmasıdır. Sermayedarın ayrıcalıklı metaı olan emek gücü karın
da, zenginliğin de, modern dünyanın tüm görkeminin de mimarıdır.
Kapitalizmin itici gücü kar etmek, birikim yapmaktır. Gelişkin bir kapitalizm kar
etmek için yapar, yapmak için yıkar, yıkmak için yapar. Şehirler, fabrikalar,
okullar, teknolojik araçlar ve üretilmiş olan tüm çevre hedeflenmiş bir sonuç
olmayıp, birikim sürecinin tali sonuçlarıdır. Örneğin, kapitalizm, okullaşmayı;
kültür, bilgi ve becerilerin arttırılmasını insani bir gereklililk olarak görmek
yerine; kapitalist üretimin bilgisine vakıf, acımasız rekabet koşullarında öne
geçmeye yarayacak yenilikleri yaratacak kafaların yetiştirilme yerleri olarak
gördüğü için ister. Kapitalizm bir sistem olarak, önceden hedefler koymaz önüne.
Felsefi olarak pragmatik olan kapitalizm, çıkarları için ırkçılığa kayabilir,
çevre, çocuk ve kadın vb. sorunlara karşı ilgisiz kalabilir. Kapitalizmin mekanik ve
insani değerlerden uzak piyasaya ve "gizli el" olarak adlandırdığı fiyat
mekanizmasına bağlanan umutları boşa çıkmıştır. Bizzat kapitalistler, piyasaya ve
fiyat mekanizmasına müdahale etmişlerdir. Para ve maliye politikaları başlığı
altında toplanan ekonomiye müdahaleler de göstermiştir ki , insandan bağımsız
ekonomik bir işleyiş yoktur. Kapitalizm politiktir.
Kapitalizmin tarihi, emek gücünün üretkenliğinin artışının tarihidir. Az zamanda
çok üretmek için emek gücü, bilimsel keşif ve icatların makine ve işyeri
örgütlenmesine getirdiği yeniliklere uyarlanmıştır. El ile çalışan makinalardan
buhar ve elektrik ile çalışan makinelere uzanan yol, birim zamanı daha yoğun
kullanmak için katedilmiştir. Üretim anarşisi ve rekabetin kışkırttığı
teknolojik yenilikler birbiri ardına gelirken, emeğin bu teknolojik araçları
kullanımı da sürekli basitleştirilmekte, emek gücü vasıfsızlaştırılmaktadır.
Her vasıfsızlaştırma, emek gücüne ödenen ücretin, metaların değeri içerisindeki
payının azalması demektir. Emeğin vasıfsızlaştırılmasına en büyük örnek
bilgisayarlardır. Tasarımı, yapımı ve üretimi dar bir mühendis kadrosu tarafından
en son bilgiler kullanılarak yapılan bilgisayarların karmaşık bilgisinin günlük
kullanıma uygun hale getirilmeleri, basit bir klavyeye sığdırılmaları ile
sağlanmıştır. Kapitalizm vazgeçilmez olmak için basit olmayı kabullenmiştir.
Kapitalizm, Patriyarka ve Kadın
Kapitalizmin sorgusu nasıl yapılmalıdır? Açtığı sorunlardan önce tarihsel olarak
nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin şu satırlardan takip edilmesi yararlı
olacaktır:
"(...) Kapitalist sistem ilerici midir? Bunun tek makul yanıtı kesin bir evet ve
hayırdır. Bir yandan, Marx kapitalizme övgü yağdırırken hiç kuşkusuz haklıdır.
Marx'ın bıkıp usanmaksızın savunduğu gibi, kapitalizm tarihin gördüğü en
dinamik, devrimci, ihlal edici toplumsal sistemdir; engelleri yıkıp geçen,
karşıtlıkların yapısını bozan, çeşitli yaşam biçimlerini rastgele birbirine
yapıştıran ve sonsuz bir arzu akışını serbest bırakan bir sistemdir. Artık ürün
ve ifratla simgeleşen, ölçütleri sürekli çiğneyen kapitalizm, şimdiye dek hayal
bile edilmemiş insan enerjilerini besleyen, bireyi incelikli bir karmaşıklığın
zirvesine çıkaran bir üretim tarzıdır. Üretim güçlerinin tarihin şimdiye dek
tanık olduğu en büyük birikimi olarak kapitilizm, tarihte ilk kez, doyurulmadık
isteğin kalmadığı ve meşakkatin gereksizleştiği bir toplumsal düzenin hayal
edilmesini olanaklı kılar. Hakikaten ilk küresel üretim tarzı olarak kapitalizm,
insanlararası iletişimin önündeki tüm topluluk kaynaklı engelleri kökünden söküp
atar ve uluslararası bir topluluğun ortaya çıkmasının koşullarını hazırlar.
Gündeme yerleştirdiği politik idealler -özgürlük, adalet, kendi kaderini tayin
hakkı, fırsat eşitliği- hiç değilse ilke düzeyinde, sahip oldukları hümanizmin
derinliği ve kapsamlarının evrenseliği açısından daha önceki ideolojileri gölgede
bırakır.
Bunların hepsi en berbat bedellerin ödenmesi pahasına kazanılır elbet.
Potansiyellerin böylesine dinamik, bereketli biçimde serbest kalmaları, aynı zamanda
güçlerin kötürümleştirildikleri ve çarçur edildikleri, yaşamların parçalanıp
mahvedildikleri ve erkekler ile kadınların büyük çoğunluğunun bir azınlığın
faydası uğruna kısır bir çalışma zorunluluğuna mahkum edildiği tarifi zor ve uzun
bir insanlık trajedisidir.(...)"(1)
Eagleton'un devrimci yanlarına karşın, "tarifi zor ve uzun bir insanlık
trajedisi" olarak tanımladığı kapitilizmin temel çatışma alanları,
emek-sermaye, kadın-erkek, üretim-çevre olarak sayılabilir. Burada sosyal bilimlerde
yönteme ilişkin bir parantez açmak gerekmektedir: Sosyal bilimlerde incelenen konu ya
da 'sorun'un nesnesi nötr değildir. 'Sorun' biraz da böyle bir sorunun varlığına
inançla bağlantılıdır. Örneğin bir kapitalist, işçiye ödediği ücretin,
işçinin emeğinin mi karşılığı, işçinin kendisini yeniden üretebilmesinin mi
fiyatı, yoksa işçinin emek gücünün belirli bir zaman için kiralanmasının mı
karşılığı olduğu gibi sorunlarla ilgilenmez. Onu ilgilendiren kar edip
etmeyeceğidir. Ancak, bu 'sorun' böylesi bir farkı görebilecek bir bakış açısına
sahip kişi için yaşamsal öneme sahiptir. Kapitalizme bu çerçeveden bakılacak
olunursa , bazı kesimler için tarihin sonu olan kapitalizm, bazı kesimler için
geçirilmesi mutlaka gereken tarihsel bir evre olmaktadır. Çeşitli anti-kapitalist,
marksist, feminist hareketlerin de bakış açısı kapitalizmin geçirilmesi
yönündedir.
Kapitalizme bir bütün olarak en kapsamlı eleştiriler Marksist kökenlidir. Sermayeyi
ve meta ekonomisinin gizini açığa çıkaran Marksist yaklaşım için kurtuluş ve
özgürleşme; ücretli emek sınıfını oluşturan kadın ve erkeklerin kendi
kaderlerini özgürce tayin edebilecekleri maddi koşulları yaratmak için sermayeye
karşı verecekleri mücadele ile sağlanacaktır. Çünkü kapitalist bir toplumda
emeğin sermayeye olan bağımlılığı yok edilmeden hayatın diğer yönlerinin de
özgürleşmesi sözkonusu olmamaktadır. Dolayısıyla, bu sistemden rahatsız olanların
da bu çelişkiyi aşma çabası içerisinde güçlerini birleştirmeleri gerekmektedir.
Marksist çözümlemeye ana gövdesine karşı çıkmamakla beraber, bazı noktalarda
karşı çıkışlar olmuştur. Sözkonusu karşı çıkışlar, daha çok Marksist
eleştirinin hayatın bazı özgül yanlarının özgül mücadeleler içerisinde
aşılabileceğini görmediği; her tür sorunun emek-sermaye ikiliği içerisinde
düşünülemeyeceği; sınıfsal bakışın bazı kültürel, ulusal, bireysel durumları
açıklayamayacağı yönündedir. Feministlerin getirdiği bazı temel eleştiriler de
bunların arasındadır ve bazı çekinceler konularak hiç de gözardı edilecek gibi
olmadıkları söylenebilir. F. Engels, "Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin
Kökeni" adlı kitabında, kadınların kurtuluşuna ilişkin olarak şunları
söylemektedir: "(...) Kadının kurtuluşunun ilk şartı, bütün kadın cinsinin
yeniden kamu işlerine dönmesidir ve bu şart karı-koca ailesinin, toplumun ekonomik
birimi olarak ortadan kaldırılmasını gerektirir"(2)
Yöntemsel olarak Marksizmden faydalandıklarını söyleyen sosyalist feministlerin
eleştirileri, kapitalizmin gelişimi ile kadınların ücretli emek piyasasına daha çok
girecekleri ve bu sürecin de emekçi erkek ve kadınlar arasındaki cinsiyete dayalı
işbölümünü kaldıracağına dair savın doğrulanmadığını tesbit ederek işe
başlarlar:
"Öyleyse Engels'e göre kadınların işgücü içinde yeralmaları,
kurtuluşlarının anahtarıydı. Kapitalizm, cinsiyet farklarını ortadan kaldıracak ve
bütün işçilere eşit muamele edecekti. Kadınlar ekonomik olarak erkeklerden
bağımsız olacak ve proleterya devrimini ilerletmede erkeklerle eşit zeminde rol
alacaklardı. Devrimden sonra bütün insanlar emekçi olup özel mülkiyet
kaldırılınca, kadınlar erkeklerden olduğu kadar sermayeden de kurtulacaklardı.
Marksistler, işgücüne katılmalarının kadınlar ve aileler için eza demek olduğunun
farkındaydılar, bu durumda kadınların iki işi oluyordu; ev işi ve ücretli iş. Gene
de Marksistlerin asıl vurguladığı şey, kadınların evdeki sürekli tabiyetlerinden
çok, kapitalizmin patriyarkal ilişkileri "erozyon"a uğratmasının
taşıdığı ilerici karakterdi, sosyalizmde ev işi de kollektifleştirilecekti ve
kadınlar çifte yüklerinden kurtulacaklardı."(3)
Şunu açıklıkla belirtmek gerekmektedir: İşçi statüsüne erişmiş kadınlar dahi
işçi erkekler ile aynı konumda olmadıklarına göre, Engels'ten günümüze kadar
gelişen kapitalizmin de kadın-erkek eşitsizliğini azaltmadığına bakılacak olursa,
kapitalizm ile kadının kurtuluşu arasındaki bağın eksik olduğu açıktır. En
azından kapitalizmin derinleşmesi ile kadının kurtuluşu arasında kurulabilecek
zorunlu bir mantıksal ilişki yoktur; kapitalizm gelişebilir ama kadının konumu
iyileşmeyebilir.
"...çeşitli femininst araştırmalarda verilen rakamlara şöyle kabaca
baktığımızda erkek işçilerin çalışanların %90'ının erkek olduğu yerlerde,
kadın işçilerin de çalışanların en az %70'inin kadın olduğu yerlerde
çalıştığını görüyoruz. 'Eşit işe eşit ücret' talebini geçersiz kılan,
açık bir 'erkek işi' ve 'kadın işi' ayrımına ek olarak, kadın işçilerin
konumları genellikle erkek işçilere göre çok daha dezavantajlı durumda. Kadın
işçiler vasıflı olmayan işlerde yoğunlaşmışlar ve erkek işçilere göre
ücretleri çok düşük. Kısacası kadınlar üretim yeri ilişkileri içinde sermaye
karşısında erkeklerle eşit konumda bulunmuyorlar."(4)
Sermayenin kadın emeğine erkeklerden farklı olarak daha az ücret ödemesi, kadınları
vasıfsız işlere mecbur kılmasını sağlayabilen koşullar nelerdir? Bu eşitsizlik
emek piyasasındaki rekabetle açıklanmaya kalkışılırsa, bu rekabette zaman zaman da
olsa neden hiç kadınların öne çıkmadıkları sorusu yanıtsız kalır. Bu
farklılığın nedeninin, emek sermaye ilişkisinin dışında, kadının bir cins olarak
özgül konumunda aranması gerekmektedir. Çünkü tüm bu farklılıklar, cinsiyetçi
ideolojinin sermaye emek ilişkisinde hem sermaye hem de her sınıftan erkeklerin
çoğunluğu tarafından yeniden üretilmesinden kaynaklanmaktadır. Kadının ikinci
sınıf bir insan olduğu fikrinin kapitalizm koşullarına eklemlenmesidir çifte
ezilmişlik. Erkeğin kadının üzerindeki patriyarkal egemenliğinin kapitalizmde devam
eden yansımasıdır.
Marksist çözümlemenin odağı, sınıf ilişkileridir; feminist çözümlemenin nesnesi
ise, kadın-erkek ilişkileridir. Anlaşılması gereken, cinsiyetin (biyolojik
gerçeğin) nasıl olup da toplumsal cinsiyete (toplumsal bir görüngü)
dönüştüğüdür. Heidi Hartmann, bunu patriyarkaya bağlamaktadır:
"Patriyarkayı, yararlı bir biçimde, maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da
erkekler arasında, onların kadınlara egemen olmalarını bir karşılıklı
bağımlılık ve dayanışma kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler
dizisi olarak tanımlayabiliriz. Patriyarka hiyerarşik olsa da ve farklı sınıflardan,
ırklardan ya da etnik gruplardan erkeklerin, patriyarka içinde farklı yerleri olsa da
erkekler aynı zamanda kadınları üzerindeki egemenlik ilişkilerini paylaşmak
bakımından birleşmişlerdir.(...)
Patriyarkanın dayandığı maddi temel, erkeklerin, kadınların emek gücü üzerindeki
denetimlerinde yatar. Erkekler bu denetimi, kadınların, kimi temel öneme sahip üretken
kaynaklara (örneğin kapitalist toplumlarda geçimi sağlayacak kadar ücret getiren
işler) ulaşmalarını önleyerek ve kadınların cinselliğini kısıtlayarak
sürdürürler."(5)
Erkekler patriyarkal güçlerini nereden alırlar? Bu güç insan türünün kadın ve
erkek diye cinsel bölüşümünün biyolojik yeniden üretimdeki rollerine
dayandırılarak sağlanır. Doğada varolma mücadelesi içerisinde birarada bulunan
kadın ve erkeklerin cinsel gereksinimleri, doğum, çocuk ve çocuk bakımı gibi
uğraşıları moda haline getirilip kalıcılaştırılır ve daha başka toplumsal
ilişkiler ve tarzlara da yansıtılarak kadının konumu 'doğal' olarak ikincil
kılınır.
"(...) Böylece de kadın ezilmişliğinin bütün sınıflardan erkeklere
sağladığı ekonomik, politik ve sosyal pek çok boyutu gözardı edilmiş olmaktadır.
Oysa, örneğin, Hartmann'a göre, erkekler kadının ezilmişliğinden ev işlerini
yapmak zorunda kalmamak, karıları ve kızlarının kendilerine hizmet etmelerini
sağlamak ve de emek piyasasında ayrıcalıklı bir konuma sahip olmak gibi çeşitli
yararlar sağlamaktadır. Kısacası, ataerki, Engels'in öngördüğü gibi kapitalizmin
hızla ortadan kaldıracağı bir sistem olmaktan çok uzakta, kapitalist üretim içinde
yeniden üretilen ve beslenen bir ilişkiler ağıdır."(6)
Jenny B. White, "Para ile Akraba" adlı kitabında Türkiye'de kentsel kadın
emeğini inceleyerek patriyarkal geleneğin kapitalizme eklemlenmesinin sonuçlarını
gözlemlemektedir. Araştırma alanı olarak küçük atölyeler ve evde parça başı
işlerde çalışan kadınları esas alan White, kadınları aile, ülke, dünya
ekonomilerine bağlayan ideolojik rızanın nedenlerini bulmaya çalışmaktadır. Konuya
ilişkin ilk bulgusu şu olmuştur: Kadınlar evde ne kadar çalışırlarsa
çalışsınlar yaptıklarını bir iş olarak görmemektedirler. Örneğin 1987 yılında
ev işçisi kadınlar arasında yapılan bir araştırmada, kadınların haftada ortalama
yirmi iki saat çalıştıkları ve bu işi ortalama dört yıldır yaptıkları tesbit
edilmiştir. Ancak sözkonusu araştırma içerisinde yer alan bu kadınların hiçbiri
işlerini ciddiye almamakta ve kendilerinin çalışıyor olarak görmemektedirler.(7)
Benzeri durumlar dokumacılıkta, bazı küçük esnaflıkta, yarızamanlı (part-time)
işlerde ve tabii ki tarım ve ona bağlı alanlarda da geçerliliğini korumaktadır. Bu
tip kadın çalışmalarına boş zaman etkinliği olarak bakılmaktadır.
Türkiye örneğinde 'patriyakal kapitalizm' tanımlamasını en çok doğrulayan veri,
Türkiye'deki işyeri büyüklükleridir. Çünkü işyerleri ne kadar küçük ve az
kişi istihdam eden yerler olurlarsa patriyarkal bağlar o kadar öne çıkar. DİE'nin
yapmış olduğu anketlere göre, tüm Türkiye'de çalışanların dörtte üçünden
fazlası ve kentlerde çalışanların da yarıdan fazlası on kişiden az çalışan
bulunan işyerlerinde istihdam edilmektedir. Ayrıca tüm iş alanlarının %41'inde ise
beş kişiden az personel istihdam edilmektedir. Kuşkusuz bu tür küçük çaplı
üreticilerin yaşayabilmeleri, büyük ölçüde ücretsiz aile emeğine, özellikle de
kadın emeğine bağlıdır.(8)
Türkiye nüfusunun %65'inin kentlerde, kentli nüfusun üçte birinin gecekondularda,
gecekondularda yaşayan kadın ve kız çocuklarının da -yeterli eğitim alamadıkları
için- büyük bir çoğunluğunun modern kapitalizmin isteyeceği vasıflarda
olamayacakları hesap edilirse, aile içi işlerde istihdam edilmelerine şaşırmamak
gerekmektedir. Dünya Bankası'nın Türkiye'ye ilişkin bir raporuna göre, eğitim,
kadının işgücüne katılımını belirleyen etmenlerin en önemlileri arasındadır.
Erkekler için ise, eğitim ve işgücüne katılım arasındaki ilişki bu kadar belirgin
değildir. Dolayısıyla, eğitim açısından bir düzelme, kadınlar için daha
tesirlidir.(9)
Kadınları erkeklerin denetiminde tutan geleneksel ilişkiler, değişen dünya ve
Türkiye kapitalizminin izlediği yollar ile de uyumludur. Şöyle ki, 1970'lerde dünya
kapitalizminin hakim politikaları olan Fordist-Keynesyen yaklaşımların iflası ile
esnek birikim modeline geçilmiştir. Fordist üretimde, türdeş malların kitlesel
üretimi, bir örneklik ve standartlaşma, stoklu çalışma, katılık, refah toplumu,
toplu pazarlık ve sübvansiyon devlet sözkonusu iken, esnek üretimde küçük deste
üretim, geçişli ürünler, stoksuz çalışma, esneklik, kollektif gereksinimlerin ve
sosyal güvenliğin özelleştirilmesi, firma temelinde pazarlık ve girişimci devlet
sözkonusudur.(10)
Fordist-Keynesyen modelden esnek birikim modeline geçişle beraber büyük ölçekli
kitlesel üretimin yerini küçük deste üretiminin yapıldığı taşeronlaşmaya
bırakmasıyla ucuzluğu nedeniyle kadın emeği, özellikle de çevre ülkelerdeki kadın
emeği talep edilir olmuştur. Sosyal güvenlikten yoksun, sendikasız, süresi belirsiz
ve düşük ücretli bir çalışma, tüm dünyada ana iktisat politikası olduğu için,
patriyarkal geleneğin fazla olduğu Türkiye gibi bir ülkedeki korumasız kadın
emeğinin -tekstil, konfeksiyon, tarım sektörlerinde- dünya ile bütünleşmesi daha
kolay olmuştur. Küresel ekonomi emek yoğun üretimi taşeronluk yoluyla sanayileşmiş
ülkelerden sanayileşmemiş ülkelere alelacele kaydırmakta, böylece, düşük
maliyetle üretilen ürünleri yeniden satarak karını yeniden arttırmakta, yoksul
ülkelerdeki emek havuzundan yararlanmaktadır.
Türkiye'nin özgün şartlarından hem kadınların fazla dışarıya açılmalarına
engel olup hem de gelir getirici bir faaliyetle uğraşmalarını isteyen erkek denetimi
için, evde parça başı işler ve ufak atölyeler biçilmiş kaftandır. Hem namus
gözetilmektedir, hem de gelir. 'Taşeron Kapitalizmi', patriyarkal cinsiyetçi
yaklaşımlar ile birleşip küçük ölçekli üretimdeki emek sömürüsünü aile
bağları ve akrabalık ideolojisiyle gizleyerek sürdürmektedir. Kentleşme ve
çalışmanın hızla artmasına karşın, aileler hala otoriter ve ataerkildirler ve
bireyler arasındaki duygusal ve ekonomik bağlar hala zayıflamamaktadır. Türkiye'deki
bu cinsiyet ve akrabalık ideolojisi, ne altyapı ne de maddi kazanç talep etmeyen
istikrarlı ve esnek bir işgücünün gelişimine imkan tanımaktadır. Böylece, emek
örgütlenmeleri tehdidini de ortadan kaldırmaktadır. Sonuçta, geleneksel aile
ideolojisi içerisinde artı değer üretimi için çalışma, toplumsal kimlik ve
toplumsal dayanışma yaratan bir emek türü biçiminde tanımlanarak
maskelenmektedir.(11)
Sonuç
Kapitalizmin gelişimi ile kadının ücretli emeğin içine katılmasıyla cinsiyetçi
ideolojinin maddi ve zihinsel temeli olan ailevi ilişkilerin azalacağı beklentisi
doğrulanmamıştır. Patriyarkal geleneklerle uzlaşan kapitalizm, sömürünün devamı
için cinsiyetçi ideolojiyi yeniden daha incelikli üretmeye devam etmektedir. Sınıf
temelli yaklaşımlar kadın-erkek eşitsizliği sorununa, kadın ve erkek arasındaki
gerilimleri gözardı ederek baktıkları için, çözümleri gündelik hayatı
açıklayamamaktadır. Kapitalizmin 1970'lerden sonra esnek birikim modelini benimsemesi
ile emek ve kadın üzerindeki denetimin koşulları, kendisine daha fazla alan
bulabilmektedir. Gündelik yaşamın zorluğu, tüketim toplumu kalıpları,
küreselleşen kriz, kadınların sorunlarını gölgelemektedir. Feminist hareket,
çözüme ulaşmak için yeterli örgütlülük ve güç bulmakta zorlanmaktadır.
Kaynakça
1- Terry Eagleton, Postmodernizmin Yanılsamaları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları,
1999, ss. 78-79.
2- F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni, Sol Yayınları, 1971, s
105'den aktaran Hacer Ansal, "Kapitalist Üretimde Cinsiyetçilik", Onbirinci
Tez, Sayı:9, Şubat 1989, s. 9.
3- Gülnur Savran, Nesrin Tura(der.), Kadının Görünmeyen Emeği, İstanbul: Kardelen
Yayınları, 1992, s. 131.
4- Ansal, s. 9.
5- Savran, Tura, s.142.
6- Ansal ss. 9-10.
7- Jenny B. White, Para İle Akraba, İletişim Yayınları, 1999, ss. 24-25.
8- E. Mine Çınar, Günar Evcimen ve Mehmet Kaytaz, "The Present Day Status of
Small-Scale Industries(Sanatkar) in Bursa, Turkey", International Journal of Middle
East Studies, 20(3), 1988, ss. 287-301'den aktaran Jenny B. White. s. 37.
9-Meltem Dayıoğlu, Zehra Kasnakoğlu, "Kentsel Kesimde Kadın ve Erkeklerin
İşgücüne Katılımları ve Kazanç Farklılıkları", ODTÜ Geliştirme Dergisi,
24(3), 1997, s. 332.
10- David Harvey, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, 1997, ss. 143-215.
11- White, s. 41.
KAYNAKÇA
Ansal, Hacer. "Kapitalist Üretimde Cinsiyetçilik", Onbirinci Tez, Sayı:9,
Şubat 1989, ss.8-22.
Dayıoğlu, Meltem- Kasnakoğlu, Zehra. "Kentsel Kesimde Kadın ve Erkeklerin
İşgücüne Katılımları ve Kazanç Farklılıkları", ODTÜ Geliştirme Dergisi,
24(3), 1997, ss. 329-361.
Eagleton, Terry. Postmodernizmin Yanılsamaları, Çev: Mehmet Küçük. 1. Basım.,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999.
Harvey, David. Postmodernliğin Durumu, Çev: Sungur Savran. İstanbul: Metis
Yayınları,1997.
Savran, Gülnur- Tura, Nesrin (der.), Kadının Görünmeyen Emeği. İstanbul: Kardelen
Yayınları, 1992.
White, Jenny B., Para ile Akraba., Çev: Aksu Bora, İstanbul: İletişim
Yayınları,1999.