!ktphane.gif (4763 bytes)

25. Sayı

Teknoloji ve Toplum İlişkisi Üzerine Notlar

Aygün Özer

Geçenlerde, Akkuyu Nükleer Santralı'nın ihalesinin sonuçlanmasına birkaç gün kala birdenbire ortaya çıkan enerji sıkıntısının dayatmasıyla uygulanan elektrik kesintilerinin sonuçları üzerine arkadaşlarla konuşuyorduk. Elektrikli aletler çalışmamış; karanlıkta kalmış, soğuktan donmuş, televizyon seyredememiştik vs. Arkadaşlardan biri atılarak şunu söyledi: Yahu, bizim evde televizyon çalışmadığı için sohbet etmeyi yeniden keşfettik. Ne kadar çelişik bir durumdu. Üst teknoloji diye sistemin sahiplerince dayatılan nükleer santralların gerekliliğini ve kaçınılmazlığını beyinlerimize kazımak için yapılan elektrik işkencesi, insani bir edim olan sohbeti konuşturmuştu. Oysa uygulama, suskunluğu hedefliyordu.
Yokuş aşağı giden, frenleri patladığı için gittikçe daha da hızlanan bir aracın üstünde ne yapacağını bilemeyen yolcular gibiyiz.
Bu tek olay bile teknolojinin insan yaşamının tüm deneyimlerini , biçimlerini nasıl bir işgale uğrattığını, yağmaladığını gözler önüne seriyordu. İnsancıl akıl ve duyarlılık karanlıklara gömülmüştü. Giderek hızlanan bir bunalım organik yaşamın tüm türlerini sentetik bir çöplüğe dönüştürüyordu. Modernist görüşe göre insan yaşamını kolaylaştıracağı, ona hizmet edeceği, insanı özgürleştireceği varsayılan teknoloji ve onun ürünü olan makineler tam tersine neden olmuş, insanı kendine bağımlı hale getirmiş, köleleştirmiştir. Televizyon örneğine dönersek, televizyon kumanda aletiyle izleyeni yönlendirmektedir. Karşısındakinin " özgürlüğü" ise kanallar arasında zap yapmaktan ibarettir.
Teknolojiye Karşı Teknik
Teknoloji üzerine düşünenler, özellikle günümüzdeki yıkıcı sonuçları ortadayken, endüstri devrimiyle birlikte teknolojinin insan özgürlüğü ve bağımsızlığı aleyhine gittikçe güçlenme, yayılma eğiliminde olduğunu saptıyorlar. Bu eğilimin miladını kesin olarak belirlemek mümkün görünmese de teknolojiye alternatif teknik kavrayışının toplumsal-tarihsel çerçevesini çizebiliriz.
"Modern düşünceye göre teknik yalnızca yararlı bir nesneyi üretmek için gerekli olan hammaddelerin, araçların, makinelerin ve ilgili aygıtların bir araya getirilmesidir. Verimliliğe, beceriye ve maliyete dayanır. Aslında, maliyet teknik bir başarının geçerliliğini kanıtlayan hemen hemen tüm etkenleri ziyadesiyle özetler. Oysa klasik düşünceye göre "teknik" (ya da techne) çok daha geniş bir anlama sahipti. Aristoteles'in terimlerini kullanırsak teknik, bir kullanım değerinin yalnızca "nasıl" değil, aynı zamanda "niçin" üretildiğinin sorulduğu toplumsal ve etik bir bağlamda yer alıyordu. Süreçten ürüne kadar techne, teknik bir etkinliğin "nasıl"'ı kadar "niçin"'i hakkında da metafizik bir yargı oluşturmaya yarayan çerçeveyi ve etik ışığı sağlıyordu."
"Aristoteles'in Nikomokhos'a Etik'te açıkladığı gibi her tür zanaat (techne) meydana gelişle, yani olmaya ya da olmamaya muktedir olan ve kökeni yapılan şeyde değil, yapan kişide olan bir şeyin nasıl meydana gelebileceğini kurma ve düşünmeyle ilgilidir."
"Techne "gizilgüç" olarak düşünülen kaynak oluşturucu ve düzenleyici bir ilkeye göre etik bir hayat yaşamayı içerir. Araçsal bir açıdan bakıldığında bile, techne böylelikle yalnızca hammaddeleri, araçları, makineleri ve ürünleri değil, aynı zamanda üreticiyi-kısacası tüm diğer şeylerin kaynaklandığı son derece karmaşık bir özneyi kapsar."
"Teknik bir boşlukta var olamaz, kendine ait özerk bir yaşamı da yoktur. Zanaat ve sanatı techne başlığı altında uygun bir şekilde birleştiren Helenik düşünce her ikisini de toplumunun değer sistemine ve kurumlarına bağlamıştı. Bu bakış açısından, belirli bir duyarlılıklar, toplumsal ilişkiler ve politik yapılar bütünü de en az üreticinin maddi niyetleri ve toplumun maddi ihtiyaçları kadar tekniğin bileşenleriydi. Aslında techne bugün bir ekosistemi betimlediğimiz anlamda holistik (bütünlüklü) bir şekilde kavranıyordu. Beceriler, aygıtlar ve hammaddeler çeşitli düzeylerde, bir topluma payanda oluşturan akılcı, etik, ve kurumsal bütünle birbirlerine bağlıydılar, techne'yle ilişkili olarak, hepsi ayrılmaz bir bütün olarak görülüyordu." ( Özgürlüğün Ekolojisi ; s.340,341,342 )
Bu aşamada aklıma birkaç soru geliyor. Teknolojinin nesnel gelişim yasaları var mıdır? Toplumsal gelişme, evrimleşme içinde teknolojinin etkisi nasıl, hangi boyutta ortaya çıkmaktadır? Toplumsal yaşamımızın bütünlüğünde teknolojinin yerini nasıl tanımlıyoruz? İlk soruya yanıt E.F. Schumacher'den geliyor.
"Gariptir ki, teknoloji insanoğlunun bir ürünü olmasına karşın kendi yasaları ve ilkeleri doğrultusunda gelişme eğilimi göstermektedir. Ve bunlar, insan doğasının ya da genel olarak canlı doğanın yasa ve ilkelerinden değişiktir. Doğa, sözün gelişi, nerede ve ne zaman durulacağını bilir. Doğal büyümenin sırlarından daha büyük bir sır büyümenin doğal bir biçimde kendiliğinden durmasıdır. Tüm doğal olaylarda ve olgularda bir ölçülülük vardır. Boyutlarında, hızlarında ya da şiddetlerinde. Sonuçta insanın da parçası olduğu doğa düzeni kendi kendini dengeleyen , kendi kendini ayarlayan, kendi kendini arındıran bir eğilimdedir. Oysa teknolojinin daha doğrusu teknolojinin ve uzmanlaşmanın boyunduruğu altındaki insanın durumu öyle değildir. Teknoloji kendi kendini sınırlama ilkesi tanımaz; ne boyutları, ne hızı, ne de şiddet ölçüsü bakımından. Dolayısıyla ne kendi kendini ayarlamak, ne kendi kendini dengelemek, ne de kendi kendini arındırmanın erdemlerine sahip değildir. Doğanın incelikli düzeyinde, teknoloji ve özellikle çağdaş dünyanın süper teknolojisi yabancı bir cisim gibi davranır ve şimdi bu cismin reddedildiğini gösterir bir sürü işaret vardır. ( Küçük Güzeldir, s.111 )
Geldiğimiz noktada, teknoloji toplumsal yaşamı belirleyen asıl güç durumundadır. Bilimle ilişkisi içinde kendi dışındaki tüm düşünsel, duyumsal faaliyetler ve süreçleri kendisine tabi kılmaktadır. Sanat, felsefe, müzik gibi alanlarda teknoloji kendi damgasını vurmakta; çeşitliliği, derinliği ortadan kaldırmaktadır. Ortaya koyduğu ise ruhsuz, silik, kesin çizgilerle belirlenmiş bir yaşamdır.
İnsancıl Akla ve Duyarlılığa Sahip Çıkmak
Horkheimer, Akıl Tutulması'nda "Bilimin ve onun uygulanışı olan teknolojinin gösterdiği nesnel ilerleme" karşısında duyduğu kuşkuyu dile getirmektedir. Pozitivistlerin bu nesnel ilerlemenin "zorunlu olarak yapıcı" olduğu yolundaki görüşünü paylaşmaz ve "doğal bilimin herşeyden önce yardımcı bir üretim yöntemi olduğunu, toplumsal süreç içindeki birçok öğeden sadece biri olduğunu" vurgular. Ona göre, "Bilimin bu alandaki etkisi, genel ekonomik süreç içinde olumlu ya da olumsuz olabilir."
"Bugün bilimi, öteki zihinsel güçlerden ve faaliyetlerden farklılığını, özgül alanlara bölünüşünü, kural ve işlemlerini, içeriğini ve örgütlenişini ancak hizmet ettiği toplumla ilişkili olarak anlayabiliriz. Bilim denen "aracı", ilerlemenin otomatik başlatıcısı olarak gören pozitivist felsefe, teknolojiyi yücelten öteki görüşler kadar büyük bir yanılgı içindedir. Ekonomik teknokrasi, bütün geleceğini maddi üretim araçlarının serbestçe gelişmesine bağlamıştır. Platon, filozofları yönetici yapmak istiyordu; teknokratlar da mühendisleri toplumun yönetim kurulu üyesi yapmak istemektedirler." ( Akıl Tutulması; s.94,95 )
Horkheimer' in bu saptamaları teknokratik bir topluma yönelişin ipuçlarını verme bakımından değerliyse de, eleştirdiği pozitivist bakışın dışına düşememekte, bilim ve teknolojinin etkisini "genel ekonomik süreç" içinde tanımlayarak ekonomist indirgemeci yaklaşımı izlemektedir.
İçinde yaşadığımız akıldışı dünyanın rasyonel kuruluşunu, işleyişini açığa çıkarmamız gerekiyor. Böyle bir dünyayı çoğunlukla sorgulamadan kabullenişimizin kavrayışımızı ve duyarlılığımızı ne denli bozduğunu görmemiz gerekiyor. Bugün kendini yok eden aklı, yeniden organik bir yaşamın içinde tanımlamalıyız. Öznel-nesnel ayrımına uğramamış bütünlüklü bir aklı canlandırmalıyız.
"Modern sanayi üretiminde, teknik odak noktası özneden nesneye, üreticiden ürüne, yaratıcıdan yaratılana kayar. Onurun, bir "niçin" duygusunun, şeylere ve olgulara ilişkin genel bir bilgeliğin modern sanayinin ihtiyaç duyduğu dünyada hiçbir yeri yoktur. Teknikte gerçekten önemli olan verimlilik, miktar ve emek sürecinin yoğunlaştırılmasıdır. Nesnenin üretilmesine dahil olan sahte akılcılık, üreticinin öznelliğinin tamamen dumura uğradığı ve nesneler arasında bir nesneye indirgendiği bir noktaya kadar öznenin akılcılaştırılmasına sokuşturulur." ( Özgürlüğün Ekolojisi s.341 )
"Dünyayı makineleştirme düzeyimiz kadar ciddi bir olgu, yaşamlarımızda toplumsal olanı teknik olandan ayırt edemememizdir. İkisini ayırma konusundaki beceriksizliğimizle, diğerine hizmet etmesi gerekenin hangisi olduğunu belirleme yeteneğimizi yitiriyoruz. Makineyi denetlemekte karşılaştığımız güçlüklerin özü buradadır. İçinde tüm tekniğin gömülü olması gereken toplumsal anlama ilişkin bir duygudan yoksunuz." ( Özgürlüğün Ekolojisi s.361 )
Teknoloji İmgeleri ve Zamanın Kavranışı
Modern toplumda insanların bazı teknoloji imgeleriyle "düşündüklerini" görüyoruz. En son teknolojinin en iyi teknoloji olduğuna, teknolojinin yaşamımızı kolaylaştırdığına, teknolojik gelişimi reddetmenin gericilik olduğuna vs. inanıyoruz. Oysa ihtiyaç olarak algıladığımız teknoloji ürünlerini hiç sorgulamadan kabullendiğimiz gerçeği üzerine durmuyoruz. Gerçek anlamda "tüketim tercihlerimizi" oluşturma konusunda özgür olmadığımızı, devasa reklam ve pazarlama aygıtlarının, sistemlerinin saldırısı altında "tercihlerimizin" oluştuğunu görmezden geliyoruz. Reklamlar yoluyla sürekli insani varlığımızın değeri, anlamı sorgulanıyor ve biz sundukları şeyleri almak zorunda hissediyoruz kendimizi.
Bir televizyon reklamı. Adam usandırıcı yaşamının bir sabahında banyonun aynasında kendini koyun görüyor. Canhıraş sokaklara fırlıyor. Buraya kadar güzel. Sonra ne yapıyor? Sürüye dahil olmayı reddederek bir internet sağlayıcı şirketin paketinden satın alıyor. Böylece sıradışı bir kimlik kazandığını, değer kazandığını bize yutturmaya çalışıyorlar. Aslında yalnızca farklı bir koyun oluyor, yüksek teknolojinin marifetiyle klonlanmış bir koyun.
Yeni bir teknoloji ürünü yaşamımıza girdikten sonra geçmiş ilkel, zahmetli bir dönem olarak anılıyor ve lanetleniyor. Geçmiş, bugün ve gelecek kavrayışımızda geçmiş ve geleceğin, ezeli ve ebedi bir bugün tarafından ezilişini görüyoruz. Özellikle bugün-gelecek bütünlüğünü, çizgisel ve döngüsel zaman boyutlarında düşünme olanağını ortadan kaldıran bir bugün anlayışı vardır artık. Bu bugünde yaşayan insan, ölüm gerçeğinden yaşlanmadan uzak sürekli bir gençlik miti , hiçbir zaman ulaşamayacağı gelecekte ulaşmaya çalıştığı bir tüketim fetişizmi yaşar. Gelecek düşüncesi, bütünüyle maddi yaşamın üretilip-tüketildiği bir boyuta indirgenmektedir. Yüksek, daha yüksek teknoloji imgesi insanın yeni tanrısı olmuştur.
Hayalgücünün İmkanı
"Ütopyalar şimdi eskiden sanıldığından daha çok gerçekleşebilir görünüyor. Bizse bugün kişiyi bambaşka kaygılara düşüren bir sorun karşısında bulunuyoruz. Bu ütopyaların kesin olarak gerçekleşmesini nasıl önleyebiliriz? Ütopyalar gerçekleşebilir şeylerdir. Belki de yeni bir çağın başındayız; öyle bir çağ ki, aydınları ve olgun kişileri ütopyaların nasıl önlenmesi gerektiğini ve ütopik olmayan daha az mükemmel, ama daha çok özgür bir topluma nasıl dönüşebileceğini düşünmeye başlayacaklardır." Nicolas Berdiaeff
Toplumsal yaşamın kurgulanmasında ütopyalar sistem karşıtı hareketlerin esin kaynağı olmuştur. Güzel bir dünya vaadeden ütopyaların yanında George Orwelll' ın 1984'ü, Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya' sı gibi kara ütopyalar da yazılmıştır. Bunları yalnızca sistemin içinde bulunduğu bunalımın insan bilincindeki yansımaları olarak ele almak, algımızı daraltmak olur.
Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sında topluluk, özdeşlik, denge ilkeleriyle örgütlenmiş bir dünya devleti anlatılır. Bu dünyada insanlar "İç Londra Kuluçkalama ve Koşullandırma Merkezi" gibi yerlerde; alfa, beta, gamma, delta ve ipsilon türleri olarak belirlendikleri "Bokonovski", "Toplumsal yazgılama" süreçlerine tabi tutulur. "Kuluçkalama ve koşullandırma müdürleri" iş başındadır.
Huxley'in Cesur Yeni Dünyası'na benzer bir ütopya içinde yaşadığımız dünyada sahneye konmuş ve gerçekleşmeye doğru gidiyor. Sanayi devrimiyle belirginleşen süreç, "ilerleme", "doğanın tahakküm altına alınmasının insanı özgürleştireceği"gibi doktrinlerle, hem emek hem de sermaye cephelerinde kabul gören "bilimsel-teknolojik devrim", "bilgi çağı" kavrayışlarıyla güçlenerek derinleşiyor. Gen mühendisliği, insan mühendisliği gibi mesleklerden söz ediliyor artık. Cesur Yeni Dünya'daki "soma" ya karşılık her türlü sıkıntıya deva "prozac" hapları "uygar insan" için kullanımda. Psikologlar şirketlerde insan kaynakları uzmanlığına soyunuyor. Dünyayı teknokratik bir yönetime sürükleyen teknolojiyi durduracak, parçalayacak, hedeflerini yeniden tanımlayacak, boyutlarını yeniden belirleyecek, insan öznelliğinin başat olduğu organik özgür bir toplumu yaratacak bir ütopyaya ihtiyacımız var.
İktisattan Evrensel Kültüre
"İktisadın kullandığı terimler ve genel yapısı, değerleri karşı konmaz biçimde kurumsallaştıran ideolojisi tarafından biçimlendirilmiştir. Bu ideoloji, birbirine karşıt iktisadi inanışları bir çatı altında toplar." ( Şenlikli Toplum, s.53 )
Bugün Türkiye'de nükleer santral tartışmalarında kullanılan argümanlardan belki de en öne çıkanı bu teknolojinin ekonomik olmadığı, diğer elektrik üreten teknolojilere göre pahalı olduğudur. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor. Nükleer teknoloji ya daha ucuz olsaydı, o zaman diğerlerine göre tercih edilir mi olacaktı? Bu bakış, toplumsal yaşamı bütünüyle ekonomikleştirme eğiliminde olduğumuzu gösteriyor. İktisadın evrensel kabul gören kavramlarının, üretim anlayışının tüm düşüncelere sızmasıdır ortada duran.
Aslında, insanı ekonomik insan olarak kabul eden iktisadi bakışı da içine alan, İmmanuel Wallerstein'in "evrensel" kültür olarak adlandırdığı sistemin dayanağı olarak işe yarayan, "ilerleme", "modernleşme" düşünceleriyle doldurulan bir kültür olgusu birçok şeye açıklık getirmektedir. Bu kültürel yönelim "körce bir teknolojik gelişimi" desteklediğinden insan ve doğa unutulmuş, ilerleme insanın ve doğanın tahakkümüne neden olmuştur. Sistem karşıtı hareketler de bu evrensel kültürü kabul ettiklerinden, devleti ele geçirme stratejilerinin özünde bulunan çelişkiyle de birleşince, kapitalizmi tarihsel olarak doğrulayan-olumluyan SSCB'de olduğu gibi "bilimsel-teknolojik devrim" gibi açılımlara yönelmişlerdir.
Teknoloji kültürel bir kimlikle fetişizmi güçlendirmiş, yaygınlaştırmıştır. İleri teknoloji simgeleri gökdelenler buna örnektir. Afrika'nın en yoksul ülkelerinin metropollerinde yükselen gökdelenlerin "ekonomik" bir tercih olmadığı açıktır. Neye hizmet ettiği bellidir; teknoloji tanrılarına...
Hayalgücü "iktidara" Ya da Hayalgücünden Öte
Teknolojik gelişmenin yol açtığı tahribatı ortadan kaldırmak için teknolojinin durdurulması, planlanması,sınırlanması ve hatta ortadan kaldırılmasını savunanlar var. Bu görüşler hakkında bilgi edinmek isteyenler en azından bu yazıda yararlanılan kaynaklara göz atabilirler. Sorunun nasıl bir toplumsal bağlamda, nasıl bir insanla ele alınacağı konusu öne çıkıyor. Bu toplumsal bağlamın özgür insanını, bir yanda J.J. Rausseau'nun "soylu vahşi"sinde diğer yanda Aldous Huxley'in "Kuluçkalama ve Koşullandırma Müdürü" arasındaki gerilimde düşünmek zorundayız. Bu insan, bütün insanlık mirasını üzerinde taşıyacak kadar tarihsel, ete ve kemiğe bürünmüş bireyselliğiyle somut olacaktır. Son sözü Boukchin'e bırakıyorum.
" Tarihsel teknik sorunu, tekniğin boyutlarında ya da ölçeğinde, "yumuşaklığında" ya da "sertliğinde", hele hele ona önceki kuşakların safdil bir biçimde saygı göstermelerini sağlamış olan üretkenlikte ya da verimlilikte yatmaz; sorun tekniği özgürleştirici bir toplum içinde nasıl içerebileceğimiz sorusunda yatmaktadır. Kendi içinde "küçük" ne güzeldir ne de çirkin; yalnızca küçüktür.
Ne yazık ki teknik büyüklük, boyut ve hatta sanatsallık takıntısı dikkatimizi en önemli teknik sorunlardan özellikle özgürlüğün idealleri ve toplumsal yapılarıyla bağlantılarımızdan saptırmaktadır." ( Özgürlüğün Ekolojisi s.362 )
"Şimdilik "küçük", "yumuşak", "orta büyüklükte", "şenlikli" ve "uygun" gibi terimlerin özgürleştirici toplumsal yapılarla ve toplulukçu hedeflerle radikal bir şekilde bütünleşmedikçe tamamen anlamsız sıfatlar olarak kaldıklarını yeniden vurgalamak zorundayım. Teknoloji ve özgürlük yaşamın iki ayrı "alanı" olarak "birarada varolamazlar." Ya teknik insanın beraber çalışmasını teknokratik ve otoriter kılan daha geniş toplumsal eğilimleri güçlendirmek için kullanılır ya da tekniği özgürleştirici bir insani ve ekolojik ilişkiler dizgesi içine alabilecek özgürlükçü bir toplumun yaratılması gerekir..."
"İnsan topluluğunun bütünlüğünü parçalamanın yanısıra kapitalizm, akıldışı bir maddi kıtlık dehşetini besleyerek klasik "iyi yaşama" anlayışını lekeledi. "İyi yaşam" için nicel ölçütler belirleyerek, "sınır"'ın etik içerimlerini yok etti. Bu etik boşluk çağımız için özellikle teknik bir sorunsalı ortaya çıkarıyor."İyi yaşamayı" zengin bir şekilde yaşamakla eşitleyen kapitalizm, özgürlüğün zenginlikten çok kişisel özerklikle, şeyler üzerinde güç kazanmaktan çok yaşam üzerinde güç kazanmakta, her şeye hakim olan bir teknolojinin tahakkümü altındaki bir doğa mitinden kaynaklanan maddi bir güvenlikten çok besleyici bir topluluk yaşamından kaynaklanan duygusal bir güvenlikle ilgili olduğunu kanıtlamayı son derece güç bir hale getirdi." ( Özgürlüğün Ekolojisi, s.386 )
"Bütün kadar önemli olan bir şey onu bütünleştiren teknik imgelemdir.Tasarım amaçlarıyla ekolojik olarak düşünmek, tekniği yalnızca "yenilenebilir kaynaklar" temelinde maliyet açısından verimli aygıtlar olarak değil, bir ekosistem olarak düşünmektir. Aslında ekolojik olarak düşünmek, teknik sürece yalnızca insanlığın değil doğanın "emeğini" de dahil etmektir...
"O halde, ekolojik yönelimli bir teknik imgelem olarak şeylerin "yol"' unu keşfetmeye, soğuk bir şekilde "doğal kaynaklar" dediğimiz şeyin öznelliğini hissetmeye, insan topluluğu ile içinde kök saldığı ekosistem arasında var olması gereken uyuma saygı göstermeye çalışmalıdır. Bu imgelem yalnızca kent ile kır, makine ile malzemeleri ya da bir aygıtın işlevsel yararı ile doğal çevre üzerindeki etkisi arasındaki çelişkileri çözmenin bir yolunu aramalıdır. Onların sanatsal, son derece renkli ve zengin bir şekilde eklemlenmiş bütünlüğüne ulaşmaya çalışmalıdır. Belki teknikten de daha fazla emek kendi yaratıcı sesini yeniden kazanmalıdır. Emeğin soyut biçimi, bir res temporalis olarak çizgisel zamanın çerçevesinde kullanılması, salt türdeş bir enerji olarak kaba bir şekilde nesneleştirilmesi, yerini becerinin somutluğuna, topluluk etkinliğinin neşesine, kendi öznelliğinin tanınmasına bırakmalıdır. Doğal çevrenin, çalışmanın ve tekniğin bu genel yeniden canlanması içinde, teknolojik imgelem için kendini cansız, indirgenebilir ve edilgin maddi alt tabakanın geleneksel imgesiyle sınırlamak olanaksız olacaktır. Kendini akılcı bir yoruma bırakan düzenli bir dünya ile ona anlam vermek için ihtiyaç duyulan öznellik arasındaki kopukluğu ortadan kaldırmalıyız. Teknik imgelem maddeyi rastgele hareket içindeki edilgin bir töz olarak değil, sürekli gelişen etkin bir töz-çeşit çeşit, "duyarlı" ve anlamlı modeller yaratmak için sürekli olarak kendisiyle ve daha karmaşık biçimleriyle etkileşen çaba içindeki bir "töz"- olarak görmelidir.
Artık teknik imgelemimiz bu uygun biçimi almaya başladığında, daha "uygun" ya da daha iyisi özgürlükçü bir teknolojinin ilk adımlarını atmaya başlayabiliriz."(Özgürlüğün Ekolojisi; s.392,393 )

Yararlanılan Kaynaklar :
1- Özgürlüğün Ekolojisi, Murray Boukchin, Ayrıntı yayınları
2- Akıl Tutulması, Max Horkheimer, Metis Yayınları
3- Küçük Güzeldir, E.F. Schumacher, Cep Kitapları
4- Şenlikli Toplum, Ivan Illıch, Ayrıntı Yayınları
5- Tarihsel Kapitalizm, Immanuel Wallaerstein, Metis Yayınları
6- Sanayi Toplumu ve Geleceği, Teodor Kacznski, Kaos Yayınları
7- Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley, Güneş Yayınları

İçindekilere geri dön