25. Sayı
1. deneme
Belki de uyumaya çalışmak yerine, yazmalı. Konuşmalar tıkanabilir, içinden
gülümsemek geldiği halde zorla gülümsemeye başlayabilirsin, bunu sen de bilirsin,
karşındaki de bilir... Birden farkedersin ki hep aynı laflar dolaşıyor etrafında, ne
kadar az kelimeyle konuşuyoruz, umutsuzluğumuz büyüdükçe, kavramlar azalıyor;
tekrarlar tekrar olmaktan çıktı, söylediklerimiz ağzımızda tikleşmeye başladı.
Umutsuzluk, yorgunluk, zamansızlık, kendimizden giderek daha azını bekler olduk. Gece
konuşup, sabahına unutuyoruz. Ertelemek "zaman mefhumunu" kaybetti,
alışkanlık hatta refleks oldu. Birşeye başlayınca olabileceğini görüp,
şaşırır olduk. Dayanmak, neredeyse olağanüstü bir erdem oldu.
"Çalışmak" sadece hayatını kazanmak (ya da kaybetmek) o da zorunlu olarak
yaptığın şey anlamına geliyor sadece. "Sorumluluklar" hep zorunluluk
aslında ve çoğu kendi adımıza yaptığımız şeyler değil. Hep dertleşiyoruz,
sadece dertleşiyoruz. Hayatı yedire yedire yaşamak yerine, gözümüz hep saatte. İyi
birşey yapmaya korkar olduk, birkez daha yarım kalmasını görmemek için.
Birbirimizden birşey bekleyemiyoruz, kendimizden bile birşey bekleyemiyoruz. (Al işte
bir tekrar daha!). Eleştiriye eleştiriyle karşılık vermek ya da sadece bakarak
eleştirmenin kolaylığından sıyrılamıyoruz. Kolayından halletmeye o kadar
alıştık ki kendimiz bir iş beceremez olduk. Onca iyi niyet... Ne zaman bunca
yıprandık, yıprattık?
2. deneme
İyi de buna kısırdöngü derler. Birkez daha deneyeyim; bu defa yaşananlar
üzerinden...Böylece daha somut, sahici olabilir belki ve bir yere varabilir...Birşey
üretmemenin sıkıntısı olmalı bunlar. Birşey öğrenmediğinin ya da kendini
geliştiremediğinin sıkıntısı-Merak mı duymuyorum? Aslında bu doğru değil.
Örneğin Angelopoulos'u burada tanımaya başladım tam olarak, kütüphanecek filmlerine
gidip, kütüphane kahvaltılarında ve akşam sohbetlerinde tartışılırken...
Kumpanya'ya gittikten sonra Yunan İç Savaşı'nı merak edip okumaya başladım, Kadir,
Kapetanios'u önerdi, konuyla ilgili kitap getirenler oldu, kütüphaneden kişisel
anlatılar buldum, konuştukça daha açılıyor önü...Belki filmlerin müziklerini
duyup bu neyin müziği diye soranlardan ilgi duyup, masalardaki kitapları görüp merak
edip bakanlar olmuştur. Ne bileyim geçen gün televizyonda Kasaba varmış, üzerinde
konuşurken kütüphaneye yapılan bağışlar arasında Nuri Bilge Ceylan'ın bir
fotoğraf kitabı olduğunu hatırladım, bir arkadaş onun fotoğrafçılığından
bahsetti, şimdi o kitaba bakabileceğimizi düşünüyorum. Bağış dedim de son
zamanlarda gelen kitaplar arasında köy enstitüleriyle ilgili birkaç kitap olduğunu
farkettim, artık bu konuyla ilgilenen okurları geri çevirmemek hoş olacak. Sonra
buraya gelip giden iki üç kişi üye oldu bu hafta içinde. Burada olanları yazma işi
gittikçe daha fazla hoşuma gitmeye başladı, birkaç şey daha paylaşayım isterim,
onlar da yukardakiler kadar önemli ve yaşamın birer parçası. Erkekler de yemek
pişirmeyi öğrenebiliyorlar, Özgür'ün börek yapmayı becerdiğine, hatta çok da
güzel şekil verdiğine şahit oldum. Sessizce mutfağa girip bulaşık yıkayan
arkadaşlar da var (hala çoğundan rica etmek, ya da görmelerini beklemek gerekse de;
belki yavaş yavaş o da olacak) Ben de artık camları çıkartıp takabiliyorum, dam
akınca ip takıp suyu yürütmeyi denedim oldu, belki birgün çatıya çıkıp
çatlakları kapatmayı da öğrenebilirim. Sonra balkondaki domatesler kızarıyor!
Karşıdaki kilisenin damında 2. kuşak martılar (geçen sene birinci kuşak yuvadan
uçmuştu) uçmayı öğreniyorlar, biz de hayretle izliyoruz...
Fazla mı büyütüyorum. Bence önemliler. Burada tasniften, kütüphane yürüsün diye
lokalde yapılan tarhana çorbasına, koyulan çaya, dergiye, kitapların bilgisayara
dizilmesine, yerlerin silinmesine kadar verilen her emek çok önemli ve değerli.
Sorunlar yok mu? Olmaz mı, hiçbiri uçmuş yokolmuş değil. Örneğin şu
"birbirimizden beklentiler" konusunu çabucak geçiverdiğimin farkındayım,
yani birliktelik, ortaklık, sadece dertleşmede değil, iş yapmada da
ortaklık...Birbirimizin duyarlılıklarına, yorgunluklarına uyanık olup,
sorumluluklarımızı (taşımayı istediğimiz sorumluluklarımızı) kendimize ve
birbirimize hatırlatmanın bir yolu olmalı. Dayatmamak derken unutmamak için. Her kişi
kendi adına dayanmayı sonuna kadar deneyebilir ama birlikte olmayacaksa ne anlamı var
ki... Nasıl... (Böyle anlarda üç noktanın varlığına bayılıyorum, ama yerine
koyulacak fikri olan varsa paylaşsak ne güzel olur!)